GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Teklifi
Yasama Yılı:5
Birleşim:14
Tarih:13.11.2014

MHP GRUBU ADINA ZÜHAL TOPCU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 615 sayılı Kanun Tasarısı'nın ikinci bölümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Evet, Adalet ve Kalkınma Partisinin Meclise sunduğu bu yasa, aslında "Göç yolda düzülür." mantığıyla aceleyle getirilen, beceriksiz ve tutarsız bir zihniyetin yansımalarının ayrı bir örneğini göstermektedir. Bu yasanın içerisindeki maddelere bakıldığında, birçok bakanlığı birden ilgilendirdiğini görebilmekteyiz. Özellikle, Millî Eğitim Bakanlığını ilgilendiren 14 maddenin olduğunu biliyoruz. Maddelere baktığımızda; 23'üncü, 24'üncü, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 45, 47'nci maddelerin Millî Eğitim Bakanlığının icra alanı ve konuları arasında olduğunu görebiliyoruz. Ve kanunun neredeyse üçte 1'inin eğitimle ilgili olduğunu görüyoruz ama bu kanunun Millî Eğitim Komisyonuna gelmediğini de biz burada fark ettik. Böyle bir garabet olamaz. Millî eğitimin temel kurumları üzerinde siz belirli kararlar veriyorsunuz, bu kararlar yalnızca Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonundan geçiyor, Millî Eğitim Komisyonuna gelmiyor.

Şimdi, ben geçen haftaki konuşmamda özellikle sormuştum "Bu Millî Eğitim Bakanı nerede? Ne iş yapıyor? Acaba gören var mı, duyan var mı?" diye. Şimdi ben bu soruyu tekrar soruyorum. Yani burada bunu sormakta haksız mıyım? Sizlere de bunu tekrar sormak istiyorum. Özellikle kendi kurumlarına ve personeline yönelik düzenlemeler geliyor, Millî Eğitim Bakanı bihaber, haberi bile yok buradan. Yani umurunda bile değil. Zannederim, artık gerçekten bu konudan bihaber kendisi. Başka bir komisyonda özellikle Millî Eğitim Bakanlığının kurumlarının değerlendirilmesi yapılıyor.

Özellikle Türkiye'de sağlık politikalarının uygulamalarının yansımaları olan uluslararası göstergelerle olaylara baktığımızda, tablonun sağlık açısından hiç de iyi olmadığını çok rahatlıkla söyleyebiliriz. OECD sağlık istatistiklerine bakıldığında, Türkiye'nin karnesinin hiç iç açıcı olmadığı görülmektedir. Nüfus başına düşen yatak sayılarına bakıldığında en altlarda yer alıyoruz OECD ülkeleri arasında. Üstlerde yer alan Japonya'yla mukayese ettiğimizde, Japonya'da bin kişiye 13,4 veya 14 yatak düşerken, bizde ise neredeyse 3 yatak düştüğünü görüyoruz. Kişi başına düşen doktor sıralamasında da yine OECD ülkeleri arasında altlarda yer almaktayız. MR çekimlerinde ise üstten 2'nci sırayı aldığımızı burada söyleyebiliriz. En az hemşire yetiştiren ülkenin de biz olduğunu çok rahatlıkla elimizdeki verilerden söyleyebiliriz. Bizde bin kişiye neredeyse 2 hemşire düşerken, OECD ortalamasında bin kişiye 9 hemşire düşmektedir.

Yeni doğan ölüm oranlarına baktığımızda, en yüksek ülkeler arasında sıralanabilmekteyiz. OECD ortalamalarına göre sağlığa en düşük harcama yapılan ülkelerden biri de yine bizim ülkemiz olmaktadır. Özellikle, çağ atlayan, dünya ekonomisine yön veren ülke olarak ve tırnak içerisinde "Yeni Türkiye" olarak belirtilen ülke olduğumuzda, bunların hiç de bize yakışmadığını, aslında bunların hepsinin üzerinin kapatıldığını da çok rahatlıkla söyleyebiliriz.

Bu kanun tasarısıyla gündeme getirilen TÜSEB'le hedeflenen acaba nedir, net olarak bunun ortaya konulması lazım, açıklanması lazım. Özerk deniliyor ama, yönetim kurulunun siyasi iktidar tarafından atandığını biliyoruz ve bakıldığında, aslında yandaş özerk bir kurum olarak varlığının sürdürülmesi hedeflenmektedir.

Aklımıza gelen soru şu: Acaba birilerine makam mı tahsis edilmektedir? Uygulamalardan sonra, bu iktidarın diğer uygulamalarına baktığımızda bunları çok rahatlıkla görebiliyoruz ki bir kurum ihdas edilirken, yeni bir kurum ortaya çıkartılırken, iktidar, özellikle kendi geleceğini garanti altına almak için attığı adımlar olduğunu çok rahatlıkla sergilemektedir. Acaba bunun da altında neler yatmaktadır? Eğer bu kurum bir bilimsel çalışma yapacak bir merkez olarak kuruluyorsa üniversitelerdeki araştırma merkezleri ne işe yaramaktadır? TÜBİTAK var, özellikle TÜBİTAK ne iş yapmaktadır? Tek merkezde toplamak acaba kimin, hangi işine gelmektedir? Yani bir sürü kurum var, bunlar uygulamaya geçince aslında iktidarın bu TÜSEB'e yönelik gerçek niyetleri de açığa çıkacaktır.

Özellikle madde 31'le 2547 sayılı Kanun'un ek 11'inci maddesine aşağıdaki fıkralar ekleniyor. "Eğitim-öğretim faaliyetlerini yürütmekle birlikte mali borçlarını ödeyemeyecek durumda olduğu Maliye Bakanlığının görüşü alınarak Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen nesnel ve ölçülebilir kriterlere göre tespit edilen vakıf üniversiteleri..." deniyor. Acaba nesnel kriterler nelerdir bu iktidara göre? Ölçülebilir kriterler nelerdir? Müdür atamalarında, yönetici atamalarında nesnel ve ölçülebilir kriterlerini gördük, üniversiteye eleman alımlarında nesnel ve ölçülebilir kriterlerini gördük, bütün devlet kurumlarına yapılan atamalarda bu kriterleri gördük. Adalet sisteminin işleyişinde de gördük. Acaba, bu nesnel ve ölçülebilir kriterler nasıl kayda geçecektir?

"...verilen süre içerisinde mali durumun düzeltilememesi hâlinde Yükseköğretim Kurulu gerekli tedbirleri alır ve gerektiğinde düzeltici, kısıtlayıcı veya faaliyet iznini kaldırıcı önlemler alır." deniyor.

Tasarı aslında, mevcut kanunda vakıf üniversitelerinin kapatılmasını düzenleyen maddeye yeni fıkralar eklemektedir.

YÖK'e özellikle mali denetim hakkını da getiriyor eğitimin denetlenmesinin yanında. Yani, YÖK, vakıf üniversitelerini hem eğitim hem de mali açıdan denetleyecektir.

Şimdi "mali açıdan" deyince aslında basından... Bugünlerde, bu iki gündür, aslında geçen haftadan beri basının gündeminde olan, özellikle ak sarayla, kaçak ak sarayla ilgili olarak gündeme gelen rakamlar vardı. Bugün de elektrik parasıyla ilgili rakamlar geldi, bunları basından alıyoruz ve özellikle şunu da sormak istiyoruz buradan: Mali denetim bu kadar önemli ise o sarayın aylık işletme maliyeti nedir? Bunu da millet adına biz bu kürsüden soruyoruz. Eğer bir üniversitenin mali denetiminin üzerinde bu kadar hassas duruyorsanız attığınız her adımın da hassas olarak bu millete hesabını vermek zorundasınız, bunu da burada bildiriyoruz.

Eğer mali konular bu kadar önemli ise üniversiteler ve millî eğitim tarafından okulların içinde bulunduğu hâlin de dikkate alınması gerekir. Suyunu, doğal gazını, elektrik parasını ödeyemeyen okullar var. Dün veya geçen gün gazetelerde yer alan... Bir temizlik elemanı veya yardımcı eleman tutamadıkları için okulu öğrencilere temizleten okul yöneticilerinin veya okulların haber olarak manşetlerde yer aldığını görebiliyoruz. Okullara ayıracak paraları yok iken böyle bir israfa yol açmalarını biz buradan kınıyoruz. Acaba bu kanun maddesi istemedikleri vakıf üniversitelerini kontrol altına alma ve devletin mali sopasını sürekli olarak tepelerinde hissetmelerini sağlayacak bir araç olarak mı gündeme getirilmektedir? Böyle ülke yönetimi olmaz, böyle devlet yönetilmez, böyle eğitim ve öğretim hizmeti de yapılamaz. Özellikle buradan paylaşmak istiyoruz.

Yandaş hâle getiremediğiniz vakıf üniversiteleri için böyle bir sistem uygularken öte taraftan bu devletin iki sefer mühürlediği Kürtçe eğitim veren okulların mühürlerini kırarak eğitime devam ettiklerini de yine basından aldığımız haberlerle bunları görüyoruz. Siz bir taraftan mühürlediğiniz okulların kırılıp tekrar eğitime başlamalarına ses çıkarmazken diğer taraftan da, Demokles'in kılıcı gibi, istemediğiniz, size muhalif seslere ne yapıyorsunuz; tepelerinde sürekli olarak bekliyorsunuz.

Özellikle, iktidar yağıp gürlerken âcizliklerini de gözler önüne sermektedir. Nabi Avcı, Sayın Millî Eğitim Bakanı Kürtçe eğitim yapan okullarla ilgili olarak "Gerekli başvuruyu 1 Eylüle kadar yapmadıkları için okulların açılması mümkün olmamıştır." şeklinde, böyle bir açıklama yaparken İçişleri Bakanı ve Adalet Bakanının da "Eğer gerekli altyapıyı oluştururlarsa tabii ki açılabilir." şeklinde beyanatları vardır. Ama, biz biliyoruz ki, kanunda yer alan Türkçe dışında eğitimin yalnızca Bakanlar Kurulu tarafından verilen izinle açılabileceğini de buradan paylaşmak istiyoruz ve sormak da istiyoruz: Şu anda eğitim-öğretim hizmetine açılan okulun izni Bakanlar Kurulu tarafından verilmiş midir? İçişleri ve Adalet Bakanı acaba buna ne cevap vereceklerdir? Ve, canıgönülden desteklerken günlerdir, on beş gündür gündeme gelen, bilmem, işte, 100'lere varan okul yakmalar ve okul direklerinden bayrak indirmelere ne cevap vereceklerini de merak ediyoruz. Okulsuz kalan çocuklar acaba dikkate alınmakta mıdır? Yanan okulların ortaya çıkardığı psikolojik atmosfer dikkate alınmakta mıdır?

İktidarın dikkate aldığı ve yalnızca üzerinde odaklandığı tek şey var: Muhalif sesleri kısmak. İşte, burada, mali denetim getirirsiniz üniversitelere, vakıf üniversitelerine; bir başka yerde de, işte, ne yaparsınız, muhalefetin sesini kısmak için "Alo Fatih"lerin yaşandığı olayları gündeme getirirsiniz. Özellikle Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanının konuşmasına ki muhalefetin konuşmasına tahammül göstermeyen bir iktidar "Alo Fatih"leri gündeme getirmişken, şimdi de YÖK'ün başına atanan Başkanla "Alo Yekta" dönemi mi başlıyor, bunu sormak istiyoruz. Milliyetçi ve bu vatanı seven, çalışan insanların acaba defterleri mi dürülecektir? Bunu da tekrar sormak istiyoruz. Çünkü kulağımıza gelen ifadelere göre... "Üniversiteleri ilim için kurmadık, kadrolaşmak için kurduk. Bana ne sizin biliminizden." ifadeleri artık bize yabancı gelmemektedir. Bunları da buradan yine paylaşmak istiyoruz.

Üniversiteler derken, bu kadar problemleri varken üniversitelerin, keşke burada Millî Eğitim Bakanı da olsaydı. Bu kadar, özellikle araştırma üzerine temellenen bu yasanın da Millî Eğitim Bakanlığıyla beraber ortak çalışarak gerçekleştirilmesinde fayda vardı diyebiliyoruz. Çünkü üniversitelere ayrılan araştırma ödeneklerine baktığımızda bunun gerçekten komik derecede olduğunu görebiliyoruz. Bilimsel çalışma veya bilimsel konferans için yurt dışına gidecek olan akademisyenlere ödenen ücretlerin komik durumda olduğunu paylaşmak istiyoruz. Üniversite akademisyenlerinin yollukları gerçekten çok komik düzeyde ve hiçbir ihtiyaçlarını karşılayabilir düzeyde değil.

Ama iktidarın tek hedeflediği bir şey var, bütün kurumları iktidarın arka bahçesi hâline getirmek. "Alo Yekta" dönemiyle de bunu hedeflemekteler. Ama şunu da söylemek istiyoruz ki bu hedefler de bu iktidarın kursağında kalacaktır.

Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)