| Konu: | Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Teklifleri |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 10 |
| Tarih: | 05.11.2014 |
CHP GRUBU ADINA OĞUZ OYAN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; "Müjde maaşlar artıyor" tasarısını konuşuyoruz. Bu, akademisyenlerin kuşkusuz beklediği bir tasarı ama on dört yıldır beklediği bir tasarı. Bu on dört yılın on iki yılı da AKP dönemi. Yani, on dört yıl, akademisyenlerin hem enflasyona karşı reel gelir aşınmasına uğramaları hem de diğer kamu görevlileri kategorilerine karşı da göreli bir gerileme içine girdikleri bir dönem oldu. Dolayısıyla, bunu unutmayalım, bir.
Dolayısıyla, çok gecikmiş bir tasarıdır. Bu on dört yıl boyunca akademisyenlerin gerek refah kaybını gerek bu göreli düşük maaşların neden olduğu üniversitelerin cazibesini ortadan kaldıran anlayışı gerekse bunun neden olduğu her türlü çarpılma ve bilimsel yetersizlikleri telafi etmek artık mümkün değil.
Peki, tasarı geçmiş gelir kayıplarını karşılıyor mu? Ne yazık ki geçmiş gelir kayıplarını karşılayan bir maaş artışından da bahsedemiyoruz. Doçent, yardımcı doçent, araştırma görevlisi kategorilerinin tümü, yoksulluk sınırı olan 4 bin lira civarının -4 kişilik bir ailenin- altında maaş almaya mahkûm olacaklar. Yani, düşünün ki bunlar üniversite hocaları, bunları herhâlde gecekonduda oturmaya herhâlde mecbur tutamayacağımız kesimler ve düşünün, hangi zorluklarla araştırma yapıyorlar ve eğitim faaliyeti yapıyorlar.
Şimdi, aslında bu eşitsizlik, bu yetersizlik, öğretim elemanlarının asıl maaşlarına zam yapmayıp yan ödemeler üzerinden zam getirilmesiyle daha da büyütülmektedir. Böylece öğretim üyesinin emeklilik geçim düzeyi kesinlikle dikkate alınmamaktadır ve birçok akademisyen emekli olduğu hâlde verimli bir akademik faaliyet sürdürür, araştırmacı vesaire olur. Bütün bunlar yani emeklilik alanı süresi cezalandırılmaktadır. Dolayısıyla, bu açıdan da çok kusurlu bir yasayla karşı karşıyayız.
Burada iki alandan, iki kanaldan zam yapılıyor gözüküyor. Bir; yükseköğretim tazminatı; 1'inci maddede görüştük. İki, akademik teşvik ödeneği; şimdi bu madde çerçevesinde. Yani bu akademik teşvik ödeneği de zaten 3'üncü maddede belirtiliyor, 2016'dan itibaren uygulanacak. Yani bugün için bir geçerliliği yok, 2015 yayını vesairesi üzerinden.
Tabii burada şunu da söyleyelim: Farklı bilim dallarında farklı ölçüde yayın vesaire yapılabilir. Dolayısıyla, burada da yeni eşitsizlikler türeyecektir.
Bir de bu akademik teşvik ödeneğinin nasıl hesaplanacağına ilişkin bu tasarıda bir şey yok. Bunu bir yönetmeliğe bırakıyor dört ay içinde. Yani burada biz, yarı mamul bir tasarı, bir kanun çıkarıyoruz. Bunun sosunu yani bu sossuz makarnanın sosunu daha sonra Bakanlar Kurulu koyacak ama nasıl koyacak, bilemiyoruz. Yani biz çıkardığımız tasarının neyi getirip neyi götürdüğünü bilemiyoruz ama bu akademik teşvik ödeneği herkese bir kere eşit olmayacağı gibi bazılarının hiç yararlanamayacağı belki bir şey olabilecek.
İkinci olarak şunu söyleyeyim: Özlük haklarının yetersizliği ve bugün de yetersiz kalması nedeniyle iki sapma devam edecek. Bu sapmalardan bir tanesi, otuz yıldır üniversiteleri kemiren ek ders verme skandalıdır. Aynı sınıfı ikiye bölmektedir birçok okul -merkezî üniversiteleri, taşra üniversiteleri- ve böylece gece-gündüz ders ayrımı yaparak sürekli olarak üniversite elamanlarını bir ders verme makinesine dönüştürmektedir. Böyle bir üniversite öğretim üyesinin bırakınız araştırmaya zaman ayırmasını, kendi dersini yenilemek için yeterli okuma yapması bile mümkün değil; haftada otuz kırk saat ders veren üniversite öğretim üyeleri var, bu bir rezalettir.
İkincisi, düşük maaşlar bir başka şeye yol açıyor, proje bağımlılığına yol açıyor. Yani, üniversite öğretim üyeleri TÜBİTAK'ın, AB fonlarının peşinde proje bulma hevesiyle zaman yitirmekteler sürekli. Şimdi, dolayısıyla, burada hiç olmazsa şunu yapsak, üniversitelere tahsis edilen birtakım araştırma fonları olsa ve üniversiteler de bunları bölümlere tahsis etseler; böylece hiç olmazsa öğretim üyelerinin, elemanlarının fon peşinde koşmak gibi bir boşuna zaman kayıpları olmasa.
Üçüncü bir sorun alanı, özlük haklarının performansa dayalı projeler, araştırmalar üzerinden sağlanmaya çalışılması -ki 2'nci maddede bu karşımıza çıkıyor- yani piyasanın birtakım kavramları üzerinden, rekabet, yarışma, kalite gibi piyasa göstergeleri üzerinden öğretim üyelerini değerlendirmek. Oysa burada yaratıcılık ve bilimsel üretim esas olmalıydı yani özel işletme performans kriterleri söz konusu olmamalıydı.
Dördüncüsü, özlük hakları ile iş güvencesi ayrılmaz bir bütünlüğe sahiptir. Yani "Özlük haklarınızı artırıyoruz, maaşlarınızı artıyoruz ama iş güvencenizi artırmıyoruz, kusura bakmayın." dediğiniz zaman, üniversitenin eğreti statüde çalışan kadrolarını, araştırma görevlileri ve yardımcı doçentleri "maaşa zam, işe nihayet" formülüyle karşı karşıya hâlâ bırakıyor olursunuz. Dolayısıyla, aslında yapılması gereken en acil şeylerden biri, yardımcı doçent kadrolarını kalıcı kadrolar hâline getirmek, üç yılda bir yenilenmesi şartını kaldırmak; araştırma görevlilerini de mutlaka 50/d değil, 33/a üzerinden tanımlamak ve iş güvencesini sağlamak. İşte, o zaman gerçekten özlük haklarının iyileştirilmesinden bahsedebiliriz.
Beşincisi, üniversitelerde asistan kıyımı, araştırma görevlisi kıyımı, "mobbing", keyfî soruşturmalar, baskı ve kontrol mekanizmaları, hukuksuzluklar, sendika, dernek ve örgütlenme düşmanlığı, üniversitedeki polis denetimi sürmektedir. Bunlara derhâl son verilmesi gerekir. Üniversitedeki kalitenin iyileştirilmesi ancak böyle mümkün, üniversitede çalışma barışının sağlanması ancak böyle mümkün. Bu tür kıyımların İTÜ'de, İstanbul Teknik Üniversitesinde nasıl araştırma görevlileri kıyımına yol açtığını, rektörün de özel tutumu nedeniyle, Ordu Üniversitesinde öğretim üyelerinin birtakım dış alanlarda panellere katıldığı için nasıl soruşturma baskısı altında tutulduğunu biliyoruz ve ben bizzat izliyorum.
Altıncı konu, üniversitelerin bütünlüğü gözetilerek akademik olmayan personelin ücretlerinde de iyileştirmeler yapılması şarttı. Bu kurumlarda ayrıca taşeronlaşmaya son verilmesi gerekiyor. Yani, siz üniversite öğretim üyelerinin maaşlarına zam yaptığınız zaman, aynı kurum içinde çalışan memurları ayrı tuttuğunuz zaman, onları dışladığınız zaman, aynı kurum içinde uyumlu çalışma koşullarını sağlayamazsınız.
Yedincisi, üniversite yönetimleri mutlaka demokratikleşmelidir. Yani, üniversitenin her kesiminden, en alt kategorideki, statüdeki öğretim elemanından -araştırma görevlisi, yardımcı doçent vesaire- öğrencisine, hatta idari personeline kadar yönetime katılma imkânları sağlanmalıdır ki demokratik bir yapı oluşsun.
Sekizincisi, üniversitelerde özel eğitim modeline yani bu vakıf üniversitelerine "dur" denilmedikçe üniversiteleri gerçekten bir kamu görevi anlayışı içinde düzenleyemeyiz. Dolayısıyla, parasız eğitimi, yurt ve burs sorununu çözmemiz mümkün hâle gelmez.
Dokuzuncusu, üniversiteler toplumun gelişmişliğinin aynasıdırlar. Bilimsel özerklik ve özgürlük üniversiteler için ekmek ve su kadar vazgeçilmezdir. Hiyerarşik yapı, memur zihniyeti, inanç ve siyasetin baskısı, kuşatması, zihniyet taşralaşması üniversiteyi bitirecek etkenlerdir. Bütün bu etkenlerin tümünü YÖK'te ve Hükûmet politikalarında bulmaktayız. Bu zehirli havanın üniversitelerin üzerinden kalkmasını istiyorsak bir YÖK'ün bu üniversiteler üzerine örttüğü şalı kaldırmak ve tarihe gömmek durumundayız.
Üniversite sayısının artışı ile yükseköğretim niteliğinin gerilemesi arasındaki ters orantılı ilişkiyi artık görmek zorundayız. Türkiye'de bilim gerilemektedir. Türkiye'de üniversiteler yüksek okullaşmaktadır. Öğretim üyelerinin ortalama niteliği gerilemektedir. Üniversite öğrencilerinin düzeyi gerilemektedir. Türkiye'de sanayileşmenin kesintiye uğraması, teknoloji bağımlılığının büyümesi ile üniversitenin gerilemesi arasında karşılıklı bir neden-sonuç ilişkisi vardır.
Üniversitelere bunca kötülük yapılırken özlük haklarının iyileştirilmesi bir lütuf olarak görülemez. Üniversiteler ve üniversite hocaları daha iyisini hak etmektedirler. Türkiye'de daha iyi bir bilim ve üniversite politikasını Türkiye hak etmektedir. Türkiye, çağdaş bir iktidarı özlemektedir.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)