GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin Ön Görüşmesi
Yasama Yılı:5
Birleşim:18
Tarih:25.11.2014

CHP GRUBU ADINA SEDEF KÜÇÜK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadına yönelik şiddet ile ilgili tüm siyasi parti grupları tarafından verilen Meclis araştırması önergesi lehinde Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum. Dün günlerini kutladığımız tüm sevgili öğretmenlerimizi ve yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, ne yazık ki ülkemizde kadın ve şiddet, kadın ve cinayet kavramları artık çok sık yan yana gelmekte. Örneğin geçtiğimiz ekim ayında 29 kadın eşleri, sevgilileri, babaları veya akrabaları tarafından acımasızca hayattan koparıldı. Her yıl yüzlerce kadın sudan sebeplerle bu 29 kadının akıbetine uğramakta köylerde, kasabalarda, kentlerde. Hem de bu kadınlarımızın bazıları adli koruma talebinde bulunmuşken öldürülüyor. Yani kadınlar şiddet gördüklerini, hayatlarından endişe ettiklerini belirterek adli mercilere başvuruyorlar ve buna rağmen cinayete kurban gidiyorlar. Bütün bu cinayetler ve sayısı belirsiz şiddet olayları açık ve seçik bir şeylerin yolunda gitmediğini göstermekte. Bu kör şiddetin önüne geçmek için uluslararası sözleşmeleri imzaladık, kanunlar çıkardık, yönetmelikler yaptık ama gelin görün ki herhangi bir gelişme kaydedemedik. Çünkü uygulamadaki sorunlar aşılmadı. Çünkü zihniyet aşılamadı. Nitekim AB 2014 İlerleme Raporu'nda da uygulamadaki aksaklıkların altı çizilmekte ve kanunun uygulanmasındaki etkinlik, bazı hükümlerin açıklığı ve aile içi şiddetle ilgilenen personelin sayısı, yetkinliği ve eğitimi hususları eleştirilere neden olmuştur.

Örneğin, Meclisimizden eşine az rastlanır bir mutabakatla geçirdiğimiz Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'da "şiddet önleme merkezleri kurulması" hükmü bulunmaktadır. Ama bu konuda da gerekli düzenlemeler hayata geçirilmemiştir.

Yine, AB Raporu'nda şiddeti önleme merkezlerine ilişkin olarak "Gerekli olduğu hâlde söz konusu merkezlerin işletilmesine ilişkin bir düzenleme yapılmamış, personel atamaları tamamlanmamış, ataması yapılan personele eğitim verilmemiştir." denilmektedir. Bunların hepsi doğru saptamalar.

Peki, o zaman neden böyle olmakta? Çünkü kadınların ikinci sınıf olduğuna ilişkin çarpık toplumsal algıyla yüzleşilmemektedir ve mücadele edilmemektedir. Bununla yüzleşilmediği gibi bu çarpık algıyı besleyecek açıklamalar yapılmaktadır. Yani tam bir vurdumduymazlık hâkimdir.

Kadına şiddet konusundaki bu vurdumduymazlık yargıda da mevcuttur. Hepinizin hafızalarında hâlâ tazeliğini koruduğunu düşündüğüm bir örneği vermek istiyorum. İzmir'de bir kadının karakolda polisler tarafından hunharca dövüldüğüne ilişkin görüntüler eminim hâlâ hafızalarınızda. İzmir'de o kadını feci şekilde döven polislerin yargılandığı davada ne oldu biliyor musunuz? Savcı, şiddet gösteren 2 polis için bir yıl bir aya kadar hapis cezası istedi. Aynı savcı, dövülen kadın için ise, polise hakaretten sekiz yıl dokuz aya kadar hapis talep etti. İşte ülkemizdeki adalet!

Biz hep kadına şiddette cezaların caydırıcı olacak düzeye getirilmesini talep ettik. Bu örnekte, gerçekten de ortada caydırıcı bir ceza var ancak bu ceza, kadına acımasızca döven polislere değil, polise hakaret etti diye kadına verilmiş. Yani kamu gücünü temsil eden, güvenmemiz gereken polisler bir kadını öldüresiye dövüp hastanelik ettikleri takdirde alacakları ceza bu, bir yıl. Eğer bu ceza sizlerin de nezdinde caydırıcıysa o zaman şunu bilmenizi isterim ki bugün burada bizler havanda su dövüyoruz ve bu konuda bir ilerleme sağlamamız bir hayal ve eminim ki yine bu görüntüler basına yansımamış olsaydı, bu dava bile açılmayacaktı ve yüzlerce olayda olduğu gibi üstü örtülüp gidecekti.

Değerli milletvekilleri, kadınlar hangi coğrafyada olurlarsa olsunlar yalnızca kadın oldukları için şiddet görüyor, bunun için öldürülüyorlar, hem de çok sudan bahanelerle. Bakınız, Şefkat-Der'in şiddet mağduru kadınlar ve temasa geçtikleri 20 bin kadın üzerinde yaptıkları araştırmaya göre perdeyi yeterince kapatmamak, çayı iyi demlememek, telefonun sürekli meşgul çalması, Facebook veya Twitter profil hesabı açmak, zayıflamak veya şişmanlamak gibi nedenler kadına şiddetin bahanesi olabiliyor. Hatta, erkeğin tuttuğu futbol takımının o gün yenilmesi bile bir bahane olarak ileri sürülebiliyor. Elbette bunlar bahane. Bu bahanelerin altındaki gerçekler çok daha acımasız. Kadının erkeklerle eşit olamayacağına ve kadının erkeğe boyun eğmesi anlayışı üzerine kurulmuş bir zihniyet kadınların bu ülkede güvercin ürkekliğinde yaşamalarına neden olmaktadır. Bu zihniyetle topyekûn mücadele şarttır. Hiçbir gerekçenin arkasına saklanma lüksünüz yoktur. Ne dinsel ne geleneksel ne toplumsal ne de başka bir nedenle kadını yok sayan ve dışlayan bir zihniyet kimse tarafından haklı gösterilemez. Tarafı olduğumuz Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi kadınlara karşı doğrudan ve dolaylı, kasıtlı ve kasıtsız ayrımcılığı yasaklar; yalnızca yasal ve biçimsel eşitlik değil, gerçek eşitlik talep eder. Eğer bu sözleşmenin altında imzamız varsa bu imzanın yerine getirilmesi için çaba göstermek hepimizin boynunun borcudur ama en çok da bu ülkeyi yönetenlerin borcudur. Bu borcu ertelemek, çeşitli gerekçelerle üstünü örtmek gibi bir hakkınız yoktur. Yasama alanında gerçekleştirilen ilerlemelerin uygulayıcıların elinde çarçur edilmesine izin verme lüksünüz yoktur.

Şu kurulması için mutabakata vardığımız Meclis araştırması komisyonunu ele alalım. Neden bu kadar geç kalındı? 24'üncü Yasama Döneminde bu konuya ilişkin onlarca öneri verildi, her kadın cinayetinde konu muhalefet tarafından gündeme getirildi. Yalnızca biz söylemedik, sivil toplum örgütleri de kapınızı aşındırdı, en azından toplumsal duyarlılık artsın diye bir komisyon kurulması istendi. Dönemin bitimine sekiz ay kala böyle bir komisyon kurulması nihayet kabul edildi. Keşke çok daha erken olsaydı, keşke geçtiğimiz hafta henüz 17 yaşında, henüz üç aylık hamileyken öldürülen Tuğba'nın canına kıyılmadan önce olsaydı. Yine de yanlış anlaşılmasın, geç de olsa böyle bir komisyonun kurulmuş olmasını Cumhuriyet Halk Partisi olarak çok değerli bir adım olarak değerlendiriyoruz. Ben isterdim ki iktidar partisinin de tüm vekilleri burada tam kadro olarak, bu kadar önemli bir günde destek olarak dinleselerdi. Buna katkı veren tüm partilere de teşekkür ediyoruz. Bu konuda Meclisi harekete geçmeye zorlayan tüm kadın sivil toplum örgütlerine teşekkür ediyoruz.

Daha önce de kürsüden defalarca ifade ettim, kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi meselesi bizler açısından siyaset üstü bir meseledir. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak kadınlarımızın maruz kaldığı bu kör şiddeti ve maalesef, günlük rutin hâline gelmiş kadın cinayetlerini önlemek adına getirilen her düzenlemeyi destekliyoruz ve desteklemeye devam edeceğiz; bunun için herkesle iş birliği yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz. Mevzu cezaların caydırıcı hâle gelmesi ise biz varız. "Cinsiyete ilişkin toplumsal zihniyet kalıplarıyla mücadele edelim." diyen herkesin her zaman yanındayız. Kadınların istihdam oranını arttıracak her girişimin destekçisiyiz. "Kadın ve erkek eşit olamaz, fıtratına aykırı." diyenlere inat, kadınlar ve erkekler eşit haklara sahip olana dek mücadelemize devam edeceğiz çünkü biz insanın fıtratında eşitlik olduğuna inanıyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Bu ülkede kadın olmanın fıtratında dayak yemek olmasın, zulüm olmasın diyoruz; bu ülkeden kadınların fıtratında ölüm olmasın istiyoruz; haklarda ve fırsatlarda, kanunlarda ve uygulamada, yaşamın her alanında eşitlik istiyoruz; bu ülkede kadınların da artık birinci sınıf olduğu görülsün istiyoruz çünkü biz kadınlarla erkekler eşit olmadan bir ülkenin uygar bir ülke olmayacağına inanıyoruz.

Değerli milletvekilleri, kadınların bunca sorun yaşadığı bir ülkede idarecilerin önünde iki seçenek vardır: Ya durumu idare edeceklerdir ya da sorunu çözeceklerdir. Sorunları sürüncemede bırakmak, herhangi bir sorun yokmuş gibi görmezden gelmek kafaları kuma gömmek demektir. Ne yazık ki kafayı kuma gömünce veya kadınlara yönelik şiddeti gündeme getirmek isteyenleri konuşturmayınca, azarlayınca, salondan attırınca sorunlar ortadan kalkmıyor.

Mesela, bu ülkede kadınların çok ciddi bir istihdam sorunu var. OECD ülkeleri, AB ülkeleri, Avrasya ülkeleri, hangi ülke grubu olursa olsun kriter alındığında Türkiye hep sonlarda. Bildiğiniz gibi, kadınların iş gücüne katılım oranı ancak yüzde 31, istihdam edilen kadın nüfusu ise yüzde 26. On yıl sonra bile bu oranın ancak yüzde 38'i bulabileceği öngörülmektedir. Avrupa Birliği ortalaması ise yaşanan onca krize rağmen şu anda yüzde 70. Atılan olumlu adımlar olsa da o kadar gerilerdeyiz ki yetişmemiz olanaksız. Oysa kadınlarımız iş gücüne dâhil olmadan ne sorunları çözebiliriz ne de ülkemizi orta gelir tuzağından kurtarabiliriz. Tek sorun iş gücü de değil, eğitim de büyük sorun ülkemizde. Küresel Cinsiyet Uçurumu 2014 Raporu'na göre, ülkemiz, kadınların eğitimi sıralamasında 142 ülke arasında ancak 105'inci olabilmiş. Bu eğitim performansıyla herhangi bir ilerleme beklemek hayaldir. Bütün bunlar kadınlarımızın şiddete maruz kalmasıyla doğru orantılıdır. Çünkü ekonomik bağımlılık ve eğitimsizlik kadınları toplumsal cinsiyet kalıpları içine daha çok itmektedir. Kadın, çalışma hayatı içinde var oldukça daha bağımsız davranabilmektedir. Kadınların eğitim düzeyleri yükseldikçe kendilerine dayatılan kimliğin dışına çıkma şansına sahip olabilmektedir. Bu, çok önemli bir güçtür. Eğitimli ve ekonomik olarak güçlenmiş bir kadının, başta kendi uğradığı ayrımcılık olmak üzere, toplumda var olan tüm eşitsizlikler konusunda farkındalığı artmakta, yalnızca kendi uğradığı haksızlığa karşı değil, her türlü haksızlığa karşı koyabilmektedir. İşte bazılarını da en çok korkutan budur. Bu yüzden kadınlar evlerinde otursun, çocuk baksın, makbul bir eş olsun istenmektedir çünkü bağımsızlaşan kadın özgürleşen toplum demektir. Özgür topluma tahammülü olmayanların kendisine biçilen rolün dışında davranan kadınlara da tahammülü yoktur. İşte bu yüzdendir ki bir belediye başkanı "Örf ve âdetlerimiz gereği belediyede kadın çalıştırmayacağım." deme cüretini kendinde bulmaktadır. İşte bu yüzden birileri çıkıp "Eşitlik politikaları Türkiye'de aile birliğini bozuyor." demektedir. Bu nedenle, birileri, işsizlikten yakınan kadınlara "Evdeki işler yetmiyor mu?" diyebilmektedir. İşte bu yüzden birileri, bırakın toplumsal cinsiyet eşitliğini, herhangi bir alanda eşitlik kavramını bile ağzına alamamaktadır.

Değerli milletvekilleri, başta da belirttiğim gibi, aşılması gereken çok büyük bir zihniyet sorunu var. Örfün, âdetin, geleneğin, dinin arkasına sığınan bu zihniyetle mücadele edilmesi şarttır, hem de öyle kaçamak sözlerle veya görmezden gelerek değil, güçlü bir irade konularak mücadele edilmelidir. Çünkü kadınları ikinci sınıf gören bu zihniyet ve bu çarpık algı, kadınlarımızın maruz bırakıldığı şiddetin asıl belirleyici unsurudur. Denilebilir ki: "Kadına şiddet, doğulusuyla batılısıyla, zenginiyle fakiriyle, gelişmişiyle geri kalmışıyla her toplumda var." Denilebilir ki: "Bunun tarihî, sosyolojik, antropolojik nedenleri var." Denilebilir ki: "Bu sorun bugünden yarına çözümlenebilecek bir sorun değil." Her ne kadar haklılık payı olsa da ileri sürülen bu argümanlar mücadele etmemek için bir bahane olamaz, kadınların uğradığı şiddete yüksek perdeden karşı koymamanın açıklaması bunlar değildir. Elbette şiddet çok boyutludur, elbette topyekûn bir mücadele gerekmektedir ama elinizi kolunuzu bağlayan bir şey de yoktur. Kaçak saraylara katrilyonlar harcanabiliyorsa bu mücadeleye de kaynak ayrılabilir, eğer belediyeler altı ayda bir kaldırımları değiştirebilecek mali güç bulabiliyorlarsa o zaman sığınma evleri de açabilecek mali güçleri var demektir. Sorun mali değil, zihinseldir; sorun, konuya kadın odaklı yaklaşamamaktır; sorun "bayan" kalıbına sıkışıp "kadın" diyememektir.

Değerli milletvekilleri, 80'li yıllarda yükselmeye başlayan kadın hakları mücadelesinin bazı toplumları ne kadar değiştirdiğini görmemiz gerekir. Bu toplumların cinsiyet kalıplarını ne kadar kırdığına, cam tavanları ne kadar incelttiğine, kadınların toplumdaki yerini ne kadar güçlendirdiğine bakmamız gerekiyor. Buralarda kadınların iş gücündeki payı nasıl arttı, eğitim eşitliği nasıl sağlandı, kadınların siyasi temsilinde ne kadar ilerleme var, işte, bunları örnek almamız gerekiyor. Ve bütün bu gelişmelerden yalnızca kadınların yarar sağlamadığını, daha sağlıklı, daha eşitlikçi bir toplum oluşturdukça, bunun için gereken irade ortaya konuldukça tüm toplumun kazandığını herkese göstermemiz gerekiyor, yoksa gerekçe üretmek çok kolay ancak bu Meclisin ve Hükûmetin işi gerekçe üretmek değil, çözüm üretmek. Umuyorum, bugün burada atılan bu adım ve ortaya konulan Meclis iradesi, yaşama dokunur ve bizleri çözüm üretmek açısından bir adım daha ileri götürür.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadınlarımızın sosyal ve ekonomik hayattan dışlandığı, yok sayıldığı bir Türkiye'de eşitliği sağlamamız olanaksızdır. Kadınları yalnızca iyi bir ev kadını, iyi bir eş, iyi bir anne oldukları sürece makbul gören anlayışı kırmadan, eşitlik konusunda aşama kaydetmemiz mümkün değildir. Bu anlayışın kırılması için önce kadınların mutlaka iş yaşamına katılması lazım; sosyal hayatın bir parçası olmalılar, bilim dünyasına katkı sağlamalılar ama bunların olabilmesi için de önleri açılmalı, her koşulda desteklenmeliler; siyasette temsilleri ve ağırlıkları artırılmalı, bunun için de gerekiyorsa cinsiyet kotası konulmalı.

Değerli milletvekilleri, kadını ve erkeğiyle eşit haklara, eşit koşullara sahip bir toplum yaratmazsak hiçbir yere varamayız; ne adaleti sağlayabiliriz ne barışı, ne insan haklarını tam olarak uygulayabiliriz ne demokrasiyi, ne kalkınmayı başarabiliriz ne paylaşımı. Bu ülke için asıl sorun, yalnızca kadın şiddeti veya kadın cinayetleri değildir; bu, aslında bir seçim durumudur, Orta Çağ ile çağdaş dünya arasında bir seçimdir ve bizler bu seçimde mutlaka bir taraf olmak durumundayız diyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)