GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TERÖRÜN SONA ERDİRİLMESİ VE TOPLUMSAL BÜTÜNLEŞMENİN GÜÇLENDİRİLMESİNE DAİR
Yasama Yılı:4
Birleşim:113
Tarih:08.07.2014

CHP GRUBU ADINA OĞUZ OYAN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iktidarın bugün Meclisin önüne getirdiği yasa tasarısı hukuk sakatlıklarıyla malul. Bunun seçime bir ay kala geldiğini ve altı yedi yıldır sürdürülen ve bundan sonra sürdürüleceği anlaşılan müzakerelere yasal dayanak hazırlamak ve Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Kürt siyasi hareketinin desteğini arkasına almak için bir siyasi manevra olarak samimiyetten epey yoksun bir biçimde önümüze geldiğini görüyoruz.

1'inci maddede belirtilen, terörün sora erdirilmesi ve toplumsal bütünleştirmenin güçlendirilmesi amacı bizim CHP olarak karşı çıkabileceğimiz bir amaç değildir. Ancak, böylesine muğlak, soyut ve kapalı bir tanım yapılamaz. Bu tanım açıkladığından fazlasını gizlemektedir; bu, yasama usulüne aykırıdır. Bizim bugüne kadarki sürece temel itirazlarımız çözüme değil, yöntemine karşı olmuştur. Meclisten ve Bakanlar Kurulundan dahi kaçırılarak sürdürülen müzakerelerin şekli kadar bu müzakerelerdeki muhataplık sorunları, başlangıçta müzakerelerin yabancı bir ülkede, yabancı ülke temsilcisinin varlığıyla yapılmış olması gibi konular itirazlarımız arasındadır. Ne alıp ne verildiği konusunda Başbakan dâhil bir dörtlünün, bir kuartetin inisiyatif kullandığı, Meclisi dışladığı bir müzakere biçimi kabul edilemez. Şimdi, getirilen tasarı bu boşlukları doldurmaya çalışırken hukuk dışılığa savrularak yeni sorun alanları yaratmaktadır.

CHP olarak bizim çözüm konusunda 5 temel başlangıç ilkesi çerçevesinde önerilerimiz vardır; eğer bu öneriler çerçevesinde bir süreç başlatılırsa bunun doğru sonuçlar verebileceğini düşünüyoruz. Nedir bu temel ilkeler?

Birincisi bir kere, ülkede demokrasi olmadan bir bölgeye veya bir etnik topluluğa demokratik çözüm getirmek tasavvuru ham hayaldir, kalıcı sonuç vermesi olanaksızdır; Gezi direnişi bunu bir kez daha göstermiştir. Ülkede demokrasi isteniyorsa hemen atılabilecek adımlar bellidir. Seçim barajını kaldırmaktan başlayacaksınız, özel yetkili terör mahkemelerini bütün sonuçlarıyla ve yeni peydahlanan türevleriyle lağvedeceksiniz, toplantı ve gösteri hakkını tam güvenceye alacaksınız, faili meçhul cinayetlerin üzerine gideceksiniz, Uludere gibi katliamların sorumlularını ucu hangi tepelere giderse gitsin yargılayacaksınız, hukuk devletine ve medya özgürlüğüne saygı göstereceksiniz, haksız tutukluluklara ve Gezi sonrası artan polis ve yargı şiddetine derhâl son vereceksiniz, düzmece delillerle iddianame düzenleyenleri ve onlara kol kanat geren siyasileri yargılayacaksınız, yalan iddialarla mahkûm edilenlere yeniden ve adil biçimde yargılanma hakkını tanıyacaksınız; bunlar bizim 17 maddelik demokratikleşme paketimiz içinde vardır.

İkinci temel mesele şudur: "Ver çözümü al diktatörlüğü" türünden bir örtülü pazarlığın toplumun büyük çoğunluğu bakımından demokrasi dışı, siyasi ahlak dışı, ilkesiz, samimiyetsiz olarak algılanması, damgalanması ve kabul edilemez bulunması kaçınılmazdır; Gezi direnişi bunu da haykırmıştır aslında. Sadece kendi tek gündemine sıkışarak teokratik faşizme yol veren anlayışlarla demokrasi, kardeşlik, toplumsal bütünleşme sağlanamaz. Düzmece Ergenekon, Balyoz, casusluk, Oda TV davalarını telin etmeden KCK davalarında hukuk aranamaz. Bu davalarda ve benzerlerinde AKP icraatlarıyla pozitif bir duygudaşlık içine girilerek ülkenin demokratik kamuoyu kazanılamaz. Ülkedeki demokratik talepleri, Gezi'yi, 17 Aralık yolsuzluk operasyonunu ve benzerlerini, çözüm sürecini baltalamaya yönelik operasyonlar olduğuna dair açıklamalarla geçiştirmek veya iktidar partisini yıpratmamaya öncelik vermek bu toplumun en azından yarısının kabul edebileceği bir durum değildir.

Üçüncü olarak şunu söyleyeyim, üçüncü temel başlangıç ilkesi: Çözüm süreci kapalı kapılar ardında toplumdan ve toplumun seçilmiş temsilcilerinden gizlenerek yürütülmez. Bu Meclis, Kurtuluş Savaşı'nı yürütmüştür, böylesine süreçten dışlanma kabul edilemez bir durumdur. İktidar partisinin dar kliğinin, tek taraflı siyasi sorumluluktan uzak anlayışlarla -ki bu yasa tasarısı yeniden Anayasa'ya göre bir tek Cumhurbaşkanına ait olan sorumsuzluğu, bakanlara, Bakanlar Kuruluna, Başbakana ve kamu yöneticilerine vermektedir- burada bu süreci yönetme meşruiyetine sahip olmadığını düşünüyoruz. Eğer bir çözüm süreci işleyecekse, bunun adresi Büyük Millet Meclisidir. Bu konuda bir değerli milletvekilimizin toplumsal mutabakat komisyonu oluşturulmasına dair bir kanun teklifi vardır. Bunu niye birleştirmiyorsunuz? Eğer gerçekten samimi iseniz ve kapalı kapılar ardından çıkmayı istiyorsanız... Ama istemediğiniz çok açık.

Dördüncü olarak: Türkiye, etnik, bölgesel sorunlarını kendi ülke sınırları içinde çözebilir ve çözmelidir. Sınır dışında çözüm aramak, kontrolü elden kaçırmak demektir, maceradır, yeni Osmanlıcılıktır. Dolayısıyla, emperyalizmin büyük Orta Doğu planlarına dâhil olmak demektir ve muhtemel sonucu bölgesel savaştır. Toplumun ezici çoğunluğu tüm bu olasılıkları reddetmektedir. Ama iktidar partisi kendini birtakım hayallere kaptırarak, sınır ötesinde provokasyonlara zemin hazırlayıcı bir tavra girmiş, cihatçı terör örgütleriyle açık veya örtük iş birlikleri geliştirmiş, kendi gücünü de abartarak bölgeyi kendi emelleri doğrultusunda şekillendirmeye niyetlenmiştir. Bugünkü kaotik ortamda bile bu düşüncesinden tamamen vazgeçtiğini gösteren emareler yoktur.

Beşincisi: Kürt sorunu sadece kimlik sorununa indirgenemez. Bölgeye özgü ekonomik, sosyal sorunlara, özellikle bölgenin geri kalmışlık sorununa yönelen bir program içermeyen hiçbir çözüm arayışı kalıcı olamaz. İşsizlik ve yatırımsızlık, eğitimde fırsat eşitsizliği, cinsiyet ayırımı -had safhada bölgede- yolsuzluk, yoksulluk, Suriye göçleri sonucunda asgari ücretin altında çalışmaya itilen kitleler, kamu yönetimince partizanca -başka bölgelerde de var ama bu bölgede bir başka şekilde- dışlayıcı atamalarla veya yükseltmelerle süren kamu yönetimi anlayışları, tarımsal desteklemelerin yetersizliğinin bölgede çok daha ayyuka çıkmış olması, köye dönüş ortamının hâlâ sağlanamamış olması bu bölgenin temel sorunlarına çözüm bulunmadığını gösteriyor. Bu iktidar -unutmayalım- 2007'ye kadar yani ilk beş yılında GAP yatırımlarına kuruş harcamamış bir iktidardır ve 2007'den sonra da harcadığı kuruşların hepsi İşsizlik Fonu'ndan aktarılanlardan oluşmaktadır. Yani bütçeye bunun için ödenek bile koymamaktadır.

Dolayısıyla bu bölgede tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi, sanayi ve altyapı yatırımlarının bölgeye daha fazla kaydırılması mutlaka gerçekleştirilmeli. Bakın, CHP'nin bu konuda Nisan 2011'de hazırladığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu Ekonomik Kalkınma ve Stratejik Hedefler çalışması var. Bu çalışmaya göre bölgenin iktisadi potansiyelleri harekete geçirilmek istenmekte ve 2023'e kadar geçecek süre içinde bölgenin yıllık büyüme oranının yüzde 9,5'a yükseltilmesi, böylece bölgeler arasındaki farkın köklü biçimde azaltılması amaçlanmaktadır. Size bir rakam da vereyim; böylece, kişi başına bugün bölgesel gelir... Türkiye ortalamasından yüzde 56'sını sadece bu bölgede insanlar alabiliyor. Yani kişi başına millî gelirin sadece yüzde 56'sı kadar bu bölgede insanlar gelir sahibi. Bizim bu bölgesel kalkınma programımıza göre bu oran 2023'te yüzde 75'e çıkabiliyor. Peki, AKP iktidarının bu konularda somut programı ve önlemleri var mıdır? Yok, biliyoruz; olsaydı görürdük. Peki, iktidar zihniyetinin, CHP'nin bu ilkelerinin ve demokratikleşme paketinin çok uzağında durduğu gerçeğini bir kez daha görmüyor muyuz? Demokratikleşme önerilerinin önemli bir bölümü bu totaliter iktidar yapısının doğrudan varlık ve siyaset yapma koşullarının ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir ve bu nedenle de bu iktidarın demokrasi yolunu seçmesinin, ne ülkeye ne de bölgeye demokrasi getirmesinin beklenemeyeceğini görüyoruz. O yüzden de böyle bir zihniyetle bir demokratikleşme çözümünün kalıcı sonuçlara ulaşmayacağını düşünüyoruz.

İlginiz için teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)