| Konu: | Hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Avrupa Birliğinin Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali'de icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında yurt dışına gönderilmesi ve Hükûmet tarafından verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Hükûmete Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca bir yıl süreyle izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1624) |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 17 |
| Tarih: | 20.11.2014 |
CHP GRUBU ADINA OSMAN FARUK LOĞOĞLU (Adana) - Sayın Başkanım teşekkür ediyorum.
Tutanaklar bakımından belki düzeltmek gerekebilir; İstanbul Milletvekilliğini layık gördünüz, Adana Milletvekiliyim. Onu, bu şekilde...
BAŞKAN - Sayın Loğoğlu, özür dilerim. Öyle yazmışlar da. Yazılanı okudum, özür dilerim.
Adana Milletvekili Sayın Osman Faruk Loğoğlu.
Ben, sürenizi yeniden başlatıyorum.
Buyurunuz.
OSMAN FARUK LOĞOĞLU (Devamla) - Belki geleceğimi okudunuz Sayın Başkan. Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliğinin Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali'de icra ettiği harekât ve görevler kapsamında Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesine ilişkin Hükûmet tezkeresi konusunda Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Orta Afrika Cumhuriyeti, adının da çağrıştırdığı gibi, Afrika'nın ortasında, yaklaşık 5 milyon nüfuslu bir devlettir. Biraz ayrıntıya gireceğim çünkü neyi oyladığımızı belki biraz bilmemizde yarar var diye düşünüyorum. Birleşmiş Milletler verilerine göre, dünyanın en yoksul ülkelerinden birisidir. Orta Afrika Cumhuriyeti'nde sömürgeciliğin acı mirası ve devlet gücünün yanlış kullanımının yarattığı sorunların bilançosu giderek ağırlaşmaktadır.
Bağımsızlığını ilan ettiği 1960 yılından bu yana darbelerin neredeyse düzenli hâle geldiği bu ülkedeki paylaşım ve yönetim sorunları son yıllarda Müslüman ve Hıristiyan gruplar arasındaki bir savaşa dönüşmüştür. Ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 15'ini oluşturan Müslümanların ağırlıklı olduğu bir grubun Mart 2013'te darbe yaparak kurduğu yönetime Hıristiyanların -ki nüfusun yüzde 50'sini oluşturuyorlar- şiddetle karşılık vermesiyle ülkedeki savaş etnik temizlik ve soykırım boyutuna tırmanmıştır. İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Uluslararası Af Örgütü gibi kuruluşların gayretleriyle küresel gündeme taşınan vahşetin yoğunluğu karşısında uluslararası toplum duruma el koymak zorunda kalmıştır.
Sayın milletvekilleri, burada bir parantez açmakta yarar var. Fransa başta olmak üzere Batılı devletlerin ve dış dünyanın ilgisini elbette Orta Afrika Cumhuriyetindeki elmas başta olmak üzere zengin yer altı kaynakları da çekmektedir fakat uluslararası toplumun birlikte hareket etmesini mümkün ve zorunlu kılan nedenler, ülkedeki savaşın Afrika'nın tümünü ateşe sürükleyebilecek bir potansiyele sahip olması, milyonlarca masum sivilin hayatını tehdit etmesi ve dinler arasında küresel planda bir gerilim yaratma ihtimali taşıması mülahazaları olmuştur.
Değerli milletvekilleri, Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki iç savaşın tırmanmasından sonra, ülkede barışı sağlamak için bölgesel ve uluslararası ölçekte çeşitli girişimler yapılmıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, ülkedeki duruma ilişkin olarak son iki yıl içinde birçok karar almıştır. Fransa, Afrika Birliği, Birleşmiş Milletler ve son olarak da Avrupa Birliği, savaşı durdurmak ve barışı sağlamak için ülkeye asker göndermişlerdir. Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin bölgesel ve uluslararası sorunlara ilişkin yaklaşımına ters ama çağdaş dünyanın yaklaşımıyla uyumlu bir şekilde Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra edilen bütün askerî harekâtlar Birleşmiş Milletler tarafından karara bağlanmıştır. Bugün, Orta Afrika Cumhuriyeti'nde Birleşmiş Milletler bünyesinde 10 bini asker olmak üzere yaklaşık 16 bin personel 10 Nisan 2014 tarihli Güvenlik Konseyi kararı uyarınca görev yapmaktadır. Ülkedeki tüm yabancı güçler, görevlerini Birleşmiş Milletlerin denetimi altında ve Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde sürdürmektedir.
Değerli arkadaşlar, Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra edeceği misyon kapsamında Türkiye'ye davette bulunan Avrupa Birliğinin meseleye dahli ne şekilde gerçekleşmiştir ve bu davet nedir? Öncelikle, Avrupa Birliği, 20 Ocak 2014 tarihinde uluslararası toplumun Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki girişimlerine Birleşmiş Milletlerin himayesi altında katkıda bulunma kararı almış ve Güvenlik Konseyine bu doğrultuda bildirimde bulunmuştur. Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki geçici otoriteler de Avrupa Birliğinin katkısına yeşil ışık yakmışlardır. Bütün bunlardan sonra, Güvenlik Konseyi 28 Ocak 2014 tarihinde çıkardığı 2134 sayılı Karar'la "Avrupa Birliği Barış Gücü Orta Afrika Cumhuriyeti" isimli Avrupa Birliği gücünü ülkedeki Birleşmiş Milletler gücüne destek olması için yetkilendirmiştir. Diğer bir deyişle, Avrupa Birliği gereken uluslararası meşruiyet zeminini tam olarak sağladıktan sonra harekete geçmiştir. Bu durum, Suriye konusunda uluslararası meşruiyet mekanizmalarını devre dışı bırakmaya ve onların arkasından dolanmaya çalışan Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetine ders olmalıdır.
Değerli arkadaşlar, Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki şiddetin sonlandırılması için Türkiye'nin katkıda bulunmasına onay veren bu tezkereye Cumhuriyet Halk Partisi olarak olumlu oy vereceğiz. Zira, Türkiye öteden beri barıştan, barışı korumaktan yana olmuş ve Güvenlik Konseyinin bağlayıcı kararları zemininde barış çabalarına hep destek vermiştir. Ancak Orta Afrika Cumhuriyeti bağlamında şunu da kayda geçirmek isterim: Uluslararası toplumun attığı askerî adımlar şiddeti durdurmaya yöneliktir, Orta Afrika Cumhuriyeti'nin tam olarak huzura kavuşması için ise hak meşruiyetine dayanan, hizmet ve adalet dağıtımının sağlandığı ve ortak siyasi değerlere sahip bir yapıya kavuşması elzemdir. Bunun için, bölgesel ölçekte ülkenin komşularını da kapsayan bir çözüme, Orta Afrika Cumhuriyeti ölçeğinde ise toplumsal bir uzlaşıya ihtiyaç vardır.
Bu yetkiyi verirken Hükûmete bir de uyarıda bulunmak istiyorum: Dünyadaki olaylara din ve mezhep açısından yaklaşma âdetinizi bırakın. Bu yaklaşımlar toplumları bölüyor, dinler ve mezhepler arası gerginlikleri artırıyor, çatışmaları körüklüyor. İnsanlara eşit davranın. Sadece Müslümanların değil, bütün insanların hamisi olun. Orta Afrika Cumhuriyeti'ni toplumun sadece bir kesiminin değil, tamamının huzuru için yetkilendirdiğinizi de unutmayın.
Değerli milletvekilleri, tezkerenin ikinci bölümünü oluşturan Mali konusunda da görüşlerimizi paylaşmak isterim. Tıpkı Orta Afrika Cumhuriyeti gibi Fransız kolonisi olan ve 1960 yılında bağımsızlığına kavuşan Mali, bugün etnik ve dinsel çatışmalar nedeniyle parçalanma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Genel bir ifadeyle, ülke, iç savaş ve terör nedeniyle, coğrafi olarak fiilen ikiye ayrılmıştır. Mali'de bugün insani bir felaket yaşanmaktadır. Yüz binlerce Mali vatandaşı yerlerinden edilmiş, yüz binlercesi de açlıkla boğuşmaktadır.
Ayrıca, Mali'de bulunan ve insanlığın ortak tarihî mirası olan Timbuktu El Yazmaları da ülkedeki çatışmalar nedeniyle yok olma tehlikesi altındadır.
2012'de, Tuareg Ulusal Azavad Kurtuluş Hareketi'nin ülkenin kuzeyinde ilan ettiği bağımsızlığın Afrika ülkeleri tarafından tanınmamasını, El Kaide bağlantılı Ensar Din terör örgütünün sahaya inmesi izlemiştir.
Söz konusu terör örgütü, Mali'nin kuzeyinde şeriat yönetimi ilan ederek, Tuaregleri yönetimden dışlamıştır. Daha sonra, asıl amacının bütün ülkeyi İslam devletine çevirmek olduğunu belirtmiş ve bağlantılı olduğu diğer El Kaide uzantılı örgütlerle birlikte ülkenin güneyine doğru ilerlemeye başlamıştır.
Bunun üzerine, Malili yöneticiler uluslararası topluma yardım çağrısında bulunmuşlardır. Bu çağrıya ilk karşılık veren Fransa, Ocak 2013'te Ensar Din örgütüne yönelik hava saldırılarına başlamıştır. Ülkedeki durumu kontrol altına almak için, Afrika Birliği, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği de çeşitli şekillerde ülkedeki operasyonlara destek vermeye başlamışlardır.
Öncelikle, Güvenlik Konseyi 2012'de aldığı 2085 sayılı Karar'la, Afrika ülkeleri öncülüğündeki Uluslararası Destek Gücü'nün Mali'ye konuşlanmasına yetki vermiştir. Güvenlik Konseyinin bu kararı, aynı zamanda -burası önemli- Avrupa Birliğinin Mali'deki savunma ve güvenlik güçlerinin yapılandırılmasına da onay vermektedir. Dolayısıyla, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletlerin kararları zemininde hareket etmektedir.
Bu meşruiyet zemininden hareketle, Avrupa Birliği, Mali'deki güvenlik güçlerine eğitim vermek için, merkezi başkent Bamako'da bulunan çok uluslu bir askerî eğitim misyonu oluşturmuştur. Ayrıca, Mali polis, jandarma ve ulusal muhafızlarına eğitim vermek amacıyla ayrı bir misyon daha hayata geçirilmiştir. Avrupa Birliğinin, Mali'deki operasyonların icrası bağlamında, Türkiye'ye yaptığı davetin arka planı bu şekildedir.
Değerli arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, Mali'de Birleşmiş Milletlerden aldığı yetkiyle faaliyet gösteren Avrupa Birliği misyonlarına katkı verilmesini de olumlu karşıladığımızı belirtmek istiyorum.
Öte yandan, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali'de meydana gelen gelişmeler ve uluslararası toplumun bu iki ülkeye yaklaşımı Cumhuriyet Halk Partisi ile Adalet ve Kalkınma Partisinin izledikleri dış politikanın farklılıklarını da ortaya koymaktadır. Bu farklara da dikkatinizi çekmek istiyorum.
İlk olarak: Uluslararası toplumun söz konusu iki ülkeye yönelik müdahaleleri, hem Güvenlik Konseyinin ilgili kararlarına hem Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali yönetimlerinin talep ve rızasına sahip olduğu için meşrudur, uluslararası hukuka uygundur. Aynı zamanda, giderek yükselen uluslararası terörizme karşı mücadeleye katkı da sağlayacaktır. Bu nedenlerle tezkereye destek veriyoruz. Zira, bu tezkerenin arka planında Birleşmiş Milletler kararları vardır, Avrupa Birliğinin meşruiyet arayışları bulunmaktadır. Oysa ve buna karşılık, Erdoğan-Davutoğlu hükûmetleri, uluslararası normları hiçe sayan, komşu ülkelerin iç işlerine tek taraflı olarak müdahale eden, o ülkelerin rejimlerini terör örgütleriyle iş birliği yaparak yıkmaya çalışan politikalar izlemeye ısrarla ve inatla devam etmektedirler.
İkincisi: Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali'deki gelişmelere müdahil olmak isteyen Batı dünyası, yükselen küresel terörden ve bu terörün etkinlik sahasını genişletmesinden korkmaktadır. El Kaide bağlantılı örgütlerin güçlendiklerinde dünyayı ne hâle çevirecekleri Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nin bugününe bakarak kolaylıkla anlaşılabilir. Bu bağlamda izlediği Orta Doğu politikasıyla güney sınırlarımızı hatta bölgeyi ve komşu ülkeleri cihatçı terör örgütlerinin küresel merkezi hâline getiren Erdoğan-Davutoğlu hükûmetlerinin Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'ne yönelik aldığı kararların felsefesini, ruhunu özümsemediği, benimsemediği gayet açıktır.
Üçüncüsü: Güvenlik Konseyi, Birleşmiş Milletler Yasası'nın 7'nci bölümü altında yetkilendirdiği askerî operasyonlara zaman bakımından sınır koymakta, misyon bakımından da sınırlarını çizmektedir. Bu da yetmemekte, kurulan misyonların faaliyetlerini de sıkı bir şekilde denetlemektedir. Bu durum Avrupa Birliği için de geçerlidir. Önümüzdeki tezkerenin de başı ve sonu bellidir. Daha önce gelen diğer tezkerelere kıyasla bu tezkere iyi kaleme alınmıştır, bunu teslim ediyorum. Oysa usul ve biçim bakımından bu tezkerenin ana iskeletini oluşturan bu unsurları bugüne kadar Hükûmetin Meclise getirip çoğunlukçu bir anlayışla geçirdiği tezkerelerde görmedik. Geçen ay görüşülen Suriye-Irak tezkeresinin meşruiyetten yoksun ve açık uçlu olduğunu, Hükûmete sınırsız yetki verdiğini, ülkemizi bölgenin korsan devleti yapmaktan başka bir işe yaramadığını da unutmadık.
Dördüncüsü: Cumhuriyet Halk Partisi uluslararası toplumun Afrika'daki çatışmalara yönelik kapsayıcı bakış açısını benimsemektedir. Cumhuriyet Halk Partisi insanlara Müslüman ya da Hristiyan oldukları için değil, insan oldukları ve yardıma muhtaç oldukları için yardım edilmesini savunmaktadır. Zira, Birleşmiş Milletler kayıtlarına göre Orta Afrika'da sadece Müslümanlar değil, ülkenin yarısı insani yardıma muhtaçtır.
Bu bağlamda, Sayın Davutoğlu'nun içinde bulunduğu duruma dikkatinizi çekmek isterim. Bilmeyenler için söyleyelim. Sayın Davutoğlu Orta Afrika Cumhuriyeti'nde Müslümanlara yönelik katliamlar yaşanırken -ki biz bunu da kınadık- Şubat ayında İslam Konferansı Örgütünü derhâl harekete geçmeye çağırmıştır. Fakat ne hikmetse Erdoğan'ın yüksek perdeden gelen sesini ve Başbakan Davutoğlu'nun ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın birlikte yüksek perdeden gelen seslerini Mali konusunda duymuyoruz. Orta Afrika Cumhuriyeti konusunda bas bas bağırıyorlar ama Mali konusunda garip bir sessizlik içindeler. AKP Hükûmetinin bu çifte standartlı tutumu uluslararası kamuoyunda not edilmektedir.
Değerli arkadaşlar, hiç kimse Orta Afrika ve Mali'deki gelişmeleri ümmetçi kalkışma fırsatı olarak görmemelidir. Yükselen küresel terör, insani felaket ve bölgedeki devletlerin toprak bütünlükleri ve egemenliklerinin korunması uluslararası toplumun temel öncelikleridir. Bunlar Cumhuriyet Halk Partisinin de öncelikleridir.
Beşincisi: Katkımızın Türkiye ile Avrupa Birliği arasında 2006 yılında imzalanan konuyla ilgili anlaşma çerçevesinde yapılan davet üzerine yapılacak olmasıdır. Bu katkı Avrupa için olduğu kadar uluslararası saygınlığımız açısından da önemlidir, olumludur fakat madalyonun bir de öbür yüzü vardır. Acı ve anlaşılmaz gerçek odur ki, Avrupa Birliği Türkiye'ye Avrupa Birliğinin ortak güvenlik ve savunma politikasından ve bu politikayı oluşturan kurumsal mekanizmalardan dışlamaya hâlâ devam etmektedir. Türkiye ise Avrupa Birliği kendisinden ne zaman yardım isterse destek vermektedir. Acaba Hükûmet bu dengesiz ve eşit olmayan ilişkinin farkında mıdır? Bu tek taraflı işleyen ilişkiden rahatsız mıdır? Hem Türkiye'yi savunma ve güvenlik konularında karar alma, politika oluşturma mekanizmalarının dışında bırakacaksın hem her kapıyı çaldığında "Buyur." edilmeyi bekleyeceksin. "Güvenliğin bölünmesi" ilkesinden hareketle bu eşitsizliğin giderilmesi için Hükûmet mutlaka girişimde bulunmalı ve netice almalıdır.
Son olarak Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin Afrika'ya yönelik tutumuna somut bir örnek vermek isterim. Bunu daha önce bu kürsüden defalarca dile getirdim. 2012 yılında açıktan atamayla Çad Büyükelçisi yapılan -Afrika ülkesidir Çad- bir şahıs Twitter hesabında "El Kaide'yle terör aynı şey değildir." mesajını paylaşmıştır, resmî Twitter hesabında. Bu mesajdan sonra bütün uyarı ve ısrarlarımıza rağmen, zamanın Dışişleri Bakanı büyükelçiyi görevinde tutmaya devam etmiştir ve bildiğimiz kadarıyla da hâlâ bu görevini sürdürmektedir. El Kaide'yi terör örgütü olarak görmeyen bir kişiyi, büyükelçi olarak, uluslararası toplumun küresel teröre karşı mücadele verdiği bir bölgeye göndermek başlı başına bir skandaldır. Biz bunu kabul etmiyoruz. Afrika'nın istikrarına katkıda bulunmak isteyen bir Hükûmet, El Kaide'ye "terör örgütü" diyemeyen bir kişiyi Afrika'da büyükelçi yapamaz, eğer yapıyor ise tarafı bellidir.
Değerli milletvekilleri, tezkereye olumlu oyumuzun, bahsi geçen bu 2 Afrika ülkesinin huzura kavuşmasına, Afrika kıtasının istikrarına ve küresel barış ve terörle mücadele bağlamında katkıda bulunmasını umuyoruz. Hükûmetin, kendisine bu tezkereyle verilen yetkileri bu doğrultuda kullanmasını bekliyoruz. Enselerinde olacağız, başka türlü hareket etmelerine rıza göstermeyeceğiz.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)