GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE AZERBAYCAN CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ ARASINDA POLİS EĞİTİMİNDE İŞBİRLİĞİ ÜZERİNE PROTOKOLÜN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR
Yasama Yılı:4
Birleşim:86
Tarih:07.05.2014

CHP GRUBU ADINA ALİ HAYDAR ÖNER (Isparta) - Sayın Başkanım, değerli milletvekillerimiz; 11-14 Kasım 2013 tarihlerinde Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev cenapları ve heyeti ülkemizdeydiler. Kardeşlerinin yurduna hoş geldiler, şad olduk. Kendilerini kalplerimizin üzerine bastırarak ağırladık, iyi duygularla uğurladık, hoşbaht olsunlar.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Azeri kardeşlerimiz uzun yıllar özgürlüklerinden yoksun kaldılar. Hâlbuki, 28 Mayıs 1917'de Azerbaycan Cumhuriyeti kurulmuş, Müsavat Partisinin Genel Başkanı Mehmet Emin Resulzade ilk Cumhurbaşkanı olmuştu. İki yıl yaşayan cumhuriyet Kızıl Ordunun işgaliyle yıkıldı ve Azerbaycan, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin egemenliğine girdi. Yükselen bayrak inecek miydi?

Azerbaycan esaret altına girdi ama Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşları önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu. Orta Asya'daki soydaşlarımızın esaret dönemlerinde Atatürk, bir güneş gibi parlıyor, Türkiye Cumhuriyeti özgürlüğe ve bağımsızlığa kavuşmanın sembolü oluyordu. Büyük Atatürk, 1933 yılındaki bir konuşmasında üstün önsezisiyle şu öngörüde bulunmaktaydı: "Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, müttefikimizdir fakat yarın ne olacağı bilinmez. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilir, dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte, Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde, dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz var. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız, manevî köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür, inanç bir köprüdür, tarih bir köprüdür. Onların bize yaklaşmalarını bekleyemeyiz, bizim onlara yaklaşmamız gerekir."

Büyük öngörü gerçekleşti. Sovyet bloku dağıldığında Azerbaycan, 18 Ekim 1991'de bağımsızlığını yeniden ilan etti. Azerbaycan'ı tanıyan ilk ülke Türkiye oldu.

Bu süreçte Türkiye bilgi ve deneyimlerini Azeri kardeşlerimizle paylaşmış, bir yandan da Azerbaycan'ın kalkınmasına katkılar sunmaya gayret etmiştir. Başlangıçtaki bir kısım bireysel aksaklıklar zamanla aşılmış, kurumsal ilişkiler kurulmuştu. Her şey yolunda giderken ne olduysa oldu, stratejik derinlik iddialı bir Dışişleri Bakanı çıktı "Komşularla sıfır sorun." söylemli anlayışını Hükûmete kabul ettirerek uygulamaya koydu, kıyamet de bundan sonra koptu. Ermenistan da komşu idi, sorunlar sıfırlanmalıydı. Türkiye-Ermenistan futbol karşılaşması iki ülke cumhurbaşkanınca Erivan'da izlendi, rövanş Bursa'daydı ancak Türk ve Azerbaycan bayrakları stadyuma ne yazık ki alınmadı. Türkiye'de, Azerbaycan'da STK'lar geniş tepkiler sergilediler çünkü tarihteki ilişkilerde sorunlar vardı. 25-26 Şubat 1992'de Hocalı soykırımı yaşanmıştı, 613 Hocalı Türkü katledilmişti. Yakılan cesetler, gözleri oyulanlar, kulakları, burunları, çeşitli uzuvları kesilenler vardı. Hocalı'da tam bir soykırım uygulanmıştı, 1 milyona yakın kaçkın Bakü'de perişan hâldeydi. Kars Akyaka, Iğdır Alican kapıları açılamadı. Kendisi de bir soykırımcı olan Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan 25 Temmuz 2011'de "Karabağ'ı biz aldık, Ağrı'yı da gençlere bıraktık." deyince "sıfır sorun" diyenler ne diyeceklerini bilemez hâle düştüler. Türk ve Azerbaycan bayraklı objelere yönelik olumsuz askerî gösteriler, Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın taziye mesajından sonra da eksilmedi. Ermenistan barış istiyorsa Türkiye ve Azerbaycan'a yönelik düşmanca davranışlardan vazgeçmelidir.

Sayın milletvekilleri, Türkiye-Azerbaycan Yüksek Düzeyli Stratejik İş Birliği Konseyi toplantısı vesilesiyle İzmir'de 25 Ekim 2011'de imzalanan protokol, Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Lisans Programına 5, Güvenlik Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans kısmına da 5 Azeri kardeşimizin kabulünü ve Türk öğrencilerle aynı statünün uygulanmasını öngörüyor. Polis eğitiminde iş birliği yapacağız ama nasıl bir eğitim?

Nereden bulmuşlarsa bilinmez, Polis Akademisi Başkanlığına atanan "profesör" unvanlı Remzi Fındıklı'nın ünlü ve hikmetli sözleri var. İlk okuduğumda inanamadım ama söylemiş ya da yazmış: "Müslüman kadının kocası koç, Müslüman olmayanın kocası hiç olur." Polis Akademisinin Başkanı, nereden bulundu arkadaşlar bu? Orada durmuyor efendi: "Demokrasi bir sağduyu rejimidir, sol kulağını kapatırsan sağduyulu olursun." Be adam, olsa olsa yüzde 50 işitme kaybına uğrarsın, yarı yarıya sağır olursun. "15'inde bir kız ya erde ya yerde olmalı." Cinsellikten başka bir şey yok mu bu hocanın zihninde, aklı nerede bu hocanın? Polis Akademisinde Öğretim Üyesi olmuş, Başkan yapılmış. Hani emanet ehline verilecekti? Bu kadar saçmalığı savunacak bir yandaş çıkacak mı bilinmez. Ama böylelerinin yetiştirdiği polislerin bir kısmı -diğer seçkin, nitelikli polislerimizi ayrı tutuyorum, onlarla çalışmaktan, çalışmış olmaktan gurur duyuyorum- Gezi direnişinde, Başbakanın deyimiyle destan yazdılar.

31 Mayısta Gezi nöbetçisiydim. Taksim Meydanı'na giren bütün cadde ve sokaklar gaza boğuldu. Milletin polisleri halka bu kadar acımasız davranamazdı, içim sızladı. Kim barışçı gösteriler yapan, saldırısız, silahsız toplanan, önceden organize olmayan gençlere bu gaz sıkmayı, TOMA'ların basınçlı sularıyla orantısız gaz bombası atmayı uygun görüyordu? Ülkenin valileri, emniyet müdürleri orantılı güç kullanma kavramını unutmuşlar mıydı?

Bursa'da bir değerli emniyet yetkilimiz var, Kahraman Sezer, görev yaptığım sırada davet ettim. Ekiplerimize, çevik kuvvet birimlerimize asgari orantılı güç kullanma eğitimi verdi o anlayışla hareket edildi.

Ölenlerin yakınları, yaralananlar, gözü çıkanlar "Polis destan yazdı." değerlendirmesiyle sarsıldılar. Sayın Cumhurbaşkanı, Başbakan Yardımcısı ve bazı yetkililer "Mesajı aldık." dediler ama Sayın Başbakan "Ne mesajı!" diyebildi. Bu, ileri demokrasi kavramının Başbakan usulü uygulaması olarak karşımıza çıktı.

Bir vali Gezi Parkı'nı "Şu gün şu saatte açacağım." diyor, sonra "Vazgeçtim." diyor. "Vazgeçtim." dediğinden yarım saat sonra tekrar açıyor, iki saat sonra yeniden kapatıyor. Hani idarede istikrar? Bir diğer vali "Ali İsmail'i arkadaşları öldürmüş olabilir." basiretsizliğini gösteriyor. MOBESE ve özel kameralar o an tesadüfen, nasıl oluyorsa, bozuluyor. Silinen kayıtlar ortaya çıkarılınca görevde kalmayı içine sindirebiliyor veya yetkili makamlar o basiretsiz valiyi, o takdir hakkını isabetli kullanmayan valiyi görevden almıyorlar. Hakkındaki inceleme hâlen sonuçlandırılabilmiş değil. Daha sonra da "Ben bu durumda ilimde güvenliği sağlayamayacağım." diye davanın bir başka ilde görülmesine vesile oluyor, önayak oluyor.

Değerli milletvekillerimiz, Azeri kardeşlerimizle iş birliği yaparken kötü örneklerden sakınmalıyız. Bunu sadece eğitimde değil, uygulamada da göstermeliyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekillerimiz; son ziyaretlerinde Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev cenaplarına devlet nişanı verildi. Konuk Cumhurbaşkanı da Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül'e Haydar Aliyev nişanı takdim etti. Türkiye'nin verdiği nişandan Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, mazlum milletlerin önderi Atatürk'ün rölyefi çıkarılmıştı. Atatürksüz nişanın konuk Cumhurbaşkanında burukluk yaratmadığını kim söyleyebilir? Her bayramda, her törende başkent güzel Ankara'yı ziyaret edenlerin büyük bir bölümünün, bir dualık saygı duruşunda bulunmaktan bahtiyarlık duydukları Büyük Atatürk'ü rölyeflerden çıkarmak bu ülkeye hizmet edenlere karşı büyük bir vefasızlık ve saygısızlıktır. Önder Gazi Mustafa Kemal'in rölyefini devlet nişanından çıkaranlar bilmelidirler ki Büyük Atatürk'ü milletin gönlünden çıkaramazlar.

Bu yasanın iki ülkeye hayırlı uğurlu olmasını diliyor, ettikleri yemine sadık kalarak cumhuriyetin değerlerine, devletlerine vefa ve sadakatle bağlı kalan sayın milletvekillerine saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)