| Konu: | HDP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmında yer alan, Mersin Akkuyu'da kurulması planlanan nükleer güç santralinin bölgeye ve insan sağlığına zararlarının tüm boyutlarıyla araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin (10/821) ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 22 Ekim 2014 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 7 |
| Tarih: | 22.10.2014 |
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) - Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar, Mersin'de inşa girişimi hâlinde bulunan -aslında bunu da net olarak bilmiyoruz- Akkuyu Nükleer Santrali'nin çevre etki değerlendirilmesi yapılmadığı hâlde, halkla yapılan görüşmeler tamamlanmadığı hâlde yapılmış gibi kabul edilerek, yetkililer bu nükleer santral inşasını sürdürüyorlar.
Biz, bununla ilgili olarak Orman Bakanlığına da bir soru önergesi sunduk. Orman Bakanlığı bu soru önergesine verdiği yanıtta dedi ki: "Aslında ön izin gibi şeyler yoktur; dolayısıyla burada nükleer santralle ilgili herhangi bir şey yapılamaz. Fakat biz Orman Bakanlığı olarak, nükleer santral arazisinde madencilikle ilgili olarak çevre etki değerlendirmesi kabulünü sunduk. Dolayısıyla burada madencilik yapılmaktadır, nükleer santral yapılmamaktadır." Şimdi, tabii, bir nükleer santral inşa alanında madencilik işleri yapılıyor olması da bir tuhaf. Herhâlde yanlış bir yönlendirmeyle burayı kazarak uranyum bulmayı düşünüyorlar ama Türkiye sınırları içerisinde uranyum yok, hepimiz bunu biliyoruz. O nedenle ben bu cevabın da aslında problemin hem idari yönden hem siyasi yönden birkaç katlı olduğunu gösterdiğini düşünüyorum.
Şimdi, evet, böyle, burada bir usul meselesi var ama işin esasına bakalım. Esasen Halkların Demokratik Partisi olarak biz Türkiye'deki bütün ekolojik direniş hareketlerinin üzerinde birleştiği gibi, dünyadaki bütün ekolojik mücadele meselelerinin başında yer aldığı gibi nükleer santrallerin yapımının aslında öngörülen ihtiyaçlarla herhangi bir ilgisi olmadığını, bunun insan sağlığına, çevreye, gelecek kuşaklara büyük bir kirlilik mirası bırakacağını, kötü etkilerde bulunacağını söyleyerek, bir felaketin kapısını açacağını söyleyerek karşı çıkıyoruz. Ancak büyük bir talihsizlik eseri olarak bugün Başbakanın bir konuşmasını gördük. Başbakan şöyle şeyler söylüyor -inanılır gibi değil- diyor ki: "Biz acaba niye dünyada bu kadar geri kalmışız? Sadece bir Avrupa ülkesinde, Fransa'da 58-60 nükleer santral var, Japonya'da 100-130'u belki aştı. Biz hâlâ bekliyoruz. İnşallah 2023'te bu santralleri devreye sokacağız ve emir verdim, yüzde yüz millî bir nükleer santral de ben yaptıracağım."
Şimdi, gerçeklerin bu kadar saptırıldığı bir başka konuşma ben duydum desem yalan olur çünkü hepimiz dünyada olan bitenleri görüyoruz. Özellikle Fukuşima Nükleer Santrali kazasından sonra Japonya bu ülkede kurulu olan 54 nükleer santralden 52'sini kapattı ve geçtiğimiz yıl hiçbir enerji sıkıntısı olmadı ama Başbakan bir de endazesiz atıyor. 100-130 nükleer santral Japonya'da olduğunu söylüyor. Belki de bu, Japon nükleer santral endüstrisinin dünyanın başka yerlerinde, dünya halklarının başına açtığı belanın toplamıdır ama Japonya'da bu kadardı ve bundan Japonya vazgeçti.Almanya nükleer santrallerinin 2020'ye kadar tamamen devreden çıkartılmasını karar altına aldı. İsviçre 2034'e kadar 5 reaktörünü kapatacak. Belçika 2016-2025 arasında nükleer programını tamamen ortadan kaldıracak. Brezilya 2030'a kadar yapmayı öngördüğü 4 nükleer santral inşa planını iptal etti ve dünyadaki genel trend nükleer enerjiden cayma, bununla herhangi bir biçimde ilişki kurmama yönünde.
Bunu yapanların, bunu önerenlerin örneğin, Ahmet Davutoğlu'ndan ya da Türkiye'nin nükleer siyasetine yön verenlerden daha ahmak olduklarını düşünmek için hiçbir sebep yok çünkü dünyanın belli başlı, kalabalık ve endüstriyel gelişmede önde olan ülkeleri için bu nükleer santraller kendilerinden cayılabilir, ikame edilebilir şeyler ise Türkiye gibi bu yola hiç girmemiş olanlar için çok daha mümkündür bundan vazgeçmek. Ama bu nükleer santral tutkusunun, işin aslını isterseniz, enerji açığını kapatmakla da bir ilgisi yoktur çünkü herkes biliyor ki enerji açığının kapanması için devreye sokulması düşünülen bu nükleer santrallerin kendileri en büyük enerji tüketicisidir. Soğutulmaları için neredeyse ürettiklerine yakın enerji tüketmek gerekmektedir. Çevreye verdiği zarar, deniz sularının ısınmasına yol açmaları da bahsi diğer. Fakat daha gülüncü -ister istemez gülünç diyorum- Sayın Davutoğlu yüzde yüz millî bir santral yapacağım diyor. Ya nasıl yapacaksınız yüzde yüz millî bir santrali? Eğer Akkuyu'da kazdığınız madenden uranyum bulursanız belki yapabilirsiniz. Fakat Türkiye nükleer santrallerin başlıca yakıtı olan uranyumu üretmez. Dolayısıyla, temel yakıtını dışarıdan aldığınız bir santralin yüzde yüz millî olduğunu söylemek insanla alay etmek gibidir. Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetlerinin millîlikle ilgili takıntıları, esasen dünyadaki genel trendlere sırtlarını çevirmekle ilgilidir. Yani, millî felaketleri, millî bir başarı gibi gösterme belagatidir AKP sözcülerinin ağzındaki. Yüzde yüz millî hiçbir şey yoktur ve olamaz zaten bugünkü dünyada. Önemli olan, bu ülkede yaşayan, yüzde yüz T.C. yurttaşı olanların sağlıklarını, haklarını, geleceklerini ve yüzde yüz bize ait olan bu toprağın, denizin, havanın korunmasını sağlayacak mısınız, sağlamayacak mısınız? Mesele budur. Ama, kafaya takılmıştır ve illa ki bir nükleer güç sahibi olunacaktır. Sebep? Sebep, aslında bütün gelişmenin gerisinde kalmış ülkelerin kendisiyle şişinen yöneticilerinin kafalarına taktığı şeydir. Pakistan'daki durum neyse, İran'daki durum neyse, Hindistan'daki durum neyse Türkiye'deki de odur; elinde bir nükleer silah üretmeye yetecek kapasitede bir bilgi ve teknoloji bulundurmak, icabında komşularına ve başkalarına aba altından sopa göstermek, "bombayı patlatırım" tehdidiyle bölgesel egemenlik ve güç peşinde koşmak. Tesadüf değildir, dünyanın bütün gelişmiş endüstrileri nükleer santrale arkalarını dönerken bunlara yetişememe telaşı içerisindeki yerel egemenlerin, yerel ağaların, bölgelerinde ağalık peşinde koşanların nükleer silah peşinde koşması. O nedenle, kimse bize inandıramaz, nükleere olan bu tutkunun enerji açığını kapatmayla, Türkiye'nin iktisadi kapasitesinin, enerji kapasitesinin çoğaltılmasını sağlamakla ilgili olduğuna. Böyle bir şey söz konusu değil. Eğer böyle olsaydı, acil durum planı olarak Türkiye'nin elektrik potansiyelleri üzerine on yıllardır çalışan Elektrik Mühendisleri Odasının önerilerine kulak kabartırdınız. Kayıp kaçak oranlarını düşürdüğünüz zaman Türkiye'nin hâlihazır enerji açığı denilen şeyin tamamının bir seferde ortadan kalkacağını görürdünüz. O zaman bizi "Enerji açığımız var." diye nükleer santrallere razı etmek için ikide bir elektrikleri kesip büyükşehirleri karanlıkta bırakıp ondan sonra nükleer lobileri reklama davet etmezdiniz. O nedenle, biz yol yakınken Meclisimiz bu işe el koysun istiyoruz. Çünkü, bu nükleer merakı Türkiye'nin başına sadece bir enerji kapasitesinin, yenilenebilir enerji kapasitesinin israfı, bunun yerine kaynakların asla ekonomik olmayan, nükleer santraller gibi tehlikeli, sadece Türkiye'ye değil bütün dünyaya bir kaza hâlinde zarar verme ihtimali söz konusu olan enerji kaynaklarıyla uğraşmaktan vazgeçmesi, bunların peşinde koşmasının önlenmesi için Meclisimizin duruma el koyması gerek. Bütün usullere uyulmuş da olsaydı, ÇED usullerine, diğer usullerine, ihale usullerine uyulmuş da olsaydı, aslında bu nükleer politikadan vazgeçilmesi gerekirdi. Bütün mesele, sanayiye, kalkınmaya, gelişmeye, ilerlemeye nasıl baktığınızla ilgilidir. Doğayla dost, doğayla barışık bir biçimde kendi halklarınızın sağlık ve kaderiyle ilgili bir planlama mı yapacaksınız, yoksa sermaye sahiplerinin ve kudret sahiplerinin peşinde koştuğu, gücü aceleye getirilmiş, muazzam imkânların heder edildiği santrallerle mi? Buna Meclisimiz karar vermeli ve bu araştırmayı bir an önce başlatmalıdır.
Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)