| Konu: | ARAŞTIRMA ALTYAPILARININ DESTEKLENMESİNE DAİR |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 111 |
| Tarih: | 02.07.2014 |
MHP GRUBU ADINA ALİM IŞIK (Kütahya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 593 sıra sayılı Araştırma Altyapılarının Desteklenmesine Dair Kanun Tasarısı hakkında, birinci bölüm üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Tasarının yasalaşması hâlinde, ülkemizin araştırma altyapısına katkı yapmasını temenni ediyor, emeği geçenlere teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, geneli itibarıyla tasarının olumlu olduğunu, ancak önemli eksikliklerinin giderilmesi hâlinde amaca ulaşabileceğini ifade etmek istiyorum. Nelerin olduğuna geçmeden önce, özellikle son dönemde ülkemizde araştırma altyapısının geldiği nokta itibarıyla içinde bulunduğu sorunlardan bahsetmek ve ondan sonra da bunların çözüm önerileriyle birlikte kanunun daha iyi olmasına katkı yapmak istiyorum.
Öncelikle, bilim ve teknoloji göstergeleri açısından ülkemizin durumu değerlendirildiğinde, maalesef, olması gereken yerde olmadığını görüyoruz. Bugün, gayrisafi yurt içi hasılanın ortalama yüzde 2,5-3'ünü AB ülkeleri araştırmaya ayırırken, maalesef, ülkemizde yüzde 1'in altında olduğu gerçeğini hepimiz bilmekteyiz. Yine, aynı bölgede, aynı coğrafi bölgede yarış içerisinde bulunduğumuz ülkeler açısından bir değerlendirme yaptığımızda, örneğin, İsrail'in AR-GE'ye ayırdığı pay yüzde 5'e yaklaşırken, Türkiye'nin aynı coğrafyada yüzde 1'in altındaki bir AR-GE payıyla iddialı olmasının mümkün olmadığının altını çizmek istiyorum.
Diğer önemli bir konu, tabii ki, son dönemde AR-GE harcamalarında özel sektörün payının giderek artması önemlidir ve olumlu bir gelişmedir, ancak yeterli değildir. Hâlen ağırlık yine kamu sektöründedir ve üniversitelerin üzerindedir.
Önemli bir konu, teşvik politikalarıyla AR-GE ve araştırma altyapısının uyumlu olup olmadığı konusudur. Maalesef, Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde değiştirilen teşvik politikaları birçok üniversitede araştırmayı durdurmuş ve araştırma altyapısının gelişmesine engel olmuştur. En son, bölgesel bazda yapılan teşvik sistemi, maalesef, birçok ilde yeni kurulmuş üniversitenin kendi ilgi alanı ve bulunduğu bölge içerisindeki ağırlığını hissettiremez hâle gelmesine yol açmıştır. Çünkü, örneğin Ankara 1'inci bölge ama komşusu Aksaray 6'ncı bölge, 5'inci bölgeyse o zaman Ankara'da bulunan üniversitelerin veya orada çalışan öğretim üyelerinin bu teşvikten yararlanmasını beklemek sadece iyi niyetten öte geçmeyecektir. Onun için, bu teşvik politikasının yeniden gözden geçirilerek bölge bazlı teşvik sisteminden ziyade ürün bazlı ve özellikle yüksek yoğunluklu teknoloji kullanımlı ürünlere yönelik bir sisteme dönüştürülmesinde fayda vardır. Bazı illerde maden sektörü ağırlıktadır, bazı illerde özellikle başka alanlarda ciddi kaynak birikimi vardır ama bu bölgesel teşvik sisteminden dolayı özlenen düzeyde araştırmanın gelişmesine maalesef bu teşvik sistemi engel olmaktadır.
Bir diğer çok önemli sorun maalesef, üniversitelerimizin geldiği noktadır. Bugün üniversitelerde... Birkaç yıl öncesine kadar üniversite rektörleri birçok öğretim elemanının kadro talebini YÖK'e iletmezken, geldiğimiz noktada üniversite rektörleri YÖK'e talep iletiyor ama bugün diyor ki: "Yok, hayır kardeşim, dur, bekle bakalım. Ben hangi öğretim elemanı hangi gruptan, hangi yapıdan, önce onu çıkaracağım, sonra müsaade edersem kadro ilan edeceğim."
Değerli milletvekilleri, bu sistemde gelinen noktada üniversitelerde rektörle YÖK arasındaki, rektörle öğretim elemanları arasındaki ilişkiyi gerçekten objektif kriterlere bağlayamadığımız sürece ne yaparsanız yapın üniversitelerin araştırma altyapısını geliştiremezsiniz. Çünkü, yine, Millî Eğitim Bakanının son verdiği verilerden yola çıkarak söylüyorum: Bugün 6 binden fazla kadro boş beklemekte üniversitelerde. Çok sayıda öğretim elemanı kadro beklerken... Doktorasını bitirmiş, yardımcı doçent olacak, iki yıl geçmiş, üç yıl geçmiş, rektör kadro vermemiş, bekliyor. Doçent olmuş, doçentlik unvanını almış, kadro verilecek üç yıl geçmiş, rektör "Bana oy vermedin." diye kadro vermiyor. Profesörlüğü gelmiş, iki yıl, üç yıl geçmiş, rektör veya üniversite rektörlüğü kadro ihtiyacını YÖK'e bildirmiyor veya bildirdiyse, YÖK "Hayır, yarın başıma yeni bir dert açar bu öğretim üyesi, buna profesör kadrosu vermeyelim." diye keyfî bekletiyor.
Bu ülke bu kadar zengin değil, bu ülkenin kaynakları bu kadar keyfî harcanacak şekilde değerlendirilmemeli; bir öğretim üyesinin, bir bilim adamının, bir araştırıcının geleceği bir kişinin iki dudağının arasına sıkıştırılmamalıdır, bunun çözülmesi lazım.
Bir diğer önemli konu, öğretim üyeleri özlük haklarının yıllarca dile getirilmesine ve yetkililerce söz verilmesine rağmen, bugüne kadar düzeltilmemiş, iyileştirilmemiş ve sorunlarının çözülmemiş olmasıdır. Bugün bir öğretim üyesi, örneğin bir yardımcı doçent kamudaki mühendis maaşının altında maaş alırken veya bir araştırma görevlisi, doktora yapan bir araştırma görevlisi, yeni mezun, yeni atanmış bir öğretmen maaşının altında maaş alırken, kusura bakmayın üniversitelerde araştırmayı geliştirmek ve araştırmacı elemana ön açarak onlara destek olmak bu şartlarda mümkün değil.
Onun için, üniversitelerden artık araştırıcılar fırsat bulursa ayrılmaya, özellikle vakıf üniversitelerinde daha iyi şartlar teklif edilirse hemen kamu üniversitelerini bırakıp oraya geçmekle meşguller, bunun mutlaka çözülmesi gerektiğini, artık, öğretim üyelerinin özlük hakları konusunda bu Meclisin ciddi bir adım atması gerektiğini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Üniversitelerde bir diğer önemli sorun, döner sermaye gelirlerinin araştırmada görev alan öğretim üyesine ayrılan payının oldukça düşük kalmasıdır. 100 birimlik bir gelirden ancak 30 birimi burada emek vermiş öğretim üyesine geçerken, diğer birimlerde, işte, üniversite ve diğer ara birimlerde vergi ve benzeri kesintilerle başkalarına giderken, bu yapıyı da düzeltmek bu şartlarda mümkün değildir. Öncelikle bunun YÖK Kanunu'nda ve döner sermayeyle ilgili, ilgili yönetmeliklerde gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra bu kanunla birlikte senkronize edilmesinin yararlı olacağını düşünmekteyiz.
Yine, özellikle rektör seçimleri ve rektörlerin üniversitelerdeki tavırları, YÖK'ün özellikle son dönemdeki üniversitelere bakışı mutlaka ama mutlaka düzeltilmek zorundadır. Benim adamım, benim rektörüm, benim öğretim elemanım anlayışından, bizim elemanımız, bizim rektörümüz, bizim üniversitemiz anlayışına mutlaka geçilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Yine, rektör atamalarının maalesef YÖK'te ve Cumhurbaşkanlığında kişiler odaklı yürütülmesi doğru değildir. Eğer bunun adı seçimse, üniversitede, en düşüğü doktora yapmış öğretim üyesi tarafından kullanılacak oylarla belirlenmek zorundadır. Onun için de mutlaka bu yasal değişikliğin yapılması lazım. Çünkü, rektör seçimleri sadece o üniversitede adaylar arasından 6 kişinin belirlenmesini sağlayacak bir seçimdir. Ondan sonra, 1 oy almış kişi de rektör olabilmekte, en çok oy almış ve ikinci adaya en az 2 kat fark atmış bir rektör adayının rektör atanmadığını da maalesef yaşamaktayız. Onun için, seçimse adı, mutlaka en fazla oy alan 2 ya da 3 adaydan birisinin doğrudan, YÖK'ü de devre dışı bırakarak rektör atanacağı bir sisteme geçilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ancak o zaman kurumsallaşma gerçekleşir, ancak o zaman araştırma altyapılarında daha ciddi adımlar atılabilir.
Bölüm üzerinde maddelerde değişik önergelerimiz var. Onlarla daha mükemmel bir kanun hâline geleceğini ümit ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)