GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TAPU VE KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR
Yasama Yılı:4
Birleşim:96
Tarih:03.06.2014

CHP GRUBU ADINA VAHAP SEÇER (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Az önce Sayın Akçay'ın söylediği önemli bir konu. Sayın Tarım Bakanı buradaydı, bunları dinleme fırsatı buldu, yalnız Sayın Güllüce yoktu. Gerçekten son zamanlarda yapılan birtakım yasal düzenlemeler şu anda çiftçilerimizi önemli sıkıntılarla karşı karşıya getirdi. Özellikle, Toprak Koruma Kanunu'nda yapılan değişiklikler, yine tarım topraklarına ilişkin miras hukukunda yapılan değişiklikler şu anda üreticilerimizin arazilerini elden çıkartma ya da satış noktasında bazı sıkıntılarla karşı karşıya getirdi. Sayın Bakanın bu konuda bir tedbir almasını istiyoruz. Bu konuda şikâyetler de alıyoruz üreticilerimizden. Malumunuzdur, tabii ki, konuştuğumuz sektör ya da bu sektörde faaliyet gösteren sosyal sınıf Türkiye'nin en sorunlu sınıfı; üretici, çiftçi. E, zaten önemli sıkıntılarla karşı karşıya. Belki de insanlar borucunu ödeyecek, harcını ödeyecek ya da üretimi devam ettirmek için işletme sermayesi yaratacak; arazi satmak istiyor ama maalesef bunu şu anda gerçekleştiremiyorlar. Bu konunun ivedilikle çözülmesini sizlerden talep ediyoruz.

Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz hafta Plan ve Bütçe Komisyonunda konu olan bu yasa değişikliği, kanun tasarısı görüşüldü. Bu, 2010 yılında çıkan 6083 sayılı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'la ilgili yapılan bir düzenleme, orada bir düzenleme yapılmış. "Döner sermaye işletmesi" başlığı altında 8'inci maddede yapılan düzenlemede, döner sermaye işletmelerinin yönetimi, faaliyet alanları, işleyişi, sermaye kaynakları, her türlü idari ve mali işlemleri ile gelirlerine ilişkin usul ve esasların Maliye Bakanlığının da görüşü alınarak çıkartılacak yönetmelikle belirlenmesi hükme bağlanmış. Bu kanunun, o günlerde, bazı maddelerinin iptali istemiyle partimiz tarafından Anayasa Mahkemesine götürülüyor ve Anayasa Mahkemesinin 27/9/2012 tarihli kararı gereğince bu madde iptal ediliyor. Gerekçesi de şu, diyor ki Anayasa Mahkemesi: Siz, özellikle gelirlere ilişkin, döner sermaye gelirlerine ilişkin usul ve esasları yürütmeye bırakamazsınız. Bunu yasamanın yapması gerekiyor. Bunun çerçevesinin çizilmesi gerekiyor. Gerekçesinde şöyle diyor Anayasa Mahkemesi: Döner sermaye ücretini "harç benzeri mali yükümlülük" olarak nitelendiriyor. Harç benzeri mali yükümlülük taşıyan döner sermaye gelirlerinin kanunla düzenlenmesi gerektiği, iptale konu kuralda döner sermaye gelirlerinin miktar ve oranına ilişkin düzenleme yapma yetkisinin yürütmeye bırakıldığı, miktar ve oranı kanunla belirlenmeyen harç benzeri mali yükümlülüğün her an değiştirilebilir nitelikte bulunmasının hukuk güvenliği ve hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmayacağı belirtiliyor ve bozuluyor. Dolayısıyla bu düzenleme, Anayasa Mahkemesinin gerekçeli kararına baktığınız zaman, uygun gibi görünse de bazı çekincelerimiz var. Özellikle bu düzenlemelerle tek bütçe uygulamalarından Hükûmetin hızla uzaklaştığını görüyoruz ve bu yasaya da muhalefet edeceğimizi belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Çevre ve Şehircilik Bakanımız Sayın Güllüce burada. Tabii ki değerlendirmelerimizin daha çok çevreyle ilgili, şehircilikle ilgili olması gerekiyor. Yanıt bekleyen bazı sorular var, çözüm bekleyen sorunlar var. 5 Haziran Dünya Çevre Günü. Doğal olarak o gün, özellikle çevre hassasiyeti olan insanlar bu konuda belli toplantılar yapacaktır, anayasal haklarını, Anayasa'dan doğan haklarını, temiz bir çevrede, temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşama taleplerini dile getireceklerdir ama çevreye ilişkin sorunlar devam edecek, çevre kirliliği devam edecek, çarpık kentleşme devam edecek, yine, plansız tesisleşme, birtakım enerji kaynakları, HES'ler, nükleer santral yapımları devam edecek, ranta kurban edilen doğa katliamları maalesef devam edecek.

"Çevre" deyince benim aklıma Sayın Başbakan geliyor, hani söylemişti ya: "Ben çevrecinin daniskasıyım, yeşilin hastasıyım." Allah'tan, çevrecinin daniskası, yeşilin hastası! Bunun tersini düşündüğüm zaman neler olurmuş yani Başbakan çevrecinin daniskası olmasaymış ya da yeşilin hastası olmasaymış?

AKP iktidarının on üç yıllık devri iktidarı süresince gerçekten önemli çevre sorunlarıyla Türkiye karşı karşıya kaldı. Bakın, uluslararası kuruluşların yaptığı çalışmalarda çevre performansıyla Türkiye 132 ülke arasında 109'uncu sırada.

Şimdi, üçüncü köprü tartışması var. Çevreciler, çevre hassasiyetiyle yaklaşanlar bu konuya karşı çıkıyor ama ilginç paradoksal bir durum var, bir çelişki var. Sayın Başbakan Belediye Başkanlığı döneminde böyle bir projeye ilişkin neler söylemiş bir bakalım, 27 Nisan 1995 tarihinde, üçüncü köprü için şunu söylüyor: "Üçüncü köprü bir cinayettir. Böyle bir teşebbüs İstanbul'un çağdaş kentleşmesi ve şehir içi ulaşım sistemi için ölümcül sonuçlar doğurur." Ama bugün bakıyoruz, üçüncü köprü için o bölgede binlerce ağaç katledilebiliyor. Tabii ki hesapsız kitapsız "Yol açıyorum." diye ağaçları talan eden belediye başkanları var günümüzde.

Bakın, önemli bir değişiklik yapıldı yönetmeliklerde. Hükûmetin, ÇED Yönetmeliği'nde yaptığı değişiklikle, 23 Haziran 1997'den önce yatırım programına alınan ve 5 Nisan 2013 itibarıyla planlama aşaması geçmiş, ihalesi yapılmış ya da üretim veya işletmeye başlamış olan projeler için ÇED raporu zorunluluğu kaldırıldı. Biliyorsunuz, bu, yargı sürecine gitti, iptal edildi, tekrar çıkarıldı, sonra geçtiğimiz yıl bir torba yasaya ilave edilen bir maddeyle bu da halledilmiş oldu. Bunlar, tabii ki büyük projelerin, özellikle toplumsal muhalefetin yoğun olduğu projeleri kanunu dolaşarak aşma yöntemleri.

Yine, 2011 yılında maden arama faaliyetlerine ÇED süreci muafiyeti getirildi. Bunu yargı bozdu ama bu süre içerisinde birçok işletme bundan faydalandı. Yine, 2011 yılında kanun hükmünde kararnameyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları "Kültür" ve "Tabiat" olarak ikiye ayrıldı. Kültür varlıkları Kültür ve Turizm Bakanlığına, tabiat varlıkları ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlandı. Dolayısıyla, kurulların özerkliği ortadan kaldırılmış oldu. Bu süreç içerisinde cennet köşelere termik santraller yapıldı: Amasra'da, Çanakkale Biga'da, Çan'da, Yenice'de, Zonguldak Kireçlik Koyu'nda, benim seçim bölgem Mersin Yeşilovacık'ta, Trakya'nın Karadeniz'e sahili olan İğneada'da -o cennet longoz tipi orman alanlarının olduğu bölgede- gerçekten içimizi acıtan, içimizi sızlatan çevre katliamları yapıldı ve bunlara imza atıldı.

Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta Gezi Parkı olaylarının yıl dönümüydü. O olaylar da bir çevre hassasiyetiyle başladı. Nitekim, İstanbul'un belki de nefes alınabilecek müstesna yerlerinden bir tanesi olan Gezi Parkı'na Hükûmet, Hükûmet dışında, belediye dışında Sayın Başbakan -sadece Sayın Başbakan- büyük bir ısrarla, büyük bir inatla, büyük bir gayretle "Hayır kardeşim, ben burada ağaç istemiyorum, burada park istemiyorum, buraya AVM yapacağım, buraya rezidans yapacağım ya da bir başka tesis oturtacağım." diye... O inatla Türkiye ve gençlerimiz büyük bedeller ödedi, geçlerimiz katledildi orada gerçekten. Orada onlarca, yüzlerce yurttaşımız yaralandı, Türkiye'nin morali, motivasyonu bozuldu. Türkiye bunu günlerce tartıştı. Sadece çevre hassasiyetinden doğan bir karşı çıkış bakın Türkiye'yi hangi noktalara getirdi.

Şimdi, Sayın Bakanım, 1 Mart 2014 tarihinde Mersin'in Adana sınırında olan bir bölgede bir çevre sorunu yaşandı. Çevre hassasiyeti olan, çevreci örgütlerde faaliyet gösteren bir yurttaş beni aradı, dedi ki: "Seyhan Nehri ile Berdan Nehri arasında kalan bir bölge var, 'Dipsiz Lagünü' dediğimiz sulak bir bölge var; oradan, köylülerden şikâyet geldi; biz aracımıza bindik gittik; ortalık perişan." "Ne oldu?" "Nedenini bilmediğimiz bir şekilde -affedersiniz- ot yiyen inekler zehirlenmiş ölmüş. Balıklar nehrin dışına vurmuş, zehirlenmiş ölmüş. Onları, ölü balıkları yiyen -affedersiniz- köpekler, onlar da ölmüş. Bir çevre katliamı." Ne yapmak gerekiyor? Hemen 181'i aramak gerekiyor. Vatandaşlar bunu yapmış. Yalnız, vatandaşlar diyor ki: "Bu şikâyetimizi onlara ulaştırmakta zorlandık." Bunu araştırabilirsiniz, vatandaşın iddiası. Ben bunu soru önergesi de yaptım, siz "Hayır, böyle bir şey olamaz." demişsiniz. Ancak altını çizmem gereken şu: Danışmanım Bakanlığınızı aradı, yetkili daireyi aradı. Nereyi aradı? Çevresel Etki Değerlendirmesi İzin ve Denetim Genel Müdürlüğünü. Bu konuyu aktardı. Ben milletvekiliyim, yurttaşlarımın sorununu takip etmek zorundayım. Ben yurttaşlarımla sizin yani yürütme arasında bir aracıyım, bu sorunların çözümü için sizlerden talepte bulunurum, ricada bulunurum. Bakın, 1 Mart, bugün 3 Haziran, aradan kaç ay geçmiş, bir bürokratınız bize dönüp de "Ya, değerli milletvekilim, orada böyle böyle sorunlar yaşanmış, bundan bundan kaynaklı, şöyle şöyle müdahale ettik." demedi. Böyle bir şey olamaz. Bu en küçük bir tabirle, en hafif bir tabirle saygısızlıktır; milletvekiline saygısızlıktır, onun temsil ettiği halka saygısızlıktır. Şimdi, ben bunu soru önergesi yapıyorum, size gönderiyorum, iki buçuk ay sonra, 20 Mayısta bana cevap gönderiyorsunuz.

Bakın, bu bir çevre felaketi, bu bir çevre katliamı -adını ne koyarsanız koyun- iki buçuk ay sonra beni haberdar ediyorsunuz. O süreç zarfında neler yaptınız neler yapmadınız, gerçekten incelemeler yaptınız mı yapmadınız mı? Ben orada herhangi bir işlem yapıldığını da görmedim. Ve diyorsunuz ki cevabınızda: "Kimyasal atık yok." Ee, peki bu hayvanlar nasıl telef oldu, nasıl öldü? Diğer taraftan basit bir cevap, geçiştirici bir cevap: "O bölgelerde tarımsal üretim var, tarım bölgeleridir." Doğrudur. "Orada zirai ilaçlama yapılmıştır." Doğrudur. "Efendim, onlardan kaynaklı bir ölüm olabilir." Bu, işi baştan savmadan başka bir şey değildir.

Şimdi, Sayın Bakan, gerçekten, oturduğunuz makam çok önemli bir makam, Türkiye'nin geleceği, çevre ve şehircilik. Her konuda hata yapabilirsiniz, sağlık konusunda, tarım konusunda, diğer konularda, ama çevreyi katlettiğiniz zaman gelecek jenerasyonların yaşam hakkını elinden alırsınız, onlara yaşam hakkı tanımamış olursunuz.

Şehirleri, kentleri, yerleşim yerlerini çarpık kentleşmeyle ranta boğarsanız sizin orayı tekrar düzeltmek için ne yapmanız gerekir biliyor musunuz? Yukarıdan uçaklar bombalayacak şehri, yerle bir edecek, sonra tekrar orayı imar edeceksiniz. Bu da uygulamada mümkün değil. Dolayısıyla, bu konulara çok daha fazla hassas eğilmeniz gerekiyor.

Şimdi, Sayın Bakan özel bir mülakat yapıyor, aşka dair çok güzel şeyler söylüyor. Katılmamak mümkün değil. Orada çarpıcı bir cümlesi var, diyor ki: "Gençlerimiz AVM'de dolaşmak yerine martıları izlemeli." Detayına girmiyorum. Gayet de güzel bir söyleşi olmuş, nostalji yapmış, gençliğini yaşamış. Kısmen, zaman zaman bizler de yapıyoruz o nostaljiyi. Ama diyor ki: "AVM'de dolaşmak yerine de martıları izlemeli." Şimdi, sanki Hükûmet park yaptı da bizim gençlerimiz, âşıklarımız, âşık gençlerimiz o parkta oturdular, martıları izlediler.

Şimdi, az önce Gezi Parkı olayını anlattım. Çevreciler, gençler diyor ki: "Ya bırakın burası park olarak kalsın -Sayın Bakanın da belirttiği gibi- martıları, kuşları izleyelim, sevgililerimizle oturalım, hoş sohbetler edelim." Ama sizin aklınız fikriniz parada pulda, rantta: "Hayır, burası AVM olsun, burası rezidans olsun."

Mersin'de Tevfik Sırrı Gür Stadı var, Sayın Başkanım iyi bilir.

MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) - Oynadım orada futbol.

VAHAP SEÇER (Devamla) - Futbol da oynadınız orada.

Orada, Mersin'de Akdeniz Oyunları'yla ilgili gerçekten çok müstesna tesisler yapıldı. Burada elbette ki Hükûmetinizin de payı var, o dönemde CHP'li Belediye Başkanının da payı var. Herkese teşekkür ediyoruz; Cumhuriyet Halk Partisine de, AKP katkı yapmışsa AKPye de, MHP katkı yapmışsa MHP'li belediyeye de, şimdi de aynı Belediye Başkanımız, o dönemin BDP'li Akdeniz Belediye Başkanına da. Buraya kadar her şey güzel. Çok da güzel bir stadyum oldu ama bir taraftan "Stadyumu Mersin halkına armağan ettik." diye bağırıyorlar, siyasi propaganda yapıyorlar, diğer taraftan da Tevfik Sırrı Gür Stadı'nı alıyorlar.

Tevfik Sırrı Gür Stadı sahile nazır, denize nazır, âdeta kentin akciğeri. Şimdi oraya bir AVM yapılacak. Sayın Başbakan geliyor Mersin'e 9 Haziranda, Mersin halkına basıyor kalayı, diyor ki: "Neymiş efendim -bir cümlesini okuyorum zamanım daraldığı için- 'Orası park olsun.' Onu git sen Belediye Başkanına söyle, o sana park yapsın." AVM yapacak orayı. TOKİ marifetiyle AVM yapacak, Allah bilir kimler oradan nemalanacak. Şimdi, dönüyor, mart seçimlerinden, yerel seçimlerden önce geliyor 13 Martta, aynı Sayın Başbakan şunu söylüyor: "Şu Mersin'in bir meydanı bile yok ya." Miting yaptığı yer stadyumun yanı. "Biz bu mitingi böyle bir yerde mi yapmalıydık? Buraya büyük bir kent meydanı yapacağız. Yani Mersinli hem bu meydanda mitingi yapabilecek ama aynı zamanda da gelip bu meydanda gezebilme imkânı bulacak." Bunu da söyleyen Sayın Başbakan. Şimdi, hangisi doğru? Çevre ve Şehircilik Bakanı olarak sizden bunun cevabını bekliyorum.

Değerli arkadaşlarım, sürem daraldı ama iki konuya temas etmek istiyorum, özellikle çevre konusunda iki önemli konu var. Türkiye cari açık sıkıntısı çeken bir ülke. Türkiye 60 milyar dolar ortalama -son zamanların rakamını veriyorum- cari açık veriyor. Yaklaşık olarak da 60 milyar dolara yakın enerji ithalatı yapıyor. Petrol ithalatı yapıyor, komşulardan elektrik satın alıyorsa elektrik enerjisi ithalatı yapıyor vesaire, vesaire.

Şimdi, bize şu eleştiri yapılıyor. Hani diyoruz ki: "Ya, HES'leri yapmayın." Bakın 1.400 küsur proje var. Bunun bir kısmı tamamlanmış, bir kısmı inşaat aşamasında, bir kısmı proje aşamasında. Siz önünüze gelen yere HES yapmayın. Tamam, Türkiye'nin su kaynakları önemlidir. Su zengini değiliz ama fena da bir kullanılabilir su kapasitemiz yok. 100 milyar metreküp gibi bir su varlığımız var. Bunlardan faydalanalım. HES'ler yapalım, bir sıkıntı yok ama kardeşim siz bunu rant kapısı hâline getirdiniz. Bir dönem Sayın Başbakan da söyledi, eli çantalılardan bahsetti Ankara'da dolaşan, hani bu HES lisansları satanlar. Şimdi, bunlara biraz dikkat edelim.

Bakın, bir gün Sayın Genel Başkanımız grup toplantısında da Rize'de meydana gelen bir olayı anlattı. Vatandaş suyuna sahip çıkıyor, vatandaş kuşuna sahip çıkıyor, vatandaş böceğine sahip çıkıyor, vatandaş ağacına sahip çıkıyor; siz asker marifetiyle... Şimdi askeri de kafaya aldınız. Ben o askerlere de şaşıyorum. Yani bu milletin evladı, davulla zurnayla askere gönderiyoruz; eline veriyorsunuz copu, kendi vatandaşınızı dövdürüyorsunuz. Kadının ayağının resmi çekilmiş, gazetelerde, itiraz eden bacımızın resmi var, o başörtülü bacımızın. Hani Gezi olaylarında da "Başörtülü bacımıza saldırıldı." dediğiniz başörtülü bacımızın hâli perişan. Niçin bunu yapıyorsunuz? HES'e karşı çıktığı için.

Bunlar yanlış işler. Kafanızı ranttan kaldırın çevreye bakın. Kafanızı ranttan kaldırın gözünüzü yeşile dikin, yeşili ve çevreyi korumaya dikin.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)