| Konu: | İŞ KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 117 |
| Tarih: | 16.07.2014 |
CHP GRUBU ADINA İZZET ÇETİN (Ankara) - Sayın Başkan, Değerli milletvekili arkadaşlarım, 639 sıra sayılı İş Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı -tasarı diyeyim ben ama tasarı mı teklif mi, çok belli değil- üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bu kanun tasarısı, ön hazırlıkları yapılmadan, bu kanun tasarısından etkilenecek toplumsal kesimlerin görüşleri alınmadan, torba kanun olarak mayıs ayından önceki dönemlerde epeyce tartışılmış olmasına rağmen, sendikal konfederasyonlara bile gönderilmedi. Hatta en büyük işçi sendikaları konfederasyonu TÜRK-İŞ, 14 Mayısta teşkilatlarına "gayriresmî olarak ele geçirdiğimiz taşeron yasası" diye genelge gönderdi. 30 Mayısta bu tasarı Meclise akşam saatlerinde gönderildi, 3 Haziranda görüşmelerine başlandı, 4 Haziranda alt komisyonu kuruldu. Alt komisyon ve esas Komisyonda aralıksız otuz sekiz gün süren görüşmelerde 61 maddeyle başlayan tasarı esas Komisyona 106 maddeyle geldi, 106 maddeden şu anda 148+4+1=153'e çıktı. Şimdi burada ne olacağı, nerelere varacağı çok belli değil.
Tabii, "Hazırlığı iyi yapılmadı." dedim. Alt komisyon görüşmelerinde AKP'nin çoğunlukçuluk anlayışı tasarının şekillenmesinde etkili oldu, esas Komisyon görüşmelerinde de pek çok kez tasarı konusunda AKP, alabildiğine çoğunluğunu kullanma yöntemini seçti. Muhalefet partilerinin vermiş olduğu önergelerden hiçbirisi dikkate alınmadığı gibi -kitabı çok kalın olduğu için getirmedim- içi gerçekten yanlışlarla dolu kanun teklifleri usulüne uygun olarak, teklif olarak ele alınmadı, önergelere çevrilip önergeler reddediliş biçimiyle geçmiş olmasına rağmen sanki işlem yapılmış gibi kanun tasarısının, kitabın içine dercedildi.
Değerli arkadaşlar, kamuoyunda "Soma kanun tasarısı" olarak bilinen bu kanun tasarısı, Soma'da 13 Mayısta Yaşanan, 301 madencimizin feci şekilde ölümüne yol açan iş cinayeti sonucunda ortamı yatıştırmak amacıyla, taşeron sisteminin azgınlaşmasını da dizginlemek amaçlı olarak sunuldu ama ne yazık ki taşeron sistemini dizginlemek bir tarafa, 301 madencinin -üzülerek söylüyorum- cesetleri üzerinden taşeron sistemi Türkiye'de bu tasarıyla gerçekleştirildi.
Sadece taşeron sistemi gerçekleştirilmedi, bu tasarıyla AKP'nin 17 Aralık 2013 ve 25 Aralık 2013'ten sonra ortaya çıkan kirliliğinin, irininin temizlenmesi de -yine üzülerek söylüyorum- madencilerin cesetleri üzerinden yapılmak istendi. Buna ne AKP'nin ne de herhangi bir kimsenin hakkı da yok, yetkisi de yok. Çünkü, ölen madencilerin ölüm ihbarları yapıla yapıla geldi buraya. O kazadan on beş gün evvel Manisa Milletvekili arkadaşımızın baretiyle burada yaptığı konuşma AKP'nin oylarıyla reddedilmişti.
Aynı anlayış sürdü, hem alt komisyonda hem esas komisyonda sürdü. Niye sürdü? Çünkü AKP'nin asıl amacı Soma'daki maden faciasında yaşamını yitirenlerin geride kalanlarının durumunu düzeltmek ve azgınlaşan sistemi dizginlemek olsaydı 3 muhalefet partisinin de ayrı ayrı hem alt komisyonda hem esas komisyonda vermiş oldukları... Gelin bu Soma faciasında geride kalanlarla ilgili maddeleri, taşeron sistemiyle ilgili maddeleri, sizi anlıyoruz, 47 kez vergi affı yaptınız, prim affı yaptınız, o afları da getirin, üç günde geçirelim diye ayrı ayrı önerge verdik.
İşte burada Başkan, Başkanın yanında -kusura bakmasın- "çavuşo" dediğim arkadaşım ve "dayıbaşı" buralarda gözükmüyor... Üst komisyonda da alt komisyonda da tıpkı madenlerdeki dayıbaşı yöntemiyle çalıştı Komisyon ve Meclis. Meclis bürokratları, Çalışma Bakanlığı bürokratları sabahlara kadar o şekilde çalıştırıldı. Ne var bunda?
Değerli arkadaşlar, gerçekten bu tasarı Soma'da yaşamını yitiren işçilerin geride kalan çocuklarının sorununu çözmeyi amaçlamış olsaydı, o sorunun çözümü 76 milyon yurttaşımızın, acıyı hisseden yurttaşımızın ödediği vergilerden oluşan bütçeden, genel bütçeden karşılanırdı. Ne yaptı AKP? Alt komisyon çalışmaları sırasında burada görüşülmekte olan Türk Ceza Kanunu'na, gece yarısı, 102'nci madde diye bir madde ekleyerek burada, o geride kalanların özlük haklarını İşsizlik Sigortası Fonu'na yıktı.
Başbakan meydanlarda bağırıyor: "İki konut vereceğiz, şunu yapacağız, bunu yapacağız." Onu da genel bütçeden karşılama yerine, sözüm ona hayırsever yurttaşların yapacağı evleri dağıtarak, baba bağından mal bağışlayan mirasyedi gibi hareket ediyor; buna hakkı yok.
Gerçekten, Türkiye Cumhuriyeti devleti, Anayasa'sının 2'nci maddesinde yazılı demokratik, laik, sosyal hukuk devletiyse, 301 madencinin geride kalan çocuklarına, eşlerine bakabilecek güçte olmalı ve öyleydi. Şimdi, siz 76 milyonun üstlenmesi gereken bir riski sadece emekçilerin İşsizlik Sigortası Fonu'na yıkarak yine kimden yana olduğunuzu gösterdiniz.
Değerli arkadaşlar, her şeye rağmen -3 muhalefet partisini ayırmadan söylüyorum- madencilerle ilgili, Soma'yla ilgili, yer altındaki çalışmalarla ilgili, sosyal güvenliğe ilişkin pozitif düzenlemelerle ilgili desteğimizi alt komisyonda da esirgemedik, esas Komisyonda da esirgemedik. Ufak tefek kırpıntılar var madencilere ilişkin ama kaza sadece Soma'da olmuş gibi, Soma işçilerine, Soma'da yaşamını yitirenlere var; Zonguldak'ta yaşamını yitirenleri, Şırnak'ta yaşamını yitiren madencilerin çocuklarını kapsamayacak şekilde düzenlendi. Amaç o ortamı yatıştırmak, Manisa'yı yatıştırmak, bu arada da bir şey yapıyormuşçasına hareket edip malı götürmek.
Değerli arkadaşlar, gerçekten bu kanun tasarısının içerisinde, yer altındaki çalışmalara ilişkin, çalışma süresinin önce otuz altı saate indirilip -herkesi sevindirdi, biz de destekledik- arkasından, verdikleri önergeyle yeniden kırk beş saate çıkartılmasına tanık olduk.
Pozitif düzenleme olarak: onların, madenlerde çalışanların yıllık izinlerine dörder gün ilave edilmesi pozitif bir düzenleme, katıldık. İzinlerinin işveren tarafından kontrol edilmesine -izin defterlerinin- katıldık. Onların işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alt işverene yıkılması doğru değil, asıl işverenin sorumluluğunda bunu düzenlemeye koydular, bir şey söylemedik.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bütün bunları yaparken taşeron sistemini kalıcılaştırmak için "Hangi işin asıl iş, hangi işin alt işverenin işi, taşerona verilmesi gerektiğine Bakanlar Kurulu yetkili kılınsın." denildi. Bakanlar Kurulu da 3 sendika konfederasyonunu ve işçi, işveren sendikalarının konfederasyonlarını, suç ortağı olarak yakasına yapıştı ve yanına aldı. Ne yaptı arkasından? Bugüne kadar beş buçuk yılı aştı, en son 5 Şubat 2009'da topladıkları Ekonomik ve Sosyal Konseye üye olmak kaydıyla onların barajlarını 1'e indirdi, sendikal barajları. 2016'ya kadar yüzde 2, 2018'e kadar yüzde 3 olacak barajlar, bir rüşvet gibi sendikalara verilerek yüzde 1 olmasını kabul etti. Bir şey daha yaptı; bu hüküm Anayasa'ya kesinlikle aykırı: Eğer bağımsız sendikalar için yüzde 3, Ekonomik ve Sosyal Konseye üye konfederasyonlara yüzde 1 olarak uygularsanız, Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırı davranırsınız ve bu madde Anayasa Mahkemesinden, 2 kere 2'nin 4 ettiği gibi gerçekliktir, geri gelecektir.
Bir başka aykırı düzenleme: Eğer alt işveren de toplu sözleşme yaparsa ve sendika, toplu sözleşmeyi kamu işveren sendikalarıyla imzalarsa oluşacak ücret artışını fiyat farkı olarak müteahhide vermeyi kabul ediyor. Burada da zorlama var, yine Anayasa'nın "Herkesin sendikalara üye olma, üyelikten ayrılma hakları vardır, buna müdahale edilemez." hükmüne aykırıdır, bu da geri dönecektir.
Değerli arkadaşlar, acı olan bir başka olay var: Gerçekten, madencilere ilişkin, Soma'daki işçilere ilişkin düzenlemelerde daha hiçbir şey maden işçilerinin cebine girmedi. Cebine girmedi ama AKP'nin militan kurmayları işverenlere, böyle, hemen hemen... Öyle bir alt işveren hayranlığı doğdu ki içlerinde, daha o düzenlemeler yapılmadan TKİ'yi çağırdılar "Vay efendim, biz izinleri dörder güne çıkardık, 'Madenlerdeki ücret, asgari ücretin 2 katından az olamaz.' dedik, bunun bir maliyeti var, biz bu maliyeti SOMA AŞ'ye fark olarak vermek zorundayız." "Ya kardeşim, bir yürürlüğe girsin, çıkarırız bir kanun, sözleşmenin ya da o farkın yürürlük tarihinden itibaren uygularız." "Yok efendim, bunu hemen yazacağız." Yani, ölen madencilerin mezarlarında ot bitmeden, daha o çocukların yaraları, vicdanlarında akan kan durdurulmadan patrona, taşerona ben kaynak aktaracağım. Değerli arkadaşlar, buna hiç kimsenin hakkı yok, böyle bir vicdansızlığı Büyük Millet Meclisinin kabul etmeyeceğini düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, gerçekten, bunun içerisinde vergi affı var, sigorta prim affı var, gümrüklere yönelik af var, yurt dışında çalışırken emekliliğe erişememiş yurttaşlarımıza yurt dışı borçlanma hakkı var ama yurt içinde bir ayı, iki ayı, bir yılı, iki yılı kalmış, prim eksiği olan, Türkiye'de emeklilik yaşını doldurduğu hâlde prim eksiği olan vatandaşa borçlanma yok. Emeklilikte yaşa takılan yurttaşlarımız seslerini duyurmak için her yola başvuruyor, onların sesini duymak yok. 2000'den önce vergi mükellefi olmuş ama bir biçimde BAĞ-KUR'lu olamamış, o nedenle primlerini tamamlayamamış esnafın borçlanma hakkı yok; yurt dışına istediği kadar var!
Bunun içinde, değerli arkadaşlar, gerçekten, madencilere yönelik düzenlemeler henüz yasalaşmamışken alt işverene -tekraren söylüyorum- kaynak transferi var.
Bunun içinde, özelleştirmedeki yolsuzlukları örtmek için yasaların uygulanmayacağına ilişkin, özelleştirmelere ilişkin düzenleme var.
Bunun içinde, kasa mevcutlarında, işletmenin esas faaliyet alanı dışında elde ettiği gelirlerin, TÜRGEV'e aktarılan bu 99 milyon 999 bin 990 dolarlık paranın yüzde 3 vergiyle meşrulaşması, muhasebeleştirilmesi var.
Bunun içinde, Melih Gökçek, Yenimahalle Şentepe'ye evlerin üzerinden teleferik yapıp yolun altından, binaların altından tünel ya da raylı sistem döşemesi hâlinde kamulaştırma ya da kamulaştırma karşılığında irtifak hakkı kurma gibi zorunluluğu taşımıyor, onlara serbestlik, onları aklama var.
Bunun içinde, Belediye Kanunu'nun 15'inci maddesinde değişiklik yapıp "arsa" yerine "taşınmaz" yazarak İstanbul'daki kıyıları, limanları, ormanları, yaylaları, meraları, yaylakları, otlakları, tabiat varlıklarını, kültürel varlıkları bedelsiz ya da düşük bedelle üçüncü kişilere aktarmak ve dolayısıyla TÜRGEV'e aktarabilmek var.
Yine bunun içinde, paralel yapıyla uzun ince bir yolda yıllarca yürüyüp şimdi "Yollarımız ayrıldı." diyerek onlarla hesaplaşma adına memurları, özellikle Emniyet teşkilatındaki memurları sürgün edip arkasından yargıya giderlerse, yargı kararını iki yıl uygulamama serbestisini istemek var.
Değerli arkadaşlar, bunun altını çizerek söylüyorum: Bu yasa, özellikle memurların tayin, atama, terfi vesair özlük haklarına ilişkin düzenleme 12 Eylül 1981 yılında, Kenan Evren döneminde yapıldı. Kenan Evren bile, memurların bir ay içerisinde eski görevlerine iade edileceğini hüküm altına almışken Recep Tayyip Erdoğan imparatorluğunun yapmış olduğu yasada, iki yıl içinde görevine iade ama aynı görevine değil, ücretinde eksiklik olmadan emsal bir göreve iade ederek memurun burnunu sürtme var.
Yetmedi, hızlarını alamadılar; esas komisyonda gündeme getiremez konuma geldiler. Burada askerlere ilişkin, asker kişiler hakkında tesis edilen atama, görevlendirme ve ayırma işlemleriyle ilgili olarak -aynı polisler ve üst düzey kamu görevlileri gibi- onları da hallaç pamuğu gibi atıp iki yıl sonra görevine iade etmemek için direnmek var. Bunun altyapısını hazırladılar. Bunun altyapısını hazırlamak için de yandaş bir medyaya "Paralel 40 general var." diyerek altyapısını hazırladılar ama Plan ve Bütçe Komisyonundaki üye arkadaşlarımız buna izin vermediler, vermedik. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, gerçekten, Hacettepe Üniversitesi başta olmak üzere, üniversite arazilerini, üniversitelerdeki tıp fakültelerinin borçları mukabilinde, borçları karşılığı ranta açmak, satmak var.
Başbakan ya da Bakanlar Kurulunun herhangi bir bağış kampanyası yapması hâlinde, o bağışı mükellefin doğrudan doğruya vergiden indirmesi, indirebilmesi var.
Yine, bu tasarının içerisinde, Başbakana zırh oluşturmak için 380 adet, "sektörel izleme ve değerlendirme raportörü" adı altında 380 militan kadro tahsis etmek var; Nereye kullanacağı meçhul, üstelik de bu kadroyu yüzde 75'e kadar artırım yetkisi var.
Değerli arkadaşlar, gerçekten, bu kanun tasarısı içerisinde emekçiler yok, memurlar yok, köylüler yok. "Torba kanun" dediler, "Taşeron sistemin yaralarını saracağız, Soma'da ölen madencilerin yaralarını saracağız." dediler. 46 milyon lira toplanmış, Başbakan açıklıyor. Eğer bu millet Başbakana ve AKP'nin politikalarına ve tutumuna, söylemleri ile eylemlerinin bir olduğuna inansaydı şimdiye orada imece usulü her şeyi yapabilirdi. İnandırıcılığınızı yitirdiniz.
Yukarıda, biz milletvekillerini bir kenara bırakın, herkesi orada köle gibi çalıştırdınız, köle gibi muamele yaptınız.
Değerli arkadaşlar, her şeye rağmen, bu kanun gerçekten bir temel kanun olma niteliğinden uzak. Burada görüşmeler yapılıyorsa bu, muhalefet partilerinin olgunluğundan kaynaklanan bir durum. Hangi kanunların temel kanun olabileceği İç Tüzük'ün 91'inci maddesinde son derece açık. Temel kanun olmayan, derme çatma, 74 kanun ya da kanun hükmünde kararnamede değişiklik yapan bir ucubeyi getirip burada bölümler hâlinde görüştürmenin hiçbir haklı gerekçesi yok.
Değerli arkadaşlar, gerçekten, bu temel kanun olamaz. Bu torba tasarının, değerli arkadaşlarım -altını çizerek söylüyorum- ilkesi yok, kanun yapma tekniklerine uygun değil, anlaşılır değil, kanunların genelliği ilkesine uygun değil. Bu tasarının kuralı yok, bu tasarının ahlakı yok, bu tasarının namusu yok. Gerçekten, çok ilkel yöntemlerle dayatılmış bir tasarı, kanun diye bu millete yutturulmaya kalkışılıyor. Buna hiç kimsenin hakkı yok.
Son sözlerimi söylemeden önce, değerli arkadaşlar, gerçekten, buna "kanun" diyenlere, yargıyı hiçe sayanlara bir paragraf metin okumak istiyorum, daha doğrusu okuma yerine anlatmak istiyorum: Biliyorsunuz "Berlin'de hâkimler var." cümlesi herkes tarafından bilinen bir cümle. Bunun nereden geldiğine bir baktım. Prusya Kralı Büyük Friedrich, Postdam ormanlarında gezerken çok güzel bir tepede bir değirmen görür, değirmenciyi çağırır, der ki değirmenciye: "Burayı bana sat, ben buraya saray yapacağım.", "Satmam." der değirmenci. "Ya, 2 katı para vereceğim.", "Hayır, istemem." Der ki: "Kat kat fazlasını vereceğim.", "Olmaz." "Ya, sen beni tanımadın galiba, ben Prusya Kralı Friedrich.", "Bildim, tanıdım." der. "E, tanıdın da niye vermiyorsun? Ben de zorla alırım." der, "Hayır, zorla alamazsın, Berlin'de hâkimler var." der. O zamanlar Prusya Kralı Friedrich adalet reformunu yeni yapmış; o kadar hoşuna gider ki "Demek ki, benim oluşturduğum adalet bana karşı olsa bile, benim halkım ona güvenmiş, 'Berlin'de hâkimler var.' diyor. Ben buraya bu sarayı yapacağım..."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İZZET ÇETİN (Devamla) - "... ama bu değirmeni Prusya Krallığı var olduğu sürece kimse yıkamayacak." der.
Adalet anlayışınıza örnek olması dileğiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)