| Konu: | BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 100 |
| Tarih: | 10.06.2014 |
SEDEF KÜÇÜK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 592 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 55'inci maddesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, yargının temel işlevi ve amacı adaletin sağlanmasıdır. Eğer kanunları sıkça değiştiriyorsanız, hâkimleri ve savcıları "benim adamım, onun adamı" diye niteliyorsanız, hakkınızda soruşturma açıldı diye yargıyı hallaç pamuğu gibi atıyorsanız orada yargı tartışmalı hâle gelir.
Bir demokratik hukuk devletinde insanların güce yakınlığı veya uzaklığı ile adalet kavramı ve adalet anlayışı değişmemelidir, değişiyorsa o ülkenin adalet sistemi baştan hatalı kurulmuş demektir. Daha dün yanlış denilenlere bugün doğru deniliyorsa vatandaşlarınızda adalete güveni ortadan kaldırıyorsunuz demektir. Dün alkışladığınız Anayasa Mahkemesi Başkanını istediğinizi söylemedi diye bugün yerden yere vuruyorsanız hukuka güveni yok ediyorsunuz demektir. Bir sistem de kendi kendisiyle çelişmeye başladıysa içten içe de bir çürüme başlamış demektir. Bu çürümenin olmaması için, halkın yargı kurumuna güvenini koruyabilmesi için kişilerden öte ilkelere yaslanmak zorundayız ve bu ilkelerin de en önemlisi hukukun üstünlüğüdür. Hukukun üstünlüğünün var olduğu yerlerde imtiyazlara yer yoktur. Birisi için işletilen bir kural bir başkası için farklı işletiliyorsa derin bir yanlışlık var demektir. Bir kural varsa bu kural sokaktaki vatandaşından iktidara en yakın olanına kadar herkes için geçerli olmalıdır, iktidara yakınlık veya uzaklık kuralları esnetmemelidir. Eğer iktidara yakın olanlar için kurallar değiştiriliyorsa orada, bırakın hukuk devletini, kabile devleti bile yoktur. Kabile devletlerinde kanunlar öngörülemez, keyfîdir; böyle sistemlerde öngörülen tek şey, her an her şeyin olabileceğidir.
Değerli milletvekilleri, bağımsızlık ve tarafsızlık, adaletin dayanması gereken iki temel ilkeyi oluşturmaktadır. Yani yargı bağımsız ve tarafsız değilse, siyasi kaygılarla veya yürütmenin baskısıyla veya birilerinin yönlendirmesiyle karar veriyorsa ya da karar vermek zorunda bırakılıyorsa hukukun üstünlüğünden ve adaletten söz edilemez. Nitekim, son yıllarda görülmüş birçok dava bir adaletsizlik örneği olarak hukuk tarihinde yerini almıştır. Bu davalar hakkında hiç kimsenin, hele hele yürütmenin "Yargı bağımsızdı, olanlardan bizim haberimiz yoktu." deme kolaycılığına sapma hakkı yoktur. Bu davalarda haksız ve hukuksuzca yargılanan, mahkûm edilen, kamuoyu önünde günah keçisi hâline getirilen insanlara bu yargının ve bu yürütmenin özür borcu vardır. Poşu taktı diye ya da protesto hakkını kullandı diye yargılanan gençlere de, yargılanan milletvekillerine de, mahkûm edilen askerlerine de, itibar cellatlarının önüne atılan rahmetli Türkan Saylan'a da birer özür borçludur bu devlet. Daha birkaç gün önce, Antalya'daki Gezi protestolarına katıldı diye 20 yaşındaki bir genç kız için savcı tarafından doksan sekiz yıl ceza isteniyorsa, bu devletin özür karnesi daha da büyüyor demektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir ülkenin iyi yönetilip yönetilmediğini anlamak için sorulacak ilk soru "O ülkede hukukun üstünlüğü var mıdır, yok mudur?" sorusudur. Bu nedenledir ki biz milletvekilleri yemin ederken, hukukun üstünlüğüne bağlı kalacağımıza dair namusumuz ve şerefimiz üzerine ant içiyoruz. Demokratik bir hukuk devletini kurmak ve yaşatmak bizim görevimizdir. Bunun için, yargının istenildiğinde kullanılacak bir araç hâlinden çıkarılması, herkes için eşit hâle getirilmesi hayati önem arz eder. Bu sağlanmazsa, bu eşitlik kurulmazsa o zaman tarih önünde hepimiz sorumlu oluruz diyor, tekrar sizleri saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)