| Konu: | BİREYSEL EMEKLİLİK TASARRUF VE YATIRIM SİSTEMİ KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 118 |
| Tarih: | 12.06.2012 |
BDP GRUBU ADINA DEMİR ÇELİK (Muş) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisinin 271 sıra sayılı bireysel emeklilik kanununa ilişkin düşüncelerini paylaşmak üzere huzurlarınızdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; emeklilik insanın sosyal haklarından biridir. Dolayısıyla da fiziksel aktiviteden olduğu kadar ruhsal aktiviteden de mahrum kalan ya da geriye düşen insanın, bir başkasına ihtiyaç duymadan -bu birey olur, kurum olur, kuruluş olur, devlet olur- yaşamının geri kalanını insani yaşam endeksine uygun bir şekilde sürdürebilmesinin koşulları anlamına gelir. İnsani endeksten anlaşılan da kişinin, topluluğun, halkın ruhsal, bedensel, sosyal ve siyasal ihtiyaçlarının karşılandığı iyi hâli anlamında yorumlanmalıdır. Bu açıdan baktığımızda, yapılmak istenen, getirilmek istenen bireysel emeklilik kanun değişikliğinin toplumun ihtiyacı olmaktan çok, bir kısım palyatif çözümlerle başta finans kurumlarının, sonrasında sigorta şirketlerinin işini kolaylayan, onlara çıkar sağlayan bir amacı güttüğü hemen görülebilir. Hâlbuki kanun ve yasa toplumun ihtiyacını karşılamaya dönük olmalıdır; toplumun temel ihtiyaçlarını gideren, kolaylaştıran, devlet karşısında onu güvence altına alan nitelikte ve içerikte olmalıdır. Ama bir yanıyla bireysel emeklilikle yapılmak istenene karşın Türkiye fotoğrafını bir kez daha huzurlarınıza sunduğumuzda şu paradoksları, açmazları hep birlikte görmüş olacağız.
Bugün ülkemizde asgari ücretin 701 lira olduğu, ülkemizde yüzde 15'ler civarında işsizliğin hüküm sürdüğü, ülkemizde keza 25 milyon civarında yoksulluk sınırıyla haşır neşir olan bir kitlenin varlığı, onların bu temel ihtiyaçlarını karşılamaya dönük bir kısım değişikliklerin, yasaların ve kanun değişikliğinin Meclis tarafından gerçekleştirilmesi bekleniyorken, yani istihdam, üretim, yatırım eksenli bir kısım çalışmaları devreye koymamız, buna dair çalışmaları yürütmemiz gerekirken; tüketime dayalı, tüketim üzerine yapılanları teşvik edici bir kısım kanun değişiklikleri toplumun önünü açacak nitelikte ve özellikte olmaktan uzaktır.
Türkiye, yeri geldiğinde 16'ncı ekonomik güç olarak övündüğümüz, ama insani yaşam endeksi itibarıyla da 92'nci sırada olduğumuz paradoksunu, çelişkisini gideremediğimizde; yani ekonomik gelişmişliğin toplum tarafından adil ve eşitçe bölüşülmediği, bu ekonomik gücün bir kısım iktidar odaklarınca paylaşıldığı, bölüşüldüğü bir noktada toplumun yüzde 98'inin bu olanak ve imkânlardan mahrum kaldığı bir ülkede adaletin tesis edilemeyeceği, özgürlüğün, eşitliğin sağlanamayacağı, bundan da kaynaklı siyasal ve sosyal travmaların yaşanacağı muhakkaktır. İşte tam da sorun burada. Bize düşen, bu siyasal ve sosyal travmayı tedavi etmektir, buna uygun toplumsal ihtiyaçları karşılayacak kanun değişikliklerine ön açmaktır, yol açmaktır ama bireysel emeklilik kanun değişikliğinde yapılmak istenen, bunun ötesinde çok daha farklı alanlara, şirketlere, kurumlara, olanakları olanlara peşkeş çekmeye dönük bir işlemden öteye gitmeyecektir.
Düşününüz ki, mayıs ayında 4 kişilik bir ailenin açlık sınırının 1.034 lira olduğu, buna karşın asgari ücretin 701 lira olduğu ülkede asgari ücreti kaldırmak, değilse de açlık sınırını aşan, yoksulluk sınırını aşan bir noktada çalışanları emeklerinin karşılığı olanla onore etmek, onurlandırmak yönlü bir çalışma yapılması gerekirken, 12 milyon civarında sosyal güvenlikten mahrum, geçmişte yeşil kartlı olan 9 milyon insanla birlikte bunların sosyal güvenceye tabi tutulup istihdam ve üretim olanaklarından yararlanması beklenirken, buna dair bir kısım çalışmaları devreye koymamız gerekirken biz, geliri olmayanın, yatırımdan mahrum olanın bireysel emeklilikten yararlanması gibi bir anlayışı topluma dayatmış olacağız. Toplum bir şekliyle yüzde 25'in devlet tarafından karşılanacağı teşvikine bağlı kalarak da bu işe bulaştığında bugün yaşanan ekonomik ve sosyal travmanın bir benzerini gelecekte, hak etmeyen vatandaşlarımıza yaşatmış olacağız.
Bakın, metropol kentlerimizin yanında yöresinde, merkezinde, periferisinde, birçok yerde çok katlı devasa cazibe merkezleri, alışveriş merkezleri oluşturuluyor. Yoksulların, emekçilerin bu kredi kartı alışkanlıklarına bağlı olarak ticarette kullanmaya başladıklarından bu yana kredi kartlarından kaynaklı hukuksal, siyasal ve sosyal noktada yaşanmışın bireysel emekliliklerde de yaşanması muhtemeldir. Mayıs ayı verilerine göre 7,5 milyar civarındaki bu takibe tutulan kredi kartı alacaklarının nedenini sorgulamadığımızda, ona dair tedbirlere başvurmadığımız hâlde bireysel emekliliklerle bizim yapmak istediğimiz, sorunun üstüne sorun eklemekten öteye gitmeyecektir. Bu açıdan da bireysel emeklilik sadece ve tek başına cari açığı gideren özellikte ve amaçta olmamalıdır. Türkiye'nin dış ticaret borcunun 500 milyar dolar, bütçe açığının 100 milyar dolar olduğu üzerinden bina etmeye çalıştığımız yol arayışları hiçbirimize fayda etmez. Biz, öncelikle dış ticaret açığı ile bütçe açığının kaynaklarını, nedenlerini sorgulayıp onları giderecek tarzda işin hukuksal ve siyasal çözümlerini bulamadığımızda yani silaha, yüksek teknolojik ithalata dayalı var olan ticari anlayışı gideremediğimiz takdirde yani yatırım eksenli, toplumun temel ihtiyaçlarını karşılayacak olan ekonomik girdileri, tarım, hayvancılık ve benzeri sektörleri harekete geçirip canlandırmadığımız takdirde, yapılmak istenenin günü kurtarmaktan öte bir anlamı, özelliği de olmayacaktır.
O açıdan, cari açığı kapatmak, emekçinin, yoksulun omzuna yıkılacak, terk edilecek bir anlayış değildir, kabul edilebilinir bir özelliği de yoktur, bu etik ve ahlaki de değildir. Takdir edersiniz ki toplumun orta sınıf üstü olan ya da gelir kaynakları ortalamanın üstünde olan kesimin böylesi bir günceli, gündemi yoktur. Bireysel emeklilik, sosyal güvenden mahrum ve yoksun olan yoksul halkların, emekçilerin sorunudur. Yoksul halkların ve emekçilerin gelirini artıramadığınızda, yükseltemediğinizde, bir kısım teşviklerle elinde avucunda biriktirdiğini finans kurumlarına kaptırmanın yolunu açarsak, bu hepimizin günahı olur; bu hepimizin yarın, öbür gün vebali altında kalabileceğimiz bir sorunu, bilerek olmasa bile, niyetimizden bağımsız, biz isteyerek olmasa bile toplumu bir şekliyle cezalandırmış olacağız.
O açıdan, toplum eksenli ve toplum esaslı bir kanun değişikliği, yasa değişikliği her şeyden ve herkesten çok Meclisin görevidir. Meclis, küçük dar grupları, kişileri, kuruluşları kurtarmak, onları ikame eden, onların mali kaynaklarını çoğaltan olmamalı. Meclis, aksine iktidar odaklarına, egemenlere, finans kurum ve kuruluşlarına karşı bireyi, toplumu, halkları, emekçileri güvence altına alan, onların özgürlüklerini çoğaltan bir nitelikte, özellikte ve anlayışta olmalıdır.
Biz, o anlamıyla, sosyal devlet olmanın, hukuk devleti olmanın kriteri olan insan hak ve özgürlüklerine dayalı, bireysel hak ve özgürlüklerin esas alındığı bir anlayış sosyal devletin vazgeçilmezidir. Bu çerçevede de her şeyden önce insanın ruhsal, bedensel, sosyal ve siyasal iyi hâli olan sağlığın sürdürülebilinir, eşit, nitelikli, erişilebilinir ve parasız olması temel argümanken bunların ötesinde bir noktada insanları mevcut var olan olanaksızlıklarına rağmen cendereye almak, kuşatmak, iradesizleştirmek hukuk devleti değil otoriter, monarşik devletlerin işidir. Biz bu açıdan Barış ve Demokrasi Partisi olarak otoriterizme, her türlü totaliter rejime karşın demokrasi var olacaksa demokrasi muhalefetiyle olmalıdır. Demokrasi farklı siyasal düşüncelerin kendisini özgürce ifade edebildiği, toplumla buluşturabildiği, ilişkilenebildiği bir çerçevede olmalıdır. Biz bu benzeri önemli kanunları tartıştığımız bu Mecliste bu alanların halka kapalı oluyor olması, düşüncemizin halkımız ve toplum tarafından paylaşılmasına fırsat verilmiyor olması demokrasiyle bağdaşmaz. Bu olsa olsa her şeye rağmen halkın ve toplumun gözünden uzak ve ırak bir noktada "Ben yaptım, ben bilirim." anlayışının topluma, halka dayatılmasıdır, devredilmesidir. Bu açıdan da hukuki değil. İnsani, hukuki ve etik olmayan bu anlayışların günümüz demokrasisinin katılımcı özelliğiyle uzaktan yakından ilişkisi yoktur. Biz doğrudan demokrasiyi tartıştığımız günümüz dünyasında katılımcılığı hiçleştiren, katılımcılığın sivil toplum örgütüne dayalı ilişkisini es geçen, dikkate almayanı bir yana bırakmışız, Mecliste de katılımcılığı hiçleştiren, dikkate almayan bir algı ve anlayıştan çoğunluk demokrasisine dayalı bir ilişkiyi var etmeye çalışıyoruz. Bu, ne ülkemize ne ülkemiz halklarına, inançlarına ve kültürlerine ne de geleceğine katkı değildir, aksine kaybettirendir, yitirendir. Bu ve benzeri yanlışlıklardan dönmek noktasındaki erdemlilik herkesten ve her siyasi partiden çok iktidarın görevidir çünkü tarih karşısında tarihin devinimi ve değişimi ruhuna denk düşen bir adım atmamak, onun tersi uygulamalara yol açmak, biz muhalefetin şu anda muktedir olmayışımızdan kaynaklı, iktidarın muktedirliğinden kaynaklanan bir sorundur. O açıdan da iktidar ve onun yürütmesi Bakanlar Kurulu, herkesten ve her siyasal düşünceden farklı olarak demokrasinin bu niteliklerine uygun bir ilişkiyi var etmek, geliştirmek durumundadırlar. Bu açıdan da soruna yaklaştığımızda bireysel emeklilik, toplumumuzun temel ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak nitelikte, uluslararası tekel ve tröstler başta olmak üzere, finans kurum ve kuruluşlarının, başta da sigortacılık sektörü olmak üzere, bir kısım uluslararası ilişkileri canlandırmaya, var etmeye dayalı bir anlayışın gereği olarak gündemimize gelmiştir. Bunu doğru bulmadığımızı ifade ediyor, hepinizi bir kez daha saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelik.