| Konu: | TÜRK CEZA KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 102 |
| Tarih: | 12.06.2014 |
CHP GRUBU ADINA ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun tasarısının dördüncü bölümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli vekiller; aslında, görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı büyük oranda Ceza Kanunu'nda ve Ceza Muhakemesi Kanunu'nda değişiklikler öngörmekte. Artık sizler de biliyorsunuz ki biz sık sık Ceza Kanunu'nda ve Ceza Muhakemesi Kanunu'nda değişiklik yapmak zorunda kalıyoruz. Bunun nedeni, bu kanun tasarıları yapılırken gerçekten objektif kurallara uyulmamış olmasından dolayıdır. Siyasi iktidarın ülkedeki karşılaştığı günlük sorunları çözmek için her şeyi Parlamentodaki çoğunluğunu kullanarak çözme anlayışından kaynaklanmaktadır. Bu yasa, bu kanunlar, hem Ceza Kanunu hem Ceza Muhakemesi Kanunu 1/6/2005 tarihinde yürürlüğe girdi ama o kadar özensiz yasa yapma alışkanlığına sahip bir anlayışla karşı karşıyayız ki 5237 sayılı Ceza Kanunu tam 18 kez değişmek zorunda kaldı, 180 maddesi değişti. Bir yılda 2-3 kez değiştiriyoruz. Yine, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu 14 kez değişti, 91 maddesi değişti bu süre içerisinde. Bu, aslında, bu kanunların neredeyse üçte 1'inden fazla maddesinin değişmesi demektir. Şimdi de yine bir değişiklikle karşı karşıyayız. Aslında bu değişiklik de yine konjonktürel olarak önümüze gelmiş, Türkiye'nin aslında karşılaştığı, siyasi iktidarın karşılaştığı iklime uygun olarak bu tasarı getirilmiş.
Şimdi, iki üç gün önce -sanıyorum 7 Haziran günü- Sayın Başbakan, İstanbul üçüncü havalimanı açılışında "Gezi zekâlılardan" bahsettikten sonra, dedi ki: "Onlar Türkiye'yi on yıl öncesine götürmeye çalışıyorlar; oysa biz, marka olduğu günlere dönmek istiyoruz." Yani "Türkiye'nin dünyada marka olduğu günleri görmek istiyoruz." diyor.
Değerli arkadaşlarım, bir ülkede büyük havaalanları yapabilirsiniz, büyük hidroelektrik santraller yapabilirsiniz, büyük barajlar yapabilirsiniz, gökdelenler dikebilirsiniz ancak bunların hiçbirisi o ülkenin dünyada marka olduğunu göstermez. Günümüzde ve çağımızda bir ülkenin marka olduğunu anlamamızın tek bir yolu vardır; o ülke gerçekten hukuk devleti midir, değil midir? Yani, o ülkede üstün olan şey hukuk mudur, yoksa yürütme midir, bireyin gücü müdür? Ve o ülkedeki ülkeyi yönetenler, başta başbakan olmak üzere, hukuk devletine bağlı mıdırlar, değil midirler? Eğer Türkiye bir hukuk devleti değilse o zaman dünyada marka olma iddianız hayaldir. Gerçekten Türkiye'de hukuk egemense o zaman sizin dev barajlarınız olmayabilir ama, iktisaden çok da böyle iddialı olmayabilirsiniz ama Türkiye bir hukuk devletidir.
Aslında hukuk devletinde çifte standart olmaz. Hukuk devletinde kumpaslar kurularak, o ülkeyi yönetenler yıllarca hapishanelerde süründürülmezler. Şimdi, bu Meclis sıralarında şu anda aramızda oturan HDP'li vekiller var, geçmişte bu süreç içerisinde milletvekilliyken hapishanede yaşadılar. Bu yasama yılının büyük bir kesimini içeride geçiren Sinan Aygün aramızda, Sayın Profesör Doktor Mehmet Haberal aramızda. Sayın Profesör Doktor Mehmet Haberal, yıllarca edindiği deneyimi maalesef kullanamadı belli bir süre; ömrünün en güzel günlerini, haksız bir şekilde, hapishanelerde geçirdi.
Şimdi, biz hukukçular olarak, hukuk devletinin yasama organında görev yapan insanları olarak aslında failin kim olduğuna, fiilin ne olduğuna bakmaksızın, isnat edilen suçun işlendiği konusunda çok kuvvetli suç delillerinin ortaya çıkması durumunda başlayan soruşturmanın ve ardından gelen kovuşturmanın o kişinin adil yargılanma hakkını ihlal edip etmediğine bakarız. Buna bakmak zorundayız, hukuk devleti bu gözle bakar. Adil yargılanma hakkını kim ihlal eder? Adil yargılanma hakkını dağdaki çoban, sokakta gezen insan ihlal etmez. Adil yargılanma hakkını devlet ihlal eder. Devlet, adil yargılanma hakkını, o adil yargılanma hakkını sağlamakla görevli hâkim ve savcılar eliyle ihlal eder. Aslında, bu ülkede hep vesayetten bahsediliyor ama bu ülkede hukukun üstünlüğünü yargıç ve savcı üstünlüğü olarak gören anlayışın kurduğu vesayetten hiç bahsedilmiyor.
Değerli milletvekilleri, aslında ben isterdim ki siyasi iktidar gerçekten bu ülkenin can yakan sorunlarını çözsün, bu bir fırsat olsun diye beklerdim. Her paket geldiğinde, her paketçik geldiğinde toplumun temel sorunlarının çözüleceği konusunda derin beklentiler oluşturuldu, bu ülkede tutuklamadan kaynaklanan sorunların çözüleceği konusunda beklentiler oluşturuldu, bakanlar bu konuda açıklamalar yaptı ama o paketler çıktı, tutuklamadan kaynaklanan sorunlar devam etti, hâlen devam ediyor. Yine, her seferinde, işte, tutuklu ya da hükümlü milletvekili sorununun çözümleneceği konusunda beklentiler oluşturuldu ama bu beklentiler karşılanmadı.
Sayın Başbakan, kendisi, ikide bir konuşmasında "dönemin Başbakanı" diye hakkında fezlekeler hazırlandığını söylüyor. Elbette başbakanlar hakkında da fezleke hazırlanabilir ama bu fezlekeler bir kumpas neticesinde hazırlanmışsa o zaman Sayın Başbakana, "kumpas" dediği, insanların damgalanarak mahkûm edildiği, çocuklarının canlıyken öksüz bırakıldığı, kamuoyundaki malum davaların açtığı mağduriyetleri neden gidermediğini sormak istiyorum.
Başbakan kendisi hakkında gerçekten bu nedenle fezleke hazırlandığını söylüyor ama bu ülkenin 26'ncı Genelkurmay Başkanının terör örgütünün yöneticisi olmaktan, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldığını düşünmesi gerektiğini ben düşünüyorum.
Yıllarını bilime vermiş Mehmet Haberal'ın darbecilikle suçlanması, "terör örgütü üyesi" olarak tanımlanması, aslında bu ülkede gerçekten terör örgütünü gizlemeye yönelik anlayışlardır.
Değerli milletvekilleri, bakın, daha önce biz çeşitli kanunlar çıkardık. Çıkardığımız kanunlardan bir tanesinde, en son, bu terör mahkemelerinin kaldırılmasında, teknik takip, izleme, el koyma, arama kararlarını ağır ceza mahkemesinin oy birliği kararına bağladık ama şimdi, savcıların verdiği takipsizlik kararını, ağır ceza mahkemesine itiraz müessesesini kaldırıyoruz, sulh ceza hâkimine itiraz getiriyoruz.
Aslında ben şunu anlamakta güçlük çekiyorum: Bu ülkede sulh ceza mahkemelerinin kaldırılmasının nedeni nedir? Ben bunu anlamış değilim. Bunu Sayın Bakanın anlatması lazım.
Hâkim ve savcıların tazminatla sorumluluğu meselesini "Haberal davası" olarak bilinen davadan sonra getirdiniz, koydunuz, bundan önceki bu yasada kaldırdınız, şimdi tekrar aynı şekilde bu sorumluluktan istisna tutulmasını getiriyorsunuz. Yani, bunları anlamak mümkün değil. Bunlar bir tek şeyi gösteriyor: Kendi ihtiyaçlarınıza göre yasa yapma anlayışınızın devam ettiğini gösteriyor. Yürütme organı, kendi ihtiyaçları ve konjonktüre göre yasa yapma anlayışını ve alışkanlığını sürdürdüğü müddetçe reform filan yapamaz arkadaşlar. Reform yapmak, hukukta devrim yapmak gerçekten yürek ister. Ama siyasi iktidar, gerçekten hukukta devrim yapmış olsaydı 1, 2, 3, 4, 5 paket gelmezdi...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) - ...arka arkası paketler gelmezdi. Bunlar, bu ülkede hukukta reformun yapılmadığının somut göstergeleridir.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Öztürk.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) - Ben, bu yasal düzenlemenin toplumun ihtiyaçlarını ve yargının sorunlarını çözeceğine inanmıyorum. Siyasi iktidarla cemaat arasındaki dengeyi aritmetiksel olarak çevirmeye yöneliktir; bunu anlamayacak kadar cahil filan değiliz, herkes bunu görüyor. Böyle de hukuk düzenlemesi olmaz, böyle de korkulan şeyler önlenemez değerli arkadaşlarım.
BAŞKAN - Sayın Öztürk...
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) - Bunun kesin çözümü, Anayasa'nın 159'uncu maddesindeki Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Yasası'nda, oturup objektif olarak çözüm bulmaktır. Benim yargım değil, herkesin yargısı, milletin yargısını oluşturmaktır, bu da bu Parlamentonun görevidir.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)