GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: MHP GRUBUNUN, GRUP BAŞKAN VEKİLİ İZMİR MİLLETVEKİLİ OKTAY VURAL, GRUP BAŞKAN VEKİLİ KAYSERİ MİLLETVEKİLİ YUSUF HALAÇOĞLU VE ANKARA MİLLETVEKİLİ ZÜHAL TOPCU TARAFINDAN, SÜREKLİ DEĞİŞEN VE GELİŞEN BİLİM DÜNYASINDA TÜRKİYE'NİN DE ADININ GEÇMESİ İÇİN AKADEMİSYENLERİN ÖZLÜK HAKLARIYLA İLGİLİ DURUMLARININ ULUSLARARASI VE ULUSAL ARENADA DETAYLI BİR ŞEKİLDE ARAŞTIRILMASI AMACIYLA 21/1/2014 TARİHİNDE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA VERİLMİŞ OLAN MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGESİNİN, GENEL KURULUN 16 TEMMUZ 2014 ÇARŞAMBA GÜNKÜ BİRLEŞİMİNDE SUNUŞLARDA OKUNMASINA VE ÖN GÖRÜŞMELERİNİN AYNI TARİHLİ BİRLEŞİMİNDE YAPILMASINA İLİŞKİN
Yasama Yılı:4
Birleşim:117
Tarih:16.07.2014

OĞUZ OYAN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu konu Meclisin gündemine defalarca geliyor. En son, 21 Ocak 2014'te bu konu gene bir araştırma önergesi üzerinden tartışılmıştı. Üniversite öğretim üyelerinin ve yardımcılarının özlük haklarının son on yılda ne kadar gerilediğini gösteren o kadar çok çalışma var ki buna rağmen hâlâ bu konuda düzeltme yapılmaması akıl alacak iş değildir. Bakın, 2001 ile 2013 arasında millî gelir artışı 7 kat olmuş; memur maaşlarındaki artış 11 kat olmuş, güzel; öğretmenlerde 9,5 kat olmuş, o da iyi, peki.Peki, profesörlere gelelim, profesörlerin maaşları 5 kat artmış. Yani millî gelir 7 kat artıyor, öğretmenlerin 9,5 kat, profesörlerin 5 kat, yardımcı doçentlerin gene 5,2 kat, araştırma görevlilerinin 6,3 gibi -biraz daha iyice ama gene de çok kötü şeye göre, millî gelir artışının altında- doçentler için de 4,2 kat yani millî gelir artışının neredeyse yarısı kadar.

Bu bize bir şeyi gösteriyor: Hem akademisyenlerin arasındaki maaş orantıları farklılaşmış; eskiden doçent ile profesör arasında daha az fark varken şimdi daha çok olmuş çünkü doçentin daha az artmış. Bu, aslında, bizim bilimsel araştırmaya ne kadar az önem verdiğimizi gösteren bir şey.

Bakınız, size çarpıcı bir örnek vereyim -hani, kaymakam, vali, genel müdür kıyaslaması yapmayayım- burada çalıştığımız Meclisteki danışmanlarımız, birinci derecedeki danışman profesör maaşı alıyor aşağı yukarı. Yani, bu nasıl bir dengesizliktir? Yani "Buradaki danışmanlar çok aldı." falan demiyorum, yanlış anlamayın ama bir profesörün, bir doçentin, bir yardımcı doçentin, bir araştırma görevlisinin, öğretim görevlisinin dünya standartlarının çok altında alması kabul edilebilir bir iş değildir.

Buraya yapılacak yatırım, buraya yapılacak özlük hakları artışı asla boşa gidecek bir şey değildir. Eğer biz gerçekten bilime öncelik vermek istiyorsak, eğer bizim böyle bir derdimiz varsa -olduğu tartışmalı görülüyor- bunu yapmalıyız. Hatta, bunun ötesinde biz bilimsel araştırmalar için özel bir statü de oluşturmalıyız yani bilimsel araştırmaları destekleyen bir yeni anlayış geliştirmeliyiz. Dolayısıyla, çok ciddi bir sıkıntı olduğunu burada görüyoruz ama sıkıntılar keşke sadece maaşla ilgili olsaydı.

Ben bir üniversite öğretim elemanlığından, üyeliğinden gelme bir arkadaşınız olarak yani otuz küsur yılı -doktora dâhil- bu kurumlarda geçirmiş biri olarak şunu söyleyeyim: Üniversitenin olmazsa olmazı üniversitenin teneffüs edeceği ortamdır. Eğer bir özgürlük ortamı yoksa, eğer bilimsel özgürlüğe uygun bir yapı yoksa, uygun bir idari yapı yoksa, yönetimi yoksa -YÖK'ünden üniversite rektörlüğüne, dekanlığına kadar- öyle bir özgür havanın solunmadığı ortamda bilim yeşermez. Bilim aykırı olmayı sever, aykırı olmadığınız zaman bilim üretemezsiniz. Bilim, başı sallayarak "Evet efendim." ya da birtakım birilerinden birtakım konuları alıp aktararak olmaz; yaratıcılık, üreticilik gerekir, onun için aykırı olmayı gerektirir. Aykırı olmak için de üniversite yönetimlerinin baskısının olmaması gerekir, baskı varsa üretim olmaz, bilim olmaz.

Ama bakın şimdi Türkiye'de bütün üniversiteler taşralaşıyor. Taşralaşma coğrafi anlamda değil, yanlış anlamayın yani bugün Almanya'da, Fransa'da, Amerika'da burada başkent dışı kentlerde dünyanın en seçkin üniversiteleri var, coğrafi olarak anlamayın. Türkiye'de de bu taşralaşma dediğimiz şey aslında bugün birçok merkezdeki üniversiteleri de kapsayan giderek bulaşıcı bir hastalık olarak yayılıyor yani bilimin ikinci plana atıldığı bir yeni durumla karşı karşıyayız. Bakın, bugün Türkiye'de 176 tane üniversite var, bunun 102'si devlet üniversitesi. Şimdi, bu devlet üniversitelerinde 122 bin öğretim elemanı var, vakıf üniversitelerinde 19 bin yani devlet üniversiteleri yüzde 86'yı temsil ediyor. Vakıf üniversitelerindeki özlük hakları, ücretler devlet üniversitelerinden daha iyi noktada. O yüzden de bir kaçış da oluyor, bunu besleyen bir süreç de var. İyi ama yani, sizin öğrenciniz, öğrenci sayısı, 2013 itibarıyla 5 milyon 89 bin öğrenci devlet üniversitelerinde yani yüzde 93'ü devlet üniversitelerinde, 351 bini vakıf üniversitelerinde. Yani, sizin ne yapmanız gerekiyor? Bir kere, bu devlet üniversitelerinde ana omurgayı oluşturan, üniversite eğitiminin ana omurgasını oluşturan devlet üniversitelerine öncelik vermeniz gerekiyor. Yani, istediğiniz kadar teşvik edin, vakıf üniversiteleri üzerinden bir üniversite eğitimini temellendiremiyorsunuz. Zaten bugünlerde görüyorsunuz, işte, üniversite seçmede olay tam bir piyasa rekabeti hâlinde. Bütün gazetelerde, televizyonlarda üniversite rekabeti... Vakıf üniversiteleri özellikle bu konuda çok büyük bir rekabet içine girdiler. İşte, "Şu kadar burs veriyoruz" vesaire.

Bakın, ben size şunu söyleyeyim samimi olarak: Bugünkü devlet üniversitelerinin -104 tane üniversite var- aşağı yukarı yarısı üniversite niteliğini, kimliğini hak etmiyor. Vakıf üniversitelerinin de yaklaşık üçte 2'si üniversite kimliğini hak etmiyor. Bunlar lise düzeyinde bile değiller belki de bizim dönemimizin, 60'ların liseleri -ben 60'larda liseyi okumuştum- düzeyinde bile değil. Dolayısıyla, burada bir üniversite politikamızın olması gerekiyor. Bu politikanın kuşkusuz bir özlük hakları ayağı vardır ama ikincisi, bu dediğim genel çerçeve yani bu özgürlük ortamının oluşması ayağı vardır.

Bakın, ben size başka bir şey de söyleyeyim: İş güvencesi... Bir üniversite öğretim elemanı eğer iş güvencesi tehdidi altındaysa -ki büyük bölüm bu tehdit altında, araştırma görevlileri, yardımcı doçentler- o zaman nasıl özgürce bilim üretecek her an kafasında bölüm başkanı, dekan, rektör sopası varken? Atılabilir, uzatılmayabilir. Dolayısıyla, bir kere bunu halletmeniz gerekiyor. Yani, böyle bir eğreti statüyle üniversite öğretim elemanlığı bağdaşmaz. Kaldı ki bu eğreti statüler arasında da fark var. Yani, biz araştırma görevlilerini 2 ayrı statüden istihdam ediyoruz üniversitelerde. Bunun bir ayağı, YÖK Kanunu'nun 33'üncü maddesinin (a) fıkrasına göre istihdam edilenler, kadrolular, doğru olanı bu ama daha büyük istihdam ayağı, YÖK Kanunu'nun 50'nci maddesinin (d) fıkrasına göre yani eğreti, yani burslu öğrencilik gibi tanımlanıyor, doktoran bitti mi yallah kapı dışarı. Böyle bir anlayış olur mu? Yani, bir kere, bütün bu 50'nci maddenin (d) fıkrası kapsamında olanların 33'üncü maddenin (a) fıkrası kapsamına geçirilmesi gerekiyor. Siz bunun dışında burs vermek istiyorsanız verin, yüksek lisansta verin. Hatta, size şunu söyleyeyim: Türkiye'de gerek yüksek lisans ve doktora öğrencileri gerekse de tıpta belirli bir sınıftan sonraki öğrenciler bir görünmez emek ordusu olarak kullanılıyor, bedavaya kullanılıyor değerli arkadaşlarım. Burs verecekseniz, işte burada vereceksiniz. Yani, siz üniversitenin işlerinde çalıştırdığınız ama hiçbir şekilde herhangi bir sosyal güvenceye tutmadığınız kişileri mutlaka bir kapsama, bir örgün istihdam kapsamına almanız gerekir.

Dolayısıyla, bilimsel araştırma faaliyetlerinin bir emek süreci olarak tanımlanması gerekir ve burada araştırmacıların haklarının doğru bir şekilde verilmesi gerekir. Üniversite öğretim elemanlarının ücretlerinin mutlaka millî gelire endekslenmesi gerekiyor ve aradaki kayıpların behemehâl, derhâl kapatılması gerekiyor. Çünkü bugünkü ücretle, bugünkü maaş düzeyiyle, bir kere, bir üniversite öğretim üyesinin kendi sosyal statüsüne uygun yaşam koşullarını oluşturması mümkün olmaz hâle geliyor ve giderek ek derslere, araştırma projelerine, vesaire gibi kendi esas işini, esas araştırma ve eğitim işini dışlayan birtakım alanlara kayabiliyor.

O yüzden, bu önergeye biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak destek veriyoruz ve sizlerin de destek vereceğinizi umuyoruz.

İlginiz için teşekkür ederim. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)