| Konu: | CHP GRUBUNUN, MANİSA MİLLETVEKİLİ ÖZGÜR ÖZEL VE ARKADAŞLARI TARAFINDAN SOMA'DAKİ TÜM MADEN OCAKLARINDA MEYDANA GELEN İŞ KAZALARININ VE YAŞANAN ÖLÜMLERİN SORUMLULARI İLE NEDENLERİNİN ARAŞTIRILMASI AMACIYLA 23/10/2013 TARİHİNDE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA VERİLMİŞ OLAN MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGESİNİN, GENEL KURULUN 29 NİSAN 2014 SALI GÜNKÜ BİRLEŞİMİNDE SUNUŞLARDA OKUNMASINA VE GÖRÜŞMELERİNİN AYNI TARİHLİ BİRLEŞİMİNDE YAPILMASINA İLİŞKİN |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 82 |
| Tarih: | 29.04.2014 |
DEMİR ÇELİK (Muş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri şahsım ve Halkların Demokratik Partisi adına saygı ve sevgiyle selamlayarak konuşmama başlamak istiyorum. Halkların Demokratik Partisinin bugün ilk kez Türkiye Meclisinde siyasal temsiliyet hakkını kazanmasından kaynaklı, önemsediğimden ibaret bir konuşma yapmak istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işçiler, Sanayi Devrimi'yle birlikte kendilerine göreceli verildiği sanılan özgür emeklerini satmaktan öte, taşınmaz ya da taşınır, hiçbir olanağı, imkânı olmayan kesimdir; yoksuldur, açtır, sefalet içerisinde yüzen kesimdir, emeğinden başka da satacak bir değeri yoktur. Emeğini satmak adına, bazen bizlerin girmekten ürküntü duyduğumuz izbe yerlerde, güneşin girmediği, özgürlüklerin, hakların hiçe sayıldığı yerlerde yaşamlarını idame ettirme, ailelerini geçindirme arayışının dışında bir çabaları, gayretleri, arayışları, niyetleri de yoktur.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, biraz sessiz olursak...
DEMİR ÇELİK (Devamla) - Emeğini satmak durumunda kalan bu kardeşlerimiz, bu vatandaşlarımız, asgari ücretle, grev ve toplu sözleşmeden yoksun, sendikal örgütlenme hakkından yoksun, sadece ve tek başına, yaşamın kuru ekmek ve katıkla geçeceği günler için, maden ocaklarında, limanlarda, tersanelerde, fabrikalarda, tarlalarda yaşam sürdürmek koşuluyla karşı karşıyalar. Bu insanlarımız, bu vatandaşlarımız, bu kardeşlerimiz sosyal güvenlikten yoksun oldukları, sendikalı oldukları için, onlar ve aileleri mağdurdur; mağduriyet üzerinden her gün edebiyat yapan siyasal partilerin görmediği, görmek istemediği bir realite olarak karşımızda durmaktadırlar.
Son on dört yıldır, işçilerin on binlercesi bu duyarsızlığımızın sayesinde, bu vurdumduymazlığımızın sayesinde, görmeme ısrarında bulunuyor olmamızdan kaynaklı yaşamını yitiriyor. İnsanlarımız maden ocaklarında, tersanelerde, limanlarda, fabrikalarda, tarlalarda yaşamını sürdürüyorken bu Meclis onların güvenlik içerisinde yaşamasının koşulunu yaratamıyorsa, bu Meclis onların insani yaşam koşullarına erişmesinin olanaklarını, imkanlarını yaratmıyorsa her şeyden önce sorgulanması gereken, bu eksiklik olmalı. O nedenle, işçi kıyımlarına, işçi ölümlerine duyarsız kalmanın her şeyden önce, bir vatandaş olarak, bir vekil olarak yüreğimi sızlattığını ifade etmek istiyorum. Hele hele iki gün sonrası da 1 Mayıs. 1 Mayıs ki dünya işçi, emekçi bayramı; 1 Mayıs ki dünya işçi sınıfının birlik, dayanışma günü. Birlik ve dayanışma günü olan 1 Mayısın bayram coşkusuyla alanlarda, meydanlarda hak mücadelesinin bayramına dönüştürülmesi gerekirken yasakçı zihniyete takılarak alanlar işçilere, meydanlar işçilere dar edilmek isteniyor. Hani özgürlükler? Hani barış? Hani kardeşlik? Hani hak ve hukuk? İşçi olunca, öteki olunca, mazlum olunca, yoksul olunca hiçbir haktan, hiçbir özgürlükten nasibini almayacak ama zenginseniz, mal, mülk sahibiyseniz, elit siyaseti yürütüyorsanız, egemenseniz, iktidar sahibiyseniz her türlü hakkı kendinizde görme alışkanlığından vazgeçiniz. Artık, egemen varsa onun mazlumu, yoksulu, yönetileni de vardır, onu da dikkate alan bir algı ve anlayışla yaklaşmak gerekirken ölümlerin ardı arkası kesilmiyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işçiler bizim vurdumduymazlığımızın sayesinde, işçiler sosyal güvenlikten yoksun olmaktan dolayı yaşamlarını yitiriyor ama aynı işçiler, aynı çalışanlar siyasilerin keyfî yaklaşımları, uygulamalarıyla da sosyal ve siyasal travma yaşıyor. Bu insanlarımız yoksulluk sınırı olan 3 milyon 500 bin gibi bir rakamın çok altında maaşa sahip, o özlük haklarının verdiği kıt kanaat geçinme durumu ve koşullarıyla karşı karşıyadır. Yetmezmiş gibi, keyfî davranıyoruz, kendimize göre yönetiyoruz.
Son zamanlarda duyuyoruz ve işitiyoruz ki Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Melih Gökçek'in keyfî yaklaşımı ve uygulamalarıyla, 657'ye tabi TÜM BEL-SEN üyesi 14 arkadaşımızın, kardeşimizin -Haziran 2013'teki Gezi olaylarından kaynaklı yaşanan hukuksuzluğa vurgu yapmak, eleştirmek adına basın açıklamasına katıldıkları gerekçesiyle- iş akitleri feshediliyor, işten atılıyorlar. Bu keyfî uygulamanın hesabını birileri sormak durumunda. Eğer hukuk devleti isek, eğer hâlâ vicdanlarımız kararmamış, körelmemişse demokratik hukuk devletinde olması mümkün olmayan bu keyfî uygulamalar bir an evvel son bulmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her rejimde, her sistemde mutlaka iktidar vardır ama demokrasi dediğimiz siyasal sistemde muhalefet de vardır. İktidarın, muhalefet olmaksızın, muhalefetin eleştirel, ön açıcı yaklaşımını dikkate almaksızın keyfî uygulamaları bizi mutlak iktidara götürür, bizi otoriterizmden de öte totaliter, monark yönetimlere götürür. Biz buna el birliğiyle, yürek birliğiyle "Dur" demek zorundayız, bugün sıra bizdedir. Keyfî uygulamaların arkasında olur, sahiplenirsek sıranın kime geleceği belli olmaz. O nedenle, kendinize yapılmasını istemediğiniz muamele ve uygulamalardan kaçınmak insan olmanın, ahlaki, vicdani toplum savunucusu olmanın olmazsa olmaz kriteridir. Böylesi keyfî uygulamalara Meclis duyarsız davranacaksa, herkesin yaptığının yanına kâr kaldığı bir sistem, olsa olsa yüz yıl öncesinin, yüzlerce yıl öncesinin keyfî, padişahvari, krallık rejimlerinde rastlayabileceğimiz uygulamalardır.
Biz yönetim dışında kalmış olabiliriz, biz iktidar dışında kalmış olabiliriz ama iktidar dışında da kalmış olsak, muhalefet de olsak, yönetim dışında da olsak biz milyonlarız. Bu milyonların açlığı, yoksulluğu, sefaleti eğer bir gün görülmezse, dikkate alınmazsa, ölümlerin önüne geçilmezse, inanın, kendisini bizden saymayanların da kurtulmak adına çabalarının yetersiz kalacağı, bir ölüm korkusu çemberiyle karşı karşıya kalırız. O nedenle, 2002'den bu yana, on ikinci yılını doldurmak üzere olan AKP iktidarının keyfî, kendine göreci, benmerkezci anlayışından sıyrılması, olması gereken tek adımdır. Bunda ısrar etmek, sadece AKP'ye kaybettirmeyecektir; Türkiye halklarına, Türkiye kimliklerine, inançlarına, kültürlerine, çoklu kültürüne, kimliğine zarar verir.
O nedenle, işçi ölümlerinin önüne geçmek, onları sosyal güvenlik sahibi yapmak, toplu iş ve grev hakkı sahibi yapmak bizim temel görevimiz ve sorumluluğumuzdur. Bunun gereği olarak, bundan sonra, 28 Nisan, işçi ölümlerinin gerekçesine binaen yas günü ilan edilmeli, yeni işçi ölümlerinin yaşanmaması adına Mecliste tüm siyasi partilerin duyarlılığıyla gerekli yasal ve anayasal değişiklikler yapılarak toplum güvenliği sağlanmalı.
Ne Başbakanın ne MİT'in ne de özel kişilerin güvenliği bu Meclisin gündemi olmamalı. Meclisin gündemi tarihsel, siyasal, sosyal değerlerimizden bir bütündür, toplumun güvenliğidir, toplumun ihtiyaçlarıdır. Bu ihtiyaçları karşılamak Meclisin temel görevi diyor, saygılar sunuyorum. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)