| Konu: | CHP GRUBU ÖNERİSİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 118 |
| Tarih: | 12.06.2012 |
AYŞE NEDRET AKOVA (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, demokrasimizin tutuklu olmasının üzerinden bir yıl geçmiş oluyor. Milletvekillerimiz bir senedir tutuklu, milletin iradesi bir senedir tutuklu. Milletvekillerimizin hâlen tutuklu olmaları, demokratik hukuk devletinde kabul edilmez bir durumdur. Bu, ülkemiz gerçekten demokrasiyle yönetilseydi asla yaşanacak bir durum olmazdı. Tutuklu vekillerin durumuyla ilgili yetkililerin "Bu durum yanlıştır, düzeltilmesi gerekir." diye yaptıkları açıklamalar timsah gözyaşlarıdır. Eğer gerçekten bir çözüm isteseler, nasıl MİT Müsteşarını soruşturmadan kaçırmak için bir günde yasal düzenleme yapıldıysa, demokrasinin tutukluluğunun engellenmesi için de aynı şey bir günde yapılabilir.
Demokrasi ve hukukun üstünlüğünün egemen olduğu, herkese eşit fırsatların sunulduğu bir Türkiye özlemimize rağmen, yargının bağımlı, hukukun taraflı olduğu hususunda çok ciddi sorunlar yaşamaktayız.
Deniz Feneri davasından üç aydır tutuklu bulunan sanıkların, "uzun tutukluluk sürelerinin cezaya dönüşmesi" gerekçesiyle tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılma kararı, çok daha uzun süredir tutuklu bulunan sanıklara uygulanmamaktadır. Yargıda yaşanan çifte standardı anlamak ve içimize sindirmek mümkün değildir. Bu çifte standart, yargının bağımlı ve taraflı olduğunu, uzun tutukluluk süreleriyle, sonuçta serbest kalacak sanıklara hukuk dışı ceza uygulaması gerçekleştirildiğini göstermektedir. Kamuoyu vicdanı da bu konuda ciddi yara almaktadır.
Milletvekillerimiz, aydınlarımız, gazetecilerimiz, akademisyenlerimiz, polislerimiz ve askerlerimizin özgürlükleri, muğlak suçlamalar ile yeterli delil olmaksızın ellerinden alınmaktadır. Üstelik, delil toplandı ve "delilleri sanıkların karartabileceği" ifadesiyle sanıkların tutuksuz yargılanmalarına izin verilmemektedir. Yeterli delil toplanmadan sanıkların tutuklu yargılanmasına nasıl karar verildiği ise anlaşılamamaktadır. Delillerin yeterliliğine göre sanıkların tutuklanıp tutuklanmayacaklarına karar verilmesi gerekirken sanıkların suçları belirtilmeden, savunmaları dahi alınmadan tutuklanmaları, sanıkların lehine olan delillerin iddianamede yer almaması ve tutukluluk hâllerinin devamı yönünde sürekli karar alınması, bireylerin Anayasa ve yasalarca korunan adil yargılanma hakkını ortadan kaldırmaktadır.
Sanıkların tutukluluk hâlinin devamı veya salıverilmesi, yargı mensubunun objektif takdirine bağlıdır. Sanıkların neden tutuklu olduklarının, dosyadaki maddi delillerle birlikte, vicdanların da kabul edeceği şekilde izah edilmesi gereklidir. Mutlaka "tutukluluğun devamı", "tahliyenin reddi" kararlarının da gerekçeli olması ve gerekçenin de açıkça belirtilmesi gerekmektedir.
Yargı mensubunun objektif kriterlere göre değil de subjektif kriterlere göre takdir yetkisini kullanması, adil yargılanma hakkıyla bağdaşmamaktadır. Üstelik tutukluluk kararı veren yargı mensuplarının daha üst görevlere getirilmesi, tutukluluğu sona erdiren yargı mensuplarının da tenzili rütbeyle cezalandırılması yargının siyasallaştığı inancını doğrular nitelikte çok olumsuz gelişmelerdir.
Kıymetli milletvekilleri, kanuna açıkça aykırı olmasına rağmen özel hayatın gizliliğini ihlal edecek şekilde iddianamelerin hazırlanması, sanıkların aylarca, yıllarca tutuklu kalmasına yol açan hataların "sehven" denilerek geçiştirilmesi ve sorumlular hakkında bugüne kadar herhangi bir işlem yapılmaması, belirli davalarda savcılar hakkında yapılan şikâyetlerin hemen işleme konulması ancak belirli davalarda yapılan şikâyetler için ise hiçbir işlem yapılmaması, soruşturmaların gizliliğine rağmen, savcılık soruşturmalarında sanık ve avukatlardan belge ve bilgi gizlenmesine rağmen bu konuların belirli medya gruplarında yayınlanması, Adli Tıp ve TÜBİTAK'ta bilirkişi heyetlerine yapılan müdahaleler, adil yargılanma sürecinin işlemediğini göstermektedir.
Önleyici bir koruma tedbiri olan tutuklama kararının uzun tutukluluk süreleriyle ceza yaptırımına dönüştüğü de görülmektedir. Bireylerin en temel haklarından olan adil yargılanma hakları açıkça ihlal edilmektedir. Kamuoyunu ilgilendiren önemli davalarda gözlemlenen uzun tutukluluk süreleri, yargının siyasallaştığı ve adil yargılanma sürecinin işlemediği hususunda akıllarda soru işareti yaratmakta ve toplumun devlete inancını, yargıya inancını da sarsmaktadır.
Yargı sistemine güven ve kişinin haklarının korunacağı inancı toplumların kaos ortamına sürüklenmesini engeller. Bu bağlamda, uzun tutukluluk sürelerinin cezai yaptırıma dönüşecek şekilde kullanılması toplumun -açık söylüyorum- yargıya olan güvenini de zedelemektedir. Eğer kişiler adil ve tarafsız yargılanmanın önemini ancak başlarına bir şey geldiği zaman hatırlıyorsa, hukukun genelliği, sürekliliği, nesnelliği ilkelerinin işlemediğini göstermektedir.
Milletvekili olarak 8 kişinin tutukluluğunun bugün 1'inci yıl dönümüdür. Bu durum, Türkiye Büyük Millet Meclisinin tarihinde çok önemli bir kara lekedir. Milletin sesi Mecliste yoktur sevgili milletvekilleri, değerli milletvekilleri. Demokrasimiz üzerindeki bu ayıbın temizlenmesi için çalışılması gerekirken bu sorun görmezlikten gelinmektedir. Tutuklu milletvekillerimizin tutukluluğunun sona erdirilmesi ve Mecliste göreve başlamaları için bütün tarafların hiç şüpheye düşmeden anlaşması ve çaba göstermesi gerekliliktir. Demokrasimizin var olabilmesi için bugün tutuklu vekiller hakkında yaptığımız son konuşma olmasını diliyorum.
Değerli milletvekilleri, hepiniz çok iyi bu fotoğrafı görüyorsunuz. Önce gazeteciler susturularak, tüm muhalif TV kanallarının yöneticileri bir bir hapsedilip diğerlerine gözdağı verilerek kendi iktidarlarını korumaya alanlar, sonra yargı eliyle toplumu terörize ederek sivil toplumu ve üniversiteleri susturdular. Yeni bir koruma kalkanı yaratıldı. Kendi yargıları ile iyice güçlendiler. Yasa değişiklikleri ile kendi bürokrasilerini de koruma altına aldıktan sonra koruma halkalarını gün gün genişlettiler. Cezaevindeki hastalara rapor verenleri bile cezaevine atan, hasta odalarında baskın ve aramalar yapan bir zihniyetin, birilerinin kini susuncaya kadar ve intikamı, Adalet Bakanlığının yönetimindeki özel yetkili mahkemeler ve infaz evleri adaletin değil, iftiraların, tuzakların, sahte belgelerin ve komploların merkezi hâline gelmişken, artık yavaş yavaş koca bir morga dönmektedir. Bunu da hepimiz maalesef üzülerek günbegün izlemekteyiz.
Taammüden ölüme neden olan sahte dava kurgulayıcıları, tutuklayanlar devlet eliyle korumaya alınmış, tazminattan dahi muaf tutulmuştur. Bu haksız ve hukuksuz tutuklamaların sona ermesi için daha kaç kişinin ölmesi ya da isim isim kimlerin ölmesi bekleniyor? Biz bugün belki bilinenleri tekrar ediyoruz ama bir araya geldiğimiz her yerde, asıl önemli olan bence, bir kez daha aydınların, gazetecilerin ve halkın temsilcilerinin hürriyetlerini tehdit eden, demokrasiyi hapseden bu adaletsizliğe isyan hakkımızı kullanmalıyız. Bize söylemeyi, yazmayı, düşünmeyi yasaklayan, kendisi gibi düşünmeyen herkesi de iyi hâlli birer mahkûma dönüştürmeye çalışanları bir kez daha teşhir etmek için bunu sık sık yapmalıyız.
Bu nedenle, verdiğim soru önergemin kabulünü diliyorum. Saygılarımla. Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akova.