| Konu: | BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GEÇİCİ GÖREV GÜCÜ BÜNYESİNDE TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN 5 EYLÜL 2014 TARİHİNDEN İTİBAREN BİR YIL DAHA UNIFIL HAREKÂTINA İŞTİRAK ETMESİ HUSUSUNDA ANAYASA'NIN 92'NCİ MADDESİ UYARINCA HÜKÛMETE İZİN VERİLMESİNE DAİR |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 111 |
| Tarih: | 02.07.2014 |
MHP GRUBU ADINA YILDIRIM TUĞRUL TÜRKEŞ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Lübnan'da barışı korumak amacıyla Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü (UNIFIL)'e Türkiye'nin silahlı kuvvetleri unsurlarıyla katkı sağlamasına bir yıl daha imkân sağlayacak düzenlemeyle ilgili Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum ve Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, değerli milletvekilleri, aynı bölgeyle ilgili bu tezkereler değişik tarihlerde Meclisimize geliyor ve yenileniyor bunlar. Bir kere bunlar takdir edersiniz ki sadece askerî bir konu değil. Sayın Millî Savunma Bakanımız ve Millî Savunma Bakanlığının yetkilileri burada bulunuyorlar. Bu, Türkiye'nin dış politikasıyla yakinen ilgili bir konudur ve maalesef, Sayın Dışişleri Bakanı başta olmak üzere dışişleriyle ilgili gerek bürokrasi gerekse Bakan, Bakan yardımcısı bu konularda konuşmaktan şiddetle kaçınmaktadırlar. Bunun Türkiye Büyük Millet Meclisinin vereceği kararlar açısından büyük bir eksiklik olduğunu düşünüyorum. Keza, Dışişleri Komisyonunda da bu konu görüşülmek istendiğinde, bu veyahut buna benzer Irak'taki olan olaylarla da ilgili "Aman, bu çok sakıncalıdır. Bunlar konuşulmaz..." Ya, dünya konuşuyor, bu Meclisin dışında herkes konuşuyor, bir tek siz konuşmuyorsunuz. Yani, hiçbir şeyden IŞİD etkilenmiyor veyahut da oradaki olaylarla ilgili -bu konuda olduğu gibi- Lübnan'daki konuyla ilgili, bir tek Dışişlerinin yetkilileri veyahut da Sayın Dışişleri Bakanı konuşunca, bu konuda Meclise, Türkiye Büyük Millet Meclisine, yasama görevi yapan bu Meclise bilgi verince mi alınıyorlar, alınganlık gösteriyorlar? Bunu anlamak mümkün değil. Bu, sadece, tahmin ediyorum ki, olsa olsa söyleyecek sözü bulunmadığı için gelemiyor buralara yoksa bunun haricinde, bu söylenenleri mazeret diye kabul etmek mümkün değil.
Şimdi, tabii, bu Lübnan'ı tek başına düşünmek mümkün değil yani bu bölgedeki gelişmelere bakmak lazım. Bu bölgede bir kere epey bir süredir bu mezhep çatışmaları devam ediyor. Bunları doğru dürüst okuyamazsak, doğru dürüst tarif edemezsek, doğru dürüst anlayamazsak bunların mahiyetini, değerlendirmeleri de doğru yapamayız. Yani bu Lübnan'da aynı şey, Irak'ta aynı şey, Suriye'de yaşananlar benzeri olaylardır. Bunlara bir bütün olarak bakmak lazım. Ben daha önceki Irak'taki bu konunun da Mecliste genel görüşme olarak görüşülmesi için MHP Grubu adına bir öneride bulunduk, bir Danışma Kurulu kararı olarak bunu neticelendiremedik ama burada grup önerisi görüşüldüğünde dile getirdim.
Değerli arkadaşlar, şimdi, yeni bir yüzyıl ve bu yeni yüzyılda bir yüzyıl önceki yapılan anlaşmalar yenileniyor. Bunları göremezsek, bunları anlayamazsak, bunları anlamlandırıp Türkiye'nin dış politikasını buna göre şekillendiremezsek burada bunlar usulen bir bürokratik işlem olarak gelir bu yazılar, burada oylanır, ondan sonra AKP'nin çoğunluğuyla da geçer gider ama bir netice de sağlamıyor bunlar, Türkiye'ye bir hayrı da olmuyor.
Şimdi, bahsettim az önce, 3 tane tezkere var, aynı bölgede, mahiyetleri farklı tabii ama. Suriye'de uçağımız düştü 22 Haziran 2012'de bunun ardından 1 Ekim 2012'de bir tezkere geldi buraya, Meclis Genel Kuruluna ve oylandı, biz de destek verdik. Bu geniş kapsamlıydı yani sadece Suriye'yi işaret etmiyordu, bütün bölgeyle ilgili, maksadına ve kapsamına Hükûmetin karar vereceği bir yetki talebiydi. Bu yetkiyi verdik, o yetki ne işe yaradı? Yani, asgaride beklerdik ki dış politika açısından caydırıcılık ihtiva etsin yani hiç olmazsa, hiçbir şey olmazsa "Bak, Türkiye'den böyle bir tezkere çıktı, buna karşı da dikkatli olalım." demelerini beklerdik insanların ama tabii, bunu yapabilmek için siyasi iktidarın buna uygun politikaları üretmesi lazım. O politikaları üretmediği takdirde bunlar havada kalıyor -az önce belirttiğim gibi- bunlar sadece bir bürokratik gereklilikten öteye geçemiyor.
Bir diğeri Irak. Irak tezkeresi de 2012'den bu yana ikinci yılında, herhâlde bu sene gene sonbaharda, ekimde uzatması gelecek. Ondan sonra, orada "Terör örgütü unsurlarını takip edebilmek ve caydırıcılık sağlamak için..." Şaka gibi değil mi? Yani burada siz bir taraftan terör örgütünü kendi vatandaşlarınız için sözcü kabul edip, muhatap kabul edip bunlarla müzakere yapacaksınız, burada İçişleri Komisyonunda bununla ilgili Anayasa'ya aykırı çalışmaları yapacaksınız ama elinize de bir taraftan, Kuzey Irak'ta yuvalanan terör örgütüne karşı faaliyet gösterebilmek için bir tezkere alıyorsunuz ve her sene de bunları uzatıyorsunuz. Bunu anlamak mümkün değil. Yani eğer AKP'den anlayan arkadaşlar varsa -belli ki bakanlar lütfedip teşrif edemiyorlar buraya- onların burada çıkıp bu konuda izahat vermelerini çok arzu ediyoruz.
Şimdi, bu Irak'ta tabii, gene haziran ayı içerisinde, biliyorsunuz, Başkonsolosumuz ve onunla birlikte 48 kişi kaçırıldı, IŞİD'in elinde rehin bunlar. "Rehin" bile denemiyor siyasi iktidar tarafından yani Dışişleri "Bunlar rehin değil..." Peki, nedir kardeşim? IŞİD nedir? Onun da ne olduğunu söyleyemiyor, "terör örgütü" denemiyor, ayıpmış, alınıyorlarmış. Herhâlde dünya tarihindeki en alıngan terör örgütü bu, adını söyleyince alınıveriyorlar. Bunu anlamak, bunu izah etmek mümkün değil. Bu noktada, şu anda üçüncü haftayı da geçtik, hâlâ oradaki rehinelerimizin ne olduğu belli değil ve oradaki Başkonsolosluğumuz işgal edildi. Türk toprağı işgal edildi beyler, bayanlar, değerli milletvekilleri ve ikinci defa da bayrağımız indirildi; biliyorsunuz, ilki Diyarbakır'da olmuştu.
Şimdi, tabii, buradan şimdiki görüştüğümüz konuya, Başbakanlık tezkeresi doğrultusundaki Lübnan UNIFIL tezkeresine gelmemiz lazım.
Şimdi, bu tezkere de 2006'dan beri yürürlükte. 2013'te 6 Temmuzda tezkere yine Türkiye Büyük Millet Meclisine geldi ve burada onaylandı, biz de olumlu oy verdik çünkü o bölgede, Lübnan'da Türkiye'nin hem ticari hem de tarihten kalan kültürel ilişkileri olduğu için bunları Birleşmiş Milletler kapsamındaki bir barış gücü çerçevesinde orada onlara teminat sağlamayı doğru buluyoruz.
Ama tabii bir başka enteresan nokta oldu -herhâlde, umuyorum ki Sayın Bakan birazdan konuşursa bizi de bilgilendirecektir- 3 Ağustosta Türk Hava yollarının pilotları kaçırıldı yani 6 Temmuzda burada UNIFIL'le ilgili verdiğimiz tezkerenin üzerinden çok kısa, bir aydan az bir süre geçtikten sonra Türk Hava Yollarının 2 pilotu kaçırıldı. İmam Rıza'nın Takipçileri veyahut Hacıları -tercüme de karışıyor onlar- diye bir örgüt, daha önce adı hiç duyulmamış, bunlar pilotlarımızı ellerinde tuttular, yetmiş bir gün Türk Hava Yollarının 2 pilotu rehin kaldı. Bu arada, Genelkurmay Başkanlığı, eylül ayının başında yani pilotlarımız orada rehin iken, UNIFIL'deki yani şu anda tezkerede tekrar yetki talep edilen bu görev gücü içindeki askerlerimizin görev süresinin sona ereceğine dair bir açıklama yaptı ve zaten aslında oradan bu askerleri de çekmek istediğimizi de beyan etti. "Yani biz zaten çekecektik..." Peki, kardeşim, çekecektiniz; siyasi iktidara söyleseydiniz, o tezkereyi getirmeseydi. Yani siz eğer çekme kararında idiyseniz, bir ay önce bu belliydi herhâlde ve bunun görüşülmesi lazımdı. Ama enteresan bir olay, burada açıklama var, diyorlar ki: "5 Eylül 2013'te görev süresi sona erecek, 2 Eylülden itibaren de İskenderun'a, hava durumuna, hava şartlarına göre intikal edilecek." filan. Peki, şimdi, bu açıklamalar yapıldıktan sonra, şimdi, bir sene sonra, tekrar oraya niye askerimizi yollamak istiyoruz, niye bu görev içindeki çalışmalarımıza devam etmek istiyoruz? Arada ne oldu? Herhâlde, Sayın Bakan, umuyorum ki birazdan bizi bilgilendirecek.
Peki, bunlar sürpriz mi? Hayır, değil. Yani o bölgeyi takip eden bütün yetkililerin; bürokrasidekilerin, Dışişlerindekilerin, Genelkurmaydakilerin bunu biliyor olması lazım. Yani bir milletvekili olarak, 19 Temmuz 2012'de, bakın, iki sene önce "yaklaşan yeni Lübnan savaşı" diye basın bildirisiyle o bölgedeki gelişmelere ben şahsen dikkat çekmişim. Şimdi, nereden biliyorsun? Açık kaynaklardan, medyadan, uluslararası gazetelerden. Bunu ben görebildiysem, ben takip edebildiysem, umuyorum ve bekliyorum ki Türk Silahlı Kuvvetlerindeki ve Dışişlerindeki kıymetli bürokratların da bunları öngörmesi ve bunlara karşı tedbir geliştirmesi gerekirdi. Ama ne oldu? Hiçbir şey yok. Pilotlar kaçırıldıktan sonra "Biz askerleri çekiyoruz." dendi, bir derin sessizlik, pilotlar kurtarıldı, konu unutuldu diye de bir sene sonra tezkere, burada, tekrar uzatım için geldi.
Şimdi, bu, maalesef, yanlış siyaset her yerde devam ediyor. Son, Irak'ta Başkonsolosumuz, özel harekatçılarımız, Konsolosluk görevlilerimiz, 49 kişi alındıktan sonra -rehine alındılar- bu konuda Sayın Dışişleri Bakanı bilgi vermek arzusunda olduğunu siyasi partilere bildirdiğinde biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak 3-4 noktanın altını çizdik ve bunlara dikkat çektik.
Bunlardan birinde, elimizdeki mevcut tezkerelerin buradaki bir askerî müdahale seçeneğine zemin olup olmadığı ve bunun kullanılıp kullanılmayacağı, bu opsiyonun açık tutulması gerektiği ve orada her hâl ve şartta vatandaşlarımızın can güvenliğinin sağlanması gerektiğini ifade ettik. "Yo, yo, iyiler." diye bize cevap veriyorlar. Değerli milletvekilleri, tatile mi gittiler altı bezli çocuklarla Konsolosluktaki görevliler, izin mi kullanıyorlar, yani üç haftadır nerede bu insanlar? "Biz görüşüyoruz, iyiler..." Sizin görüşmeniz yeterli mi? Yani bir hapishanede tutukevinde, bir terör örgütünün nerede tuttuğu belli olmayan insanların sadece sizlerle görüşüyor olması onların iyi olduğu anlamına gelmez. Onların ya görevlerinin başında ya da böyle bir tehdit karşısında vatan topraklarında, kendi ailelerinin yanında olmalarıdır beklenen ama bu konuda hiçbir şey yapılmıyor.
Bir ikinci değindiğimiz nokta Irak'taki Türkmenlerin durumu idi. İlgilenildiği söyleniyor fakat maalesef orada, Suriye'deki Türkmenler olsun, Irak'taki Türkmenler olsun hiçbir şekilde Türkiye'nin ilgisi, alakası kapsamı içinde bulunmuyor. Yani kozmetik olarak 2 kamyonda silah yakalattığınızda "Türkmenlere gidiyor." demeyle sorumluluktan kurtulamazsınız. Yakalanmasaydı nereye gittiği belli değildi, yakalanınca Türkmenlere mi gitmiş oluyor bunlar? Böyle bir mantık olur mu ya, böyle bir akıl, böyle bir kabul olur mu? Bunu da insanların, muhalefetteki partilerin, bizlerin, vatandaşların kabul edeceğini mi düşünüyorsunuz? Böyle bir şey söz konusu değil.
Bir diğer değindiğimiz nokta, oradaki, bu IŞİD'in doğurduğu huzursuzluğun ardından olası bir göç ihtimaliydi. Daha üç hafta önce yetkililerle görüştüğümüzde "Böyle bir ihtimal de olabilir." diye bakıyorlardı; bugün, hududa dayandılar, huduttan geçiyorlar. Bu siyasetin, bu bölgedeki siyasetin çok daha ciddi, çok daha akılcı ve çok daha kapsamlı olarak ele alınması lazım; çok daha ciddi, tekrar altını çizerek söylüyorum.
Az önce de bahsettim, daha önceki konuşmamda da bahsettim. Bu, Sykes-Picot Anlaşması'nın 100'üncü yılıdır ve bölgede yeni coğrafya, yeni sınırlar oluşuyor. Türkiye'deki siyasi iktidar bunu anlamadığı takdirde, bunu çözemediği takdirde ve buna karşı Türkiye'nin menfaatlerinin gerektirdiği tedbirleri, önlemleri alamadığı takdirde bu tip sıkıntıları yaşamaya devam ederiz.
Bu UNIFIL Barış Gücü'nün yani Başbakanlığın tezkeresi ile ilgili Birleşmiş Milletler Barış Gücü'nün altında var olmanın biz gereğine inanıyoruz. Bu nedenle de bu tezkereye Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak olumlu bakıyoruz. Ancak, tabii, bir şeyi de söylemek lazım burada.
Değerli arkadaşlar, sayın milletvekilleri; kendi topraklarınızda, Diyarbakır'da kendi bayrağınıza sahip çıkamazsanız dışarıda sizin insanlarınızın, sizin tarihî köklerinizden gelen insanların dayak yemesi maalesef mukadder oluyor. Bu noktada, bunların daha sorumlu, daha vicdanlı, daha akılcı ve yüzyılın başına uygun, daha kapsamlı ele alınması gerektiğini vurguluyorum ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)