GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN GELİŞTİRİLMESİ AMACIYLA ÇEŞİTLİ KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI VE TEKLİFLERİ
Yasama Yılı:4
Birleşim:71
Tarih:01.03.2014

MHP GRUBU ADINA FARUK BAL (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce Sayın Bakanı dinledik.

Benim üzerinde durmak istediğim konu, eğer gerçekten bu demokratikleşme, temel hak ve hürriyetlerin genişletilmesi, vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerinin hem derinleştirilmesi hem genişletilmesi anlamında olsaydı, biz elbette ki Milliyetçi Hareket Partisinin sahip olduğu demokratlık vizyonu ve hürriyetçilik prensibi çerçevesi içerisinde buna destek verirdik. Ancak, Adalet ve Kalkınma Partisinin son aylarda ortaya çıkan iki tane ciddi sorun üzerinde yoğunlaştığını görüyoruz. Bunlardan bir tanesi yolsuzluklar. İkincisi ise ülkenin, devlet ve millet bütünlüğü çerçevesi içerisinde örselenmesi; Oslo'da başlayan, İmralı'da devam eden ve müzahir bir ülke gözetiminde devam eden Büyük Orta Doğu Projesi kapsamı içerisinde şekillendirilmesine ilişkin, bizim "yıkım planı" dediğimiz bir planın peşine düşmesi, buna ilişkin kademe kademe yasalarla yüce Meclisin huzuruna gelmesidir. Asıl bu Mecliste konuşulması gereken, on bir yıllık AKP Hükûmeti döneminde ortaya çıkan fakirlik, yoksulluk, garip ve gurebanın derdi, işsizlik, sıcak para, cari açık, bununla ilgili ortaya çıkan riskler. Ekonomik çöküntü, kriz ve en son yaşadığımız kuraklıkla ilgili tedbirlerin konuşulması gerekirken, maalesef, bu iki konuya odaklandı ve Meclisin son aylardaki bütün gündemi, birinci olarak yolsuzluğu kapatma kanunları, bunlarla ilgili adli zabıtanın yönetmeliğinin Anayasa'ya aykırı bir şekilde değiştirilmesi. Hatta, iddia ediyorum ki Adli Zabıta Yönetmeliği ile Anayasa'nın değiştirilmesi, Anayasa'nın fiilen askıya alınması, demokratik parlamenter sistemin genleriyle oynanması, yürütme organının yargıya tahakküm etmesi sağlandı.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Adalet Akademisinin içi boşaltılarak, orada Bakanın en güçlü kişi, en yetkili kişi hâline getirilmesi, böylece AKP'nin şapkasının yargının başına geçirilmesiyle ilgili kanun tamamlandı.

İnternet yasası ile... Daha önce yazılı basında ortaya çıkan 100-200'e yakın -Gazeteciler Cemiyetinin verdiği rakama göre- köşe yazarının, muhabirinin işten atılması; görsel basında "Alo Fatih" hatlarının ortaya çıkması suretiyle Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanının bir televizyonun alt yazısında geçen iki cümlesine dahi tahammül gösteremeyecek bir anlayışın, dikta anlayışının hâkim kılınması ve yazılı ve görsel basının bu şekilde kontrol altına alınmasından sonra ortaya çıkan, İnternet alanında, sanal medyada vatandaşlarımızın tepkilerinin kısıtlanabilmesi, seslerinin kısıtlanabilmesi, ifade hürriyetlerinin kısıtlanabilmesi için İnternet yasasının getirilmesi; "demokratikleşme" adı altında, yolsuzluk operasyonunda tespit edilmiş, tescil edilmiş tapelerin, kayıtların, görüntülerin delil olmaktan çıkarılmasına ilişkin kanun teklifleri ve tasarılarıyla Meclis son aylarda oyalandı ve bunların hepsi de AKP'nin milletvekillerinin parmaklarını kaldırması suretiyle gerçekleşti. Bunlar millî irade miydi? Hayır, değil. Bu, AKP'nin iradesidir çünkü millî irade olabilmesi için bir millî mutabakatla, bir toplumsal mutabakatla bunların yapılması lazımdı. Diğer üç partinin mutabakatı olmadığına göre, bunlar AKP'nin iradesiyle ortaya çıkmış kanunlar olarak karşımıza geldi.

Geldik bizim "yıkım projesi" dediğimiz, Sayın Bakanın çok alındığı bu konuda ama özünde doğru olan bu projeyle ilgili gelişmelere. Bu kanun tasarısı da aynen yıkım kanunlarında olduğu gibi, burada da izlerini göstermektedir. Birinci iz, Sayın Bakan ifade etti "Bu, çözüm projesinin bir parçasıdır." dedi; yararlandığı kaynaklardan bahsetti, yararlandığı görüşlerden bahsetti. Milliyetçi Hareket Partisinin hiçbir görüşünden yararlanmamıştır. Bu tasarıya, Milliyetçi Hareket Partisinin hiçbir katkısı olmamıştır. Anayasa Komisyonunda yaptığımız konuşmaya Sayın Bakan sert bir üslupla cevap verip, bizi anlamadan, korumak istediğimiz değerleri anlamadan, idrak etmeden, ondan sonuç çıkarmaya çalışmadan, fevri bir hareketle ters bir konuşma yapmıştır ve eğer ifade ediyorsa, katkı bundan ibarettir.

Özü itibarıyla, bu kanun, değerli milletvekilleri, Oslo'da başlayan, İmralı'da devam eden, milletvekillerini postacı hâline getirip İmralı'yla Kandil arasında dolaştıran...

PERVİN BULDAN (Iğdır) - Barışın postacılığını yapmaktan gurur duyuyoruz Sayın Bal.

FARUK BAL (Devamla) - ... bir kanun hükmü hâline getirilmek istenen tekliftir.

Bunun özü BOP projesinde vardır. BOP projesi, Türkiye'nin istikrarsızlaştırılarak 23 ülkeyle birlikte Orta Doğu'nun, Orta Doğu'da bulunan zengin doğal zenginliklerin yani gaz ve petrolün, enerji hatlarının geçiş yollarının ve bunların bulunduğu kaynakların üç şekilde düzenlenmesi projesidir. Bu üç şekilde düzenleme, bir, ya sınırları değiştirilecektir bu 23 ülkenin ya siyasi yönetim şekilleri değiştirilecektir veya iktidarları değiştirilecektir. İşte bu projeye Sayın Başbakan "Biz bu projenin eş başkanıyız." dedi. Sonra işin içerisinde farklı bir durum ortaya çıkınca, en az 8-10 defa kayden tespit edilmiş, görüntüsüyle tespit edilmiş olan eş başkanlık görevini inkâr etti, "Benim böyle hiçbir beyanım yoktur. Kim söylüyorsa bunu, yalan söylüyor." dedi.

Başbakanın git gelleri burada da durmadı, bu projeyi yani "açılım" adı verilen -bizce yıkım olan- projeyi önce "Kürt açılımı" diye ilan etti. Habur görüntüleriyle milletin tepkisini görünce, cismi aynı kaldı, ismini değiştirerek "Bu, demokratikleşme paketi." dedi. Demokratikleşme paketine de tepki milletin infiali boyutuna ulaşınca, bu defa, Milliyetçi Hareket Partisinin "Millî birlik ve kardeşliği bozuyorsunuz." iddiasını, sanki bu projeye kesip yapıştırmakla millî birlik ve kardeşliği sağlayacağını zannederek "millî birlik ve kardeşlik projesi" olarak ilan etti. Bu, millî birliği ve kardeşliği kökünden yok eden, ayrıştıran, ötekileştiren, bin yılda oluşmuş olan kardeşlik hukukunu yok eden bir projedir.

Değerli arkadaşlarım, bu kapsam içerisinde, bizim, Milliyetçi Hareket Partisinin demokratikleşme, temel hak ve hürriyetleri genişletme, derinleştirme konusundaki görüşleri Anayasa Uzlaşma Komisyonuna sunulmuştur ve diğer partilerin de büyük bir oranda katkı vermesiyle Türkiye'ye vizyon veren bir görüş hâline gelmiştir ancak burada ifade etmek istediğim, millet bütünlüğünü bozacak, bin yılda yarattığımız kardeşlik hukukunu bozacak, milletin evlatlarını birbirine düşürerek onlar arasında çatışmaları körükleyecek bir anlayışın hâkim olmasıdır. Bunu Sayın Başbakan da zamanında düşündü, dedi ki açılım projesinden bir çark ettiğinde: "Bizim 'Kürt meselesi' diye bir meselemiz yoktur, Türkiye'nin terör meselesi vardır ve terörle sonuna kadar mücadele edeceğiz. Kürt kardeşlerimiz de bütün vatandaşlarımız gibi eşit, birinci sınıf vatandaştır." Sanki Milliyetçi Hareket Partisinin sözcüsü gibi konuştu. Ancak, ne olduysa oldu, ondan sonra tekrar çark ederek bu açılım projesini akil adamların aklına havale edip sonra da Meclisin huzuruna kadar getirdiler.

Değerli arkadaşlarım, burada ifade etmek istediğim hususu Sayın Başbakanın "Kürt meselesi yoktur." şeklindeki ifadesine dönerek söylemek istiyorum: Biz -bin yıl diyorlar da bin yıldan da eski ama tabir olduğu için söylüyorum- bin yıl boyunca beraber ağladık, beraber güldük. Bin yıl boyunca biz açlığı paylaştık, tokluğu paylaştık. Bin yıl boyunca biz aynı Allah'a inandık, aynı kaderi paylaştık. Bin yıl boyunca aynı Peygamber'in akidelerine uygun davranmaya çalıştık. Bin yıl boyunca biz çoluğumuzu çocuğumuzu bu değerlerle büyüttük, besledik. Bin yıl boyunca aile hukukumuz buna göre gelişti. Bin yıl boyunca bizim komşuluk hukukumuz buna göre gelişti, toplumsal hoşgörü anlayışımız buna göre gelişti. Bin yıl boyunca buna göre geliştiği için her 3 "Ben Kürt'üm." diyen insanımızdan 2 tanesi 1 Türk'le akraba hâline geldi. Kültürümüz bununla geliştiği ve hoşgörü kapsamı içerisinde oluştuğu için, ayrışma olmadığı için her "Ben Türk'üm." diye kendini ifade eden insanlardan, 3 kişiden 1'i 1 Kürt'le akraba oldu. Bin yıl boyunca bizim sosyal hayatımız böyle oldu; soframız aynı, sofrada pişirilen yemekler aynı. Bin yıl boyunca bizim kadınlarımızın el örgüsü aynı, oyası aynı, halısı aynı, kilimi aynı hâle geldi. Bin yıl boyunca kızlarımızın saç örgüsü hâline geldi. İşte bu, bin yıllık kardeşlik hukukunun somut gerçeğidir. Bu, bin yıllık kardeşlik hukukunun müştereğidir. Bin yıl boyunca biz aynı cephede savaştık, bin yıl boyunca aynı cephede mağlup olmanın acısını, sıkıntısını, üzüntüsünü yaşadık.

Şimdi, bu "bin yıl boyunca" denildiği zaman ortaya rakamları da dökmek gerekmektedir. Bin yıl boyunca beraber olduğumuz kitlenin yüzde 85'i "Ben Türk'üm." diyor, yüzde 15'i de farklı etnisiteleri kastederek kendini ifade ediyor. Neye göre? Benim ifadem değil, Amerikan Etnoloji Enstitüsünün rakamlarına göre. Neye göre? Avrupa Birliğinin etnisitelerle ilgili komisyonunun rakamlarına göre. Neye göre? 1925 yılından beri, Türkiye İstatistik Enstitüsünün 1965 yılına kadar yapmış olduğu beyan ifadelerine göre ve 1990 yılından sonra da KONDA gibi, ANAR gibi birtakım, sivil olarak bu konuları araştıran şirketlerin sonuçlarına göre.

Şimdi, bu bütünlüğün, bu birliğin, bu birlikteliğin içerisinden Kürt tanımını alarak, onu ayrı bir varlık olarak, ayrı bir hâkimiyet unsuru olarak, ayrı bir parça olarak ayırıp Türkiye Cumhuriyeti topraklarından parça bölmek üzere kurulmuş PKK terör örgütü, bu ülkenin başına uluslararası güçler tarafından musallat edilmiş bir terör örgütüdür. Otuz yılı bulan bir zaman parçası içerisinde bunun lojistik desteğini veren, eğitimini yaptıran, bilgisini veren, istihbaratını sağlayan yabancı güçler, Türkiye üzerindeki, ilerleyen süreçte, Büyük Orta Doğu Projesi kapsamı içerisinde, kendi stratejik hedeflerine ulaşabilmek için kullanmışlardır. Adalet ve Kalkınma Partisinin açılım projesi kapsamı içerisinde Oslo'da başlayıp İmralı'da devam eden süreçte, PKK terör örgütü Kürt kardeşlerimizin temsilcisiymiş gibi varsayılarak, doğrudan onlar muhatap kabul edilerek bu sorunun çözülmesi Türkiye'nin yıkımı demektir. Biz onun için bu projenin adına "yıkım projesi" diyoruz. Niçin? Çünkü, PKK terör örgütü otuz yıl boyunca 40 bine yakın insanımızı şehit ederken bunlardan sadece 7 bin civarındaki asker, polis, hâkim, savcı, imam, öğretmendi, geriye kalan 33 bin civarındaki kardeşimiz PKK'nın terör faaliyetlerine karşı çıkan ve kendini Kürt olarak ifade eden, o bölgede yaşayan aşiretlerdir, o bölgede yaşayan vatandaşlarımızdır. PKK, terör örgütü olarak, bu bölgede hâkimiyetini kurabilmek için 33 bin kişinin canına kıymış ancak başaramamıştır. İşte, yıkım projesidir bu proje. Çünkü, 21 Mart 2013 tarihinde, PKK'nın başı olduğu mahkeme kararıyla tescil edilmiş olan Öcalan'ın mesajını Diyarbakır'da okutmak suretiyle orada yüz binlerce insanı toplayarak...

PERVİN BULDAN (Iğdır) - Milyon, milyon... 100 bin değil, 1 milyon.

FARUK BAL (Devamla) - ...sanki "Sizin lideriniz artık budur." diyerek Hükûmetin kontrolünde ve desteğinde bir organizasyon yapılması, bu millî birliğin ve kardeşliğin yıkımı için verilmiş, el ele ve birlikte davranışın en güzel örneğidir.

Yıkım projesinden sonra ne oldu? Evet, şehitler gelmiyor, siz teslim olursanız şehit gelmez. Karşınızda eline silah almış olan kişiye elinizi kaldırır "Tamam, teslim oluyorum." derseniz, elbette size bir şey yapmaz. İstediklerini yaparsanız, elbette ki bir zarar görmezsiniz. İstedikleri ne? Silahlı olan güçleri -öyle ifade ediliyor- yurt dışına çıkacak denildi, çıkmadı. Sadece, hastaları ve birtakım kendilerince değerlendirdikleri küçük bir grup çıktı. Geriye kalanı ne oldu? Geriye kalanı, değerli milletvekilleri, mezralara indi, silahıyla birlikte; köylere indi, silahıyla birlikte; şehirlere indi, silahıyla birlikte. Orada ne oldu? Orada olan şu: Orada, vergi toplamaya başladılar, Türkiye Cumhuriyeti devletine değil PKK'ya vergi toplamaya başladılar. Asayiş birimleri kurdular. Asayiş birimleri, orada vatan hizmetini yapan askerlere dahi kimlik soracak hâle geldi ve özel kıyafetler giymek suretiyle, oradaki vatandaşların üzerinde asayiş uygulamaları yapmaya başladılar.

Seçim süreci içerisine girdik. Şimdi, dağdan inip köye, mezraya ve beldelere, ilçelere, illere inen PKK'nın unsurları "Seçimlerde kimin aday olacağına ben karar vereceğim." diyerek orada bulunan kişileri, kuruluşları tehdit etmektedir; kimlerin aday olmasına, kimlerin olmamasına karar verir hâle gelmektedir. İşte, bu, Türkiye'nin son yıllarda yaşamış olduğu PKK terör örgütüne teslimiyetin tam bir fotoğrafı, tam bir görüntüsü olarak karşımıza çıkmaktadır.

Elbette ki değerli milletvekilleri, Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde sorun vardır. Ben o bölgede uzun yıllar çalışmış olan bir kardeşinizim, hem asker olarak çalıştım hem hâkim olarak görev yaptım. O bölgenin sorunları etnik bir temel içerisine oturtulamaz ve etnik bir dar görüşün içerisine sığdırılamayacak kadar büyüktür.

O bölgede iklim sorunu vardır; kar, kış, kıyamette o bölge insanının yaşam şartları zorlaşmaktadır. Buna çare bulmak, demokratik hukuk devleti içerisinde Türkiye Cumhuriyeti devletinin görevidir. O bölgede Türk de olsa, Kürt de olsa, Çerkez de olsa, Çeçen de olsa, bu sorunu çözmek bu Hükûmetin görevidir, bu devletin görevidir. Bunu bir "etnik kimlik" adı altında izah etmek, yıkım için ortaya konulan dinamitin patlatılması demektir.

Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin coğrafi sorunu vardır; dağları daha yüksek, ovaları daha dar ve platolarla çevrilidir. Bundan dolayı, yol yapımında veya birtakım yatırımların yapılmasında güçlük vardır. Bu güçlüğün giderilmesi, elbette ki Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinin görevi ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin görevi. Orada farklı etnik yapıda oturan insanlarımızın bulunması, bunun şeklini, niteliğini, özünü değiştirmemektedir.

Elbette ki ekonomik olarak sorun vardır orada. Ekonomik olarak sorun, üretim kapasitelerinin düşük olması ve tüketim alanlarına, pazarlarına ulaşmakta zorluk olması. Bu elbette ki kârlılığı azaltmakta, bundan dolayı da özel sektörün yatırımını, terör tehdidi dışında, engelleyen bir ekonomik sebep olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun da çaresi, bölgedeki ekonomik yatırımların teşviki, bu olumsuzlukların giderilmesi çerçevesi içerisinde Hükûmetin alacağı ekonomik tedbirlerle ilgilidir. Bütün bunları bir kenara bırakarak, bu bilimsel değerlerin dışında, bu objektif değerlerin dışında, bu sorunların adını "Kürt sorunu" olarak koyup başına da PKK terör örgütünün şapkasını geçirmek suretiyle "Buna çare bulacağım." demek, işte, projenin adını "demokratikleşme" olmaktan çıkarıyor, "temel hak ve hürriyetlerin geliştirilmesi" olmaktan çıkarıyor, tam anlamıyla Türkiye Cumhuriyeti devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü yok etme sonucunu doğurabilecek bir yıkım projesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, bu başarılı olamayacaktır. Çünkü, Kurtuluş Savaşı öncesine döndüğümüz zaman, bu ülkenin insanları, farklı etnisitelere sahip olsalar bile, kan dökerek vatan hâline getirdikleri bu topraklar tehlikeye girdiği anda; birleşmeyi, bütünleşmeyi, bir araya gelmeyi anlamış ve yedi düvele karşı Kurtuluş Savaşı'nı birlikte verebilmiştir. Çünkü, o döneme geri dönersek, Kurtuluş Savaşı'ndan önceye geri dönersek, Kuvayımilliye ruhunun canlanabilmesi için bu ülkeye, bu ülkenin toprağına terini dökmüş, emeğini vermiş, alın teriyle toprağı yoğurarak vatan hâline getirmiş olan kitle, Türk'üyle ve farklı etnisiteleriyle birlikte, bu toprağı koruyabilmek için bir araya gelmiş, omuz omuza vermiştir. Yine, bu ülke, yaşamış olduğu acı hezimetler, Osmanlı İmparatorluğu'nun yedi cephede vermiş olduğu aynı andaki savaşlarda uğramış olduğu o mağlubiyetler nedeniyle gözünün yaşını dökmüştür. Akan gözyaşı, hepimizin gözyaşı, bu toprağı yoğurmuş, vatan hâline getirmiştir. İşte, bütün Anadolu insanı, Kurtuluş Savaşı öncesinde, döktüğü gözyaşının hakkını vermiştir ve...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FARUK BAL (Devamla) - ...onu da bir mücadele şekline dönüştürmek suretiyle Kuvayımilliyeye destek olmuştur.

Bu proje, Kuvayımilliye ruhunu ortadan kaldırma projesidir, yıkım projesidir. Maddeleriyle ilgili düşüncelerimizi elbette ki sizlerle paylaşacağız ama köküne tümüyle karşı olduğumuzu ifade eder, hepinizi saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)