GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CUMHURİYET HALK PARTİSİ GRUBUNUN ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ İLE ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK HAKKINDA (11/32), ŞIRNAK MİLLETVEKİLİ HASİP KAPLAN VE 28 MİLLETVEKİLİNİN, ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ HAKKINDA (11/33), ŞIRNAK MİLLETVEKİLİ HASİP KAPLAN VE 28 MİLLETVEKİLİNİN, ŞIRNAK MİLLETVEKİLİ HASİP KAPLAN VE 28 MİLLETVEKİLİNİN, ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK HAKKINDA (11/34) GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGELERİ
Yasama Yılı:4
Birleşim:92
Tarih:22.05.2014

MHP GRUBU ADINA ALİM IŞIK (Kütahya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 13 Mayıs 2014 tarihinde Soma'da meydana gelen maden kazasında hayatını kaybeden 301 vatandaşımızın ölümünün ardından Sayın Bakanlar Taner Yıldız ve Faruk Çelik hakkında verilen gensoru önergeleri üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına söz aldım. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyor, hayatını kaybeden maden işçilerimize Allah'tan rahmet, yakınlarına ve Türk milletine baş sağlığı diliyorum.

AFAD kayıtlarına göre 301 kişi olduğu belirtilen maden kazası şehitlerinin maalesef 39'u da benim seçim bölgem Kütahya ilindendi. Kütahya ilindeki iş yeri yetersizliği ve kötü çalışma şartları, artı yeni istihdam alanlarının oluşturulamamasını, maalesef, bu ilden başka illere olan göçün sonucunu oralara giden gençlerimizin cenazesinin memleketimize geri dönmesiyle Kütahya ödedi. Bu da bunun örneklerinden birisidir. Daha önce de buna benzer birkaç kazada yine çok sayıda vatandaşımız hayatını kaybetmişti.

Değerli milletvekilleri, normal şartlarda böyle bir olay dünyanın herhangi bir ülkesinde meydana gelmiş olsaydı ya da geçmişte başka ülkelerde buna benzer olayların ardından gerçekleşen gelişmelere baktığımızda olması gerekenler şöyle sıralanabilirdi: Öncelikle, her şeyden önce iş yerinin sorumluları tedbiren hemen açığa alınır, derhâl gözaltında tutulur ve iş yerindeki çalışmaların güvenliği açısından çalışmalar durdurularak gerekli soruşturma ve incelemelere başlanırdı. Ama Türkiye'de, maalesef, Soma'daki bu elim kazadan sonra dört gün beklenildi, 4'üncü günden sonra iş yeri sahipleriyle ilgili veya yakınlarıyla ilgili, sorumlularla ilgili bazı çalışmalar başlatılabildi. Peki, bu dört gün boyunca iş yerindeki deliller karartıldı mı, karartılmadı mı? Bununla ilgili herhangi bir tespit var mı, yok mu? Hükûmet, siyasi sorumlular bununla ilgili gerekli tedbirleri o dönemde aldılar mı, almadılar mı? Bunları bilemiyoruz.

İki: İş yeri sorumluları bunu yaparlardı ama maalesef, bugün, iş yerinin de bağlı olduğu holding sahibine çağrı yapılamıyor veya yapılan çağrının ardından deniyor ki: "Yeterli delil yok.", savcı "Ben bunu çağıramam." diyor. Değerli milletvekilleri, bu devlet mi güçlü, bu iş adamı mı güçlü, önce olaya buradan bakacağız.

Üç: Dünyanın başka yerinde böyle bir olay olsaydı veya geçmiş dönemlerde olan olaylara baktığımızda işçi sendikaları o iş yerinde hayatlarını kaybeden veya yaralanan işçilerine sahip çıkarlar, orayı herkesten daha önemli bir şekilde korurlar, Taksim Meydanı'ndaki direnişi orada gösterirlerdi ama maalesef, Türkiye'de 1 Mayısta Taksim'de direniş göstermek için her türlü çabayı gösteren sendikaların hiçbiri bu olayda ortada yok. Neden? O zaman, sendika ile iş yeri sahipleri arasında bağlantı mı var, yoksa bu sendikalar kâğıt üzerinde sendika, Hükûmete karşı artık görevini yapamaz hâle mi geldi?

Dört: Siyasi sorumlular, olayın selameti, güvenliği ve yapılacak çalışmaların akıbetini kesintiye uğratmama adına derhâl istifa ederlerdi. Eğer istifa etmiş olsalardı belki bugün bu gensoru önergelerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine getirilmesi söz konusu olmazdı. Onun için, istifa tabii ki Sayın Bakanların kendi vicdanlarının sorumluluğundadır ama keşke bugüne kadar istifa etmiş olsalardı da bugün bu acıları tekrar beraber yaşamamış olsaydık. Onun için, bu gensorular, bugüne kadar Sayın Bakanların üzerlerine düşeni gereği gibi yapmamalarından dolayı bugün Meclisin gündemine gelmiş, getirilmiştir.

Arkasından, devletin sorumluları, kurumları kazazedelerin yaralı olanlarının yarasını sarar, vefat edenlerin yakınlarına bakar ve eksikliği duyulan yasal düzenlemeleri derhâl alırdı. İşte, geçmişte buna benzer olayları özetlediğimizde bunu görürüz. Bugün, maalesef, Türkiye Cumhuriyeti'nde bu elim kazanın ardından yaşananlar bunlara benzemiyor. Yaşananlar, orada Sayın Başbakanın bir vatandaşı tokatlamasından tutunuz, bir kadının "Sayın Başbakana bağıracaktım ama eşimin cenazesini vermez diye korkumdan sesimi çıkaramadım." demesine kadar sosyal bir vakıaya dönüştü. Burası Türkiye Cumhuriyeti devleti, burası Hitler'in Almanyası değil. Sonradan madenci olduğu ortaya çıkan bir vatandaş Sayın Başbakanın Müşaviri tarafından tekmeleniyor ve hâlâ bugüne kadar o devlet bürokratı hakkında herhangi bir idari işlem yapılmıyorsa olaya bu pencereden baktığımızda, bu gensoruların anlamlı olduğunu söylemek mümkündür.

Dolayısıyla "Bu kazanın sonucunda acaba kaç kişi hayatını kaybetmiş olsaydı Sayın Bakanlar istifa ederlerdi veya bu sorumlular gereğini yaparlardı?" sorusunun cevabı muhataplarına aittir. "301 can yetmiyorsa 3.001 canın kaybedilmesi mi bekleniyor?" Bu sorunun cevabını inanıyorum ki ilgililer vermek zorundadırlar.

"Madencinin ölümü kaderdir. Bu sektörde, bunun fıtratında ölüm vardır." sözleri bu olaya bakışın bir göstergesidir. Ama, inancımız tedbirin bizden, takdirin Allah'tan olduğunu gösterir. Tedbiri alacağız. Sayın Bakanlar bu tedbiri zamanında aldılar mı, almadılar mı? Bunun bundan sonra yapılacak olan çalışmalar sonucunda ortaya çıkacağını düşünüyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, geçen hafta itibarıyla muhalefet partilerinin zorlamasının ve konuya olan duyarlılığının ardından, Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekili arkadaşlarımızın da önce reddettikleri ama sonra vermek zorunda kaldıkları araştırma önergeleriyle bir Meclis araştırma komisyonunun kurulmasına karar vermiştir. Doğru yapmıştır. Keşke daha önce yapılan uyarıların ardından da bu tür tedbirlerin alınmasına önemli bir zemin hazırlayacak olan bu çalışmaları yapabilmiş olsaydık ve bugün bu noktaya buradan başlamamış olsaydık. Geç başladık ama hiç olmazsa geç de olsa başladık. Fakat, maalesef, tüm bunlara baktığımız zaman on iki yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde yanlış enerji ve maden politikalarının Türkiye'yi bugün buraya getirdiğini görürüz.

Özetlemek gerekirse bu dönemin politikası dışa bağımlı enerji, özelleştirmeye dayalı ve taşeron yöntemiyle ucuz işçi çalıştırıp yeni zenginler yaratarak Türkiye'yi aydınlatmak veya enerji açığına çözüm bulmak şeklinde özetlenebilir.

Değerli milletvekilleri, bu konularla ilgili bu kürsüden Milliyetçi Hareket Partisi milletvekilleri olarak defalarca uyarılarda bulunduk, defalarca konuştuk; sözlü ya da yazılı soru önergeleri, Meclis araştırma önergeleri veya kanun teklifleri verdik; özelleştirme politikalarının doğru olmadığını, özellikle enerji ve maden sektöründe bu politikaların çok büyük yanlışlar doğuracağını ve ileride çok büyük can kayıplarına yol açacağını bundan önceki konuşmalarımızda defalarca söyledik. Ama, maalesef, dün olduğu gibi bugün de doğru söylenenlere kulak tıkamaya devam edilecek olur ise yine Türkiye Cumhuriyeti devletinde yeni maden kazalarını yaşamamız da kaçınılmaz olacaktır. Bundan ders almak zorundayız ve mutlaka gerekli tedbirleri almak zorundayız.

Bu dönemde "özelleştirme" demek yeni yandaş zenginler yaratmak demektir, "özelleştirme" demek taşeron işçiliği yani işçinin emeğinin sömürüldüğü bir sistem demektir. Dolayısıyla "taşeron işçiliği sistemi" demek sendikasız, hazır AKP seçmeni, AKP'li siyasilere yerelde iş bulma fırsatı tanıyan yeni zenginler yaratarak seçimlerde sponsorları oluşturan bir sistem demektir. İşte, onun için, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı her ne kadar son iki üç yıldır "Bu sistemle ilgili düzenlemeler yapmaya çalışıyoruz, yapıyoruz, yaptık." dese de AKP hükûmetleri bu sistemi değiştiremezler. Çünkü, seçim sahalarında finansman bu firmalar tarafından sağlanmaktadır, bu firmalar AKP'nin seçim finansörlüğünü yapmaktadır. Bu firmalarda çalışan taşeron işçiler hazır asker gibi miting meydanlarına taşınmaktadır ve bu taşeron işçilere, asgari ücretin az üzerinde bir bedelle çalıştırıldıkları için, sürekli iş tehdidi ve iş korkusuyla AKP'ye oy vermek zorunda olduğu hissettirilerek sürekli hazır seçmen olarak bakılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, bunu değiştirmek zorundayız. Hâlen bugün bu kazadan sonra, kaybedilen canlardan sonra sağ kurtulduğuna sevinemeyen işçiler, aradan geçen bir hafta sonra aynı tehditlerle, aynı şekilde yarınından emin olmadan, iş güvencesine sahip olmadan, iş kaygısıyla, evinin kira borcunu, kredi borcunu, taksit borcunu nasıl ödeyeceğini endişe hâline getirir ve bunlarla meşgul olacak olursa bu sistemin değiştirilmesi gerektiği kesinleşmiştir.

Hükûmet şunu söylemeliydi: Sağ kurtulanlar ne olacak? Bugüne kadar bir yetkilinin ağzından "Bu işçilere iş güvencesi garanti edilmiştir. Orada istemezlerse başka yerde bunlar çalışacak, geçimlerini sağlayabilecektir." denemedi, yasal güvenceler altına alınamadılar. Dolayısıyla, bu insanlar hâlen televizyonlarda korkarak konuşurken "Ben AK PARTİ'li seçmenim." demek zorunda kalıyor. Dün daha şahit oldum, "Ben AK PARTİ'ye oy verdim." Evet, vermiş olabilirsin, "Neden bunu söylemek zorunda kalıyorsunuz?" diye sorduğunuzda, o psikoloji içerisinde "Aman, yarın başıma bir iş gelmesin." korkusuyla bunu söylediğini çok rahat anlayabilirsiniz.

Değerli milletvekilleri, bunu özellikle sorumlu sayın bakanların bu noktaya getirmemesi gerekirdi. Bu nedenle, bu önergeler birçok konunun tartışılmasına vesile olması açısından önemliydi. Ancak, kurulmuş olan Meclis araştırma komisyonunun çalışmalarına da engel olmayacak şekilde bir düzenlemeyle, onların çalışma sahaları daraltılmadan mutlaka bu çalışmaların yürütülmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Diğer taraftan -bugüne kadar ilk kez şahit oldum- özellikle 2 ayrı bakan hakkında ayrı ayrı önergeler verilip ayrı ayrı konuşmalar yapmamız gerekirken ne hikmetse 2 bakan hakkında aynı gensoru üzerinden burada gensoru gündeme alınsın ya da alınmasın şeklinde konuşma yapmak durumunda kalıyoruz. Belki bu bakanlardan birisine "Çok fazla ihmaliniz yok, diğeriniz çok suçludur." diyeceğiz, farklı oylar kullanacağız ama maalesef -böyle bir görüşme anlayışı da- bu konunun, alelacele ve özellikle sayın bakanların istifa gibi bir sorumluluğu bugüne kadar yerine getirmemesinden dolayı Meclis gündemine geldiğini düşünmekteyiz.

Değerli milletvekilleri, birçok konu söylendi; önce trafo patlamasından kaynaklandığı ama arkasından karbonmonoksit gazı zehirlenmesiyle bu kazaların olduğu söylendi. Ama, bir maskenin 1993 model olması ve bugüne kadar hiç kullanılmadan sadece sembolik olarak kullanılıyor görünmesi, işçi bu maskeyi daha önce herhangi bir nedenle açmışsa 300-400 lira cezaya muhatap olması Türkiye'nin bu sektörde ne hâle geldiğinin çok önemli bir göstergesidir. Mutlaka ama mutlaka bu denetimler çok ciddi bir şekilde bu araştırma komisyonu tarafından yerine getirilmeli ve mutlaka bunun takibi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yapılmalıdır.

Biz Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak bu konunun sonuna kadar takipçisi olmaya devam edeceğiz ve mutlaka sorumluların hesap vermesini sağlayacak her türlü çalışmaya destek olacağız diyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle tüm şehitlerimizin, maden şehitlerimizin ailelerine bir kez daha başsağlığı diliyorum. (MHP sıralarından alkışlar)