| Konu: | MHP GRUBU ADINA, GRUP BAŞKAN VEKİLLERİ İZMİR MİLLETVEKİLİ OKTAY VURAL VE KAYSERİ MİLLETVEKİLİ YUSUF HALAÇOĞLU'NUN, RÜŞVET VE YOLSUZLUK İDDİALARIYLA İLGİLİ SORUŞTURMALARI YÜRÜTEN ADLİ KOLLUK VE YARGI MENSUPLARI ÜZERİNDE BASKI UYGULADIĞI, SORUŞTURMALARA MÜDAHALE ETTİĞİ VE BAZI BAKANLAR HAKKINDA DÜZENLENEN FEZLEKELERİN GEREĞİNİ YERİNE GETİRMEDİĞİ İDDİASIYLA ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ HAKKINDA GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 71 |
| Tarih: | 01.03.2014 |
MHP GRUBU ADINA FARUK BAL (Konya) - Peki, teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, grubumuz adına, Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ hakkında verilen gensoru önergesi nedeniyle, hem önerge sahibi olarak hem de Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurunuzdayım. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
"Buraya nereden geldik, nasıl geldik?" sorusunun cevabını verebilmek için, küçük bir başlangıç yapmak istiyorum. Bu çerçeve içerisinde, değerli...
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, salonda uğultu var.
Buyurun.
FARUK BAL (Devamla) - "Buraya nereden geldik ve nasıl geldik?" sorusunun cevabını verebilmek için sizi biraz geriye götürmek istiyorum. Son iki yüzyılda dünyada çok ciddi gelişmeler olmuştur. Bu gelişmeler, özetle, tarım toplumundan sanayi toplumuna, oradan da bilgi ve bilişim toplumuna geçiş sürecidir. Türkiye bu süreci başarılı olarak atlatamamıştır ve iç içe geçmiştir tarım toplumunun özellikleriyle sanayi toplumunun özellikleri, sanayi toplumunun özellikleriyle bilgi ve bilişim çağının özellikleri. Köklü sorunlar birikmiştir, her alanda birikmiştir ama en yoğun sorun, bugün görüşeceğimiz, demokrasi, hukuk, yargı, yargı bağımsızlığı, hâkim teminatı gibi konular üzerinde birikmiştir.
Adalet ve Kalkınma Partisi on bir yıldır iktidarda olan bir partidir. On bir yıl boyunca bu sorunlara köklü çözüm bulması ve Türkiye'yi birtakım sıkıntılardan kurtarması beklenirdi. Adalet ve Kalkınma Partisinin bunu yapabilmek için, objektif şartlar dâhilinde, yeterli imkânları vardı. Parlamenter demokratik sistem içerisinde güçlü bir Meclis çoğunluğu vardı ve o güçlü Meclis çoğunluğu Meclisi iyi çalıştırmak suretiyle demokratikleşme, yargının sorunlarını hâlletme gibi çareleri üretebilecek durumdaydı. Koalisyon sorunu yoktu ve muhalefet partileri de Adalet ve Kalkınma Partisini bu noktada teşvik etmeye gayret etmişlerdi. Ancak Adalet ve Kalkınma Partisi on bir yılı heder etmiştir. On bir yıl boyunca demokrasi sorunu olmadığı anlaşılan Adalet ve Kalkınma Partisi demokrasiyi bir tren olarak değerlendirmiştir -Bunu ben söylemiyorum, bunu Adalet ve Kalkınma Partisinin kurucusu ve Sayın Genel Başkanı söylüyor- demokrasiyi bir tren olarak kabul etmiştir, hedefe gidilene kadar ve varılan istasyonda inilecek bir hedef olarak görmüştür.
Demokrasi böyle bir tren olarak görülünce, demokrasinin iki tane ayağına da -birisi hukukun üstünlüğü, diğeri piyasa ekonomisi dediğimiz alanlarda- Adalet ve Kalkınma Partisinin fikriyatının yansıması sirayet etmiştir. Nasıl? Piyasa ekonomisinin tüm şartları ortadan kaldırılmıştır on bir yıllık iktidar döneminde, piyasa ekonomisinde serbest rekabetin şartları ortadan kaldırılmıştır. Bunun yerine, yandaş olanlar, kendi partisine yakın olanlar, kendi partisine çıkar sağlayanlar, kendi partisinin bakanlarına çıkar sağlayanlar, kendi partisinin yandaşlarına yardım edenler bu piyasa ekonomisi şartları içerisinde rekabette üstün tutulmuş, onun dışında kalanlar ise iktidar gücü kullanılmak suretiyle tehdit edilmiş, baskı altına alınmış, bunların hakkını koruyabileceği parlamenter demokratik sistemin yasaları değiştirilmiştir, Kamu İhale Yasası değiştirilmiştir, Özelleştirme Yasası değiştirilmiştir. Dolayısıyla, tek parti devletine giderken tek partinin hükümdar olabileceği bir ekonomik alan yaratılmıştır. Bu ekonomik alan yaratılırken haram sofraları kurulmuştur, bu haram sofralarından nemalananlar, nimetlenenler kendi aralarında örgütlenmiş ve kendilerine yandaş siyasi kişiler aramaya başlamışlardır. İşte, bugünkü yolsuzluk operasyonlarının kökünde yatan sebeplerden bir tanesi budur.
İkinci olarak, "hukukun üstünlüğü" kavramı üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisinin aynen demokratik değerlere bakışı gibi bir bakışı vardır. O bakış belliydi, nasıl, demokrasiyi hedefe giderken varılacak istasyona kadar binilecek tren olarak değerlendiriyorsa Adalet ve Kalkınma Partisi, hukukun üstünlüğünü de kendi yaratacağı üstünlere hizmet edecek bir hukuk olarak anlamıştır ve bu kapsam içerisinde de, yargı içerisinde müthiş bir kadrolaşma, müthiş bir siyasallaşma ve o siyasallaşmanın ortaya koyduğu sonuçları da işte bugün burada bu gensoruyla değerlendireceğimiz acı bir noktaya getirmiştir.
Değerli arkadaşlarım, bu iki temel konuyu ifade ettikten sonra genel olarak bir hususu daha sizlerle paylaşmak istiyorum. Dünyada medeniyetler inşa edilmiştir, inşa edilmiş medeniyetler vakti saati geldiğinde, sebepleri ortaya çıktığında dünya medeniyetler ailesi içerisinde kaybolup gitmiştir. İşte, medeniyetlerin yok olmasında o vakti, saati getiren en önemli özellik, adalet duygusunun yok olmasıdır, adalet duygusunun o medeniyet içerisinde yeterli karşılığı bulamamasıdır.
Dünyada kültürler oluşmuştur, bu kültürlerin evrensel değerlere katkısı olmuştur, ancak o kültürler de zaman olmuş dünya kültürü içerisinde ömrünü tamamlamış, bitmiştir. Ömrünü tamamlamasına en büyük sebep, o kültür değerlerini yaratan adalet kavramının ortadan kalkmasıdır.
Devletler kurulmuştur dünya var olduğu tarihten itibaren. Bu devletler büyümüş, gelişmiş ama gün gelmiş ortadan kalkmıştır. Kalkma sebepleri çok farklıdır ama en önemli sebeplerden bir tanesi adaletsizliktir.
İktidarlar kurulmuştur bu devletler içerisinde, iktidarlar gelmiş geçmiştir. Demokratik değerleri benimsemiş olan ülkelerde iktidarlar demokrasi değerinin karşılığı olarak muhalefetle yer değiştirmesinin kuralını belirleyen bir sistem içerisinde gelmiş gitmiştir. İşte, Adalet ve Kalkınma Partisinin sorunu buradadır. Demokrasinin bu önemli değerini bir kenara atarak gitmemek üzere iktidar olmuş bir partidir. Oysa, gitmemek üzere iktidar olan bir parti, demokrasiyi nasıl amaca varılana kadar binilecek bir tren olarak görüyorsa, yargıyı nasıl amaca varılana kadar kullanılacak bir güç olarak görüyorsa, aynı şekilde, amaç elde edildikten yani iktidara varıldıktan sonra bir daha gitmemek üzere kullanmaya başlamıştır. Değerli arkadaşlarım, bu kullanmanın vahametini anlayabilmek için size -ve bundan sonra ifade edeceklerimi anlayabilmeniz için- yeni 3 tane YouTube ve Twitter çıktısını paylaşmak istiyorum.
Bunlardan bir tanesi, -en son gösterecektim ama dikkatinizi toplamak için ilk göstermeye karar verdim- Zarrab dâhil, bakan çocuklarını tahliye eden Hâkim İsmail Çiçek YouTube sayfasında paylaşıyor, beğeniyor. Neyi beğeniyor? Size okuyorum: "Allah uzun ömür versin uzun adam." diyor Tayyip Erdoğan Bey'in fotoğrafıyla beraber. İşte, yargı bu hâle gelmiştir. Biz de diyoruz Sayın Başbakana Allah uzun ömür versin çünkü biz canını alacak hâlde değiliz, Cenab-ı Allah ecelini verir, vakti saati gelir, hepimiz gidiciyiz ama böyle bir hâkim, Başbakanın taraf olduğu bir davada, YouTube sayfasında böyle bir reklama ihtiyaç duyuyorsa onun verdiği kararı, biz muhalefet partisi olarak ve Türk milleti de haklı olarak kaygıyla, endişeyle ve şüpheyle karşılaması gerekecektir.
İkincisi, değerli arkadaşlarım, dün Başbakan Burdur'da mitingdeydi, değil mi, hepimiz biliyoruz. Bütün valiler yaptı da ben bir tanesini ortaya çıkarabildim; İsmail Kalkan, Vali Adına Vali Yardımcısı, Isparta Valiliği Özel Kaleminden devlet dairelerinin tamamına tamim gönderiyor, "Başbakanın Burdur'da yapılacak mitingine bütün araçlarınızı -ama logosuz araçları diyor, yani gizleyecek güya, akıllı vali ya- logosuz araçları valilik emrine verin. Bunları ben mitingde kullanacağım." diyor.
Üçüncüsü, "Sizin parmaklarınızda akıl yok." diyen İyimaya'yı haklı çıkarırcasına tekrar ifade ediyorum: Sizin akıl yüklemediğiniz parmaklarınızla kabul ettiğiniz kanunun sonucu ortaya çıktı. O kanuna göre, İstanbul Başsavcılığı büyük yolsuzluk operasyonuyla ilgili soruşturmayı yapan adli kolluk kuvvetlerine yazılı emir verdi. Yazılı emir şu: "İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yürütmekte olduğu filanca sayılı, soruşturma no.lu, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve ihaleye fesat karıştırmak suçlarıyla ilgili dosya 15 Aralık 2013 tarihinde emniyet müdürlüğünüz tarafından fezlekeye bağlanarak gönderilmiş olmaklaaa..." Uzun bir "a", bundan sonrasına dikkat edin. Ya, hiç dikkat eden milletvekili de yok! Bunların yani yine parmaklarda karar olmayacağı belli. Evet, uzun bir "a"dan sonra, buraya dikkatinizi çekiyorum: "Daha önce Başsavcılığınızın talebiyle mahkeme kararlarına istinaden yapılan telefon dinleme..." Duydunuz mu? "...telefon dinleme, iletişim tespiti..." Duydunuz mu? "...fizikî takip işlemlerinin 15 Aralık tarihi itibarıyla sonlandırılarak buna ilişkin işlemlerin Başsavcılığımızca, bizim nezaretimizde -yani Başsavcılığın nezaretinde- imha edilmek üzere gelin buraya." diyor.
Değerli arkadaşlar, yani bu nedir biliyor musunuz? Türkçesini anlatayım: Telefonların mesaj sistemlerinde, tweet'lerde, Facebook sayfalarında -çünkü diğer yandaş ve candaş, korkutulmuş basın artık bunları söyleyemiyor- görmüş olduğunuz, duymuş olduğunuz Başbakanın oğluyla yapmış olduğu telefon tapeleri, oğlunun "El Kadı" adlı uluslararası terör şüphelisi olarak hakkında birtakım müeyyideler uygulanan bu kişiyle yapmış olduğu görüşmeler, onunla ilgili ortaklıkları, iş adamlarının, basının bir bölümünü daha satın alabilmek ve AKP'nin kontrolüne sokabilmek için zorla alınan veya para vermeye zorlanan, havuzda para toplamak için sıkıştırılan tapeleri, "sıfırlama operasyonu" dediğimiz... Cebirden sonra yepyeni bir terim daha girdi Türkçeye. Sıfır, bildiğiniz cebir denklemidir ama bu para işi, parayı sıfırlama işi. Hangi parayı sıfırlama işi? Hesaplayanlar var 2 milyar dolar olarak yani şu kadarı gitti, şu kadar küçük bir bölüm kaldı filan derken, o cebir işleminden yararlanarak, matematik işleminden yararlanarak bunu sıfırlamanın ne kadar bir miktara baliğ olduğunu hesaplayanlar var. Buna göre "1 milyar dolar" diyenler var, "2 milyar dolar" diyenler var. İşte, bu 1 milyar dolar, 2 milyar dolar civarındaki... Başbakanın oğlu Bilal Erdoğan'ın ifadesine göre "Benim evimde bir şeyim yok babacığım, sadece kasada senin paran var." diyor. İşte "o senin paran" diye tanımladığı Bilal Erdoğan'ın, bu paranın sağa sola dağıtılmasına, mutemet kişilere teslim edilmesine ilişkin tape kayıtlarının delil olarak silinmesi için cumhuriyet başsavcısının vermiş olduğu emir.
Değerli arkadaşlarım, işte, Adalet ve Kalkınma Partisi Türkiye'nin zaten sorunlu olan yargısını bu hâle getirmiştir. İnşa etmiş olduğu AKP ekonomisi, inşa etmiş olduğu AKP basını, inşa etmiş olduğu AKP yargısı ile birbirlerini kollayarak, kontrol ederek, birbirlerini koruyarak Türkiye'yi bu hâle getirmiştir.
Şimdi geldiğimiz noktada, 17 Aralıkta ne oldu değerli arkadaşlarım? 17 Aralık Türk siyasi tarihinin en büyük siyasi, sosyal, adli ve demokratik krizinin yaşandığı tarihtir. 17 Aralık, bütün bunları toplarsak, cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir devlet krizinin ve bunun akabinde de görülmemiş bir şekilde, mevcut demokratik değerlerin yok edilmesi için bizzat iktidar tarafından başlatılmış olan bir operasyonun adıdır. "Niçin bu iktidar tarafından operasyon başlatıldı, niçin yargı bu hâle getirildi?" sorusuna cevap olmak üzere, çünkü o tarihte asrın yolsuzluk operasyonu başlamıştı. Bu yolsuzluk operasyonunda ortaya çıkan rakamlar "asrın yolsuzluk operasyonu" tanımını kullanmaya elverişliydi. Elde edilen deliller, "asrın yolsuzluk operasyonu" demeye yeterliydi ve buradaki şüphelilerin, Hükûmetin 4 tane bakanı ve onun çocuklarıyla ve oradan da Sayın Başbakana, onun çocuklarına kadar uzanmış olması itibarıyla, şüphelilerin siyasi kimlikleri itibarıyla "asrın operasyonu" olarak tanımlanmaya müsaitti.
Değerli arkadaşlarım, bu iddialarla ortaya çıkan 4 tane bakanın, 4 tane bakan çocuğunun, 61'inci Hükûmetin çok yakınında bulunan Reza Zarrab -"zadeler" diyeyim artık, biraz biz de yüceltelim bu zatımuhteremi- onun ortak olduğu iş adamları, El Kadılar, bazı belediye başkanları, Halk Bankası Genel Müdürü, TÜRGEV adı altındaki, Başbakanın kontrolünde olan ve bazı kamu kuruluşlarından ve iş adamlarından zorla gelir elde edilen vakıf, işte bu operasyonun dâhili içerisindeydi. Bu kadar büyük ve kapsamlı asrın operasyonu ortaya çıktığında başta Başbakan ve Hükûmet üyeleri olmak üzere büyük bir telaşa ve büyük bir korkuya kapıldılar. Bunun neticesinde de bugünkü duruma gelebileceğimiz, Türkiye'yi demokrasi değerlerinden uzaklaştıran, yargı bağımsızlığını ortadan kaldıran sonuçlar doğurmaya başladı.
Değerli arkadaşlarım, bu operasyonda şüphe altında bulunan 4 tane bakan demokratik teamüller ve hukuk gereği derhâl görevlerinden ayrılması gerekirken sekiz gün boyunca görevlerinde kaldılar ve delillerin karartılması için, delillerin yok edilmesi için, delilleri bulan kamu görevlerinin, adli zabıtanın görevlerinden alınması için imza attılar, bakanlık yetkilerini kullandılar. Dolayısıyla, bunlardan sadece Erdoğan Bayraktar "Ben ne yaptımsa Başbakanın talimatıyla yaptım." diyerek istifa etme haysiyetini gösterdi ama bir buçuk ay sonra -ne oldu bilinmez, bizim tahmin ettiğimiz şekle göre Başbakan tarafından tehdit edildi- bu istifasından ve yapmış olduğu açıklamadan geriye çark ederek Başbakandan özür dilemek zorunda kaldı.
Değerli arkadaşlarım, bu korku, bu telaş, bu panik neticesinde, 17 Aralık günü itibarıyla başta İstanbul Emniyet Müdürü değiştirildi; yerine Sayın Başbakan özel uçağıyla Aksaray'dan bir valiyi aldı, götürdü, "İstanbul Emniyet Müdürü" olarak görevlendirdi.
Bu valiye sordu basın mensupları: "Ne yapacaksınız?" Yani, doğruyu söyledi adamcağız: "Ben de bilmiyorum ne yapacağımı, öğreneceğiz." dedi ama eline tutuşturulan, önceden hazırlanmış listelere göre ilk önce bu kaçakçılık, organize suçlar, mali suçlarla ilgili operasyonu yapan birimlerin müdürlerini, amirlerini, memurlarını çaycısına kadar aynı gün görevden uzaklaştırdı; onun yerine iktidar yanlısı, biraz önce gösterdiğim vali gibi, biraz önce gösterdiğim savcı gibi, biraz önce gösterdiğim hâkim gibi mutemet insanları atadılar.
Bununla işin biteceğini zannettiler, bitmedi. Bu defa soruşturmayı yapan savcıların yanına ek savcı ilave ederek onların işlerini sulandırmaya çalıştılar fakat ortaya çıkan deliller o derecede güçlü ve ciddiydi ki bu da olmadı. O zaman ne yaptılar? Savcının elinden dosyaları geri aldılar. Bu da yetmedi, savcıları sürdüler sağa sola.
Değerli arkadaşlarım, işte, İstanbul'da yapılan bu işler yani polislerin sağa sola sürülmesi, savcıların, hâkimlerin elinden dosyaların alınması, onların tayin edilmesi yetmedi. Yetmedi, niye? Çünkü bunlar biliyordu ki daha başka yerlerde de pis işleri var. Dolayısıyla, bu sürgün operasyonunu 17 ayrı ile daha yaydılar, 17 ayrı ilin emniyet müdürlerini ve adli zabıta görevi ifa eden, yolsuzluklarla ilgili araştırma yapan kamu görevlilerini, polislerini de sürdüler sağa sola. 7 bin civarında polis bu şekilde görevlerinden uzaklaştırılmış oldu. Aynı zamanda, buna paralel olarak, 25 Aralık tarihinde göreve başlayan Sayın Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, önce 20 Aralıkta, bu operasyonlar ortaya çıktığında bir celallendi, hırsızlığı, yolsuzluğu kamuoyuna duyuran basın mensuplarının sorularını cevaplarken "Bu bilgileri, gizli soruşturmayı açığa çıkaran, onları yayan savcılar hakkında suç duyurusunda bulunuyorum." dedi. Arkasından, 25 Aralıkta HSYK'ya karşı böyle, boy gösteren, tehdit eden bir beyanatta bulundu. 28 Aralıkta operasyonları durdurma talimatı verdiği şeklinde kamuoyuna basın marifetiyle bilgiler düşürüldü ve aynı zamanda da Sayın Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'ın İstanbul'daki operasyonda savcıların elinden dosyaların alınmasına, savcıların sağa sola gönderilmesine ilişkin birtakım hukuksuz tasarruflarda bulunduğuna dair bilgiler kamuoyuna yansıdı.
Sayın Bakan Adalet Bakanlığı görevini üstlendikten sonra, 15 Ocakta HSYK'yla bir toplantıya katıldı. Bu toplantının hemen akabinde yani aynı gün, HSYK'nın kalbi olan, hâkimler ve savcılarla ilgili atama, nakil gibi bütün önemli işleri yapan 1. Dairesinin zülfüyâre dokunan 2üyesi bu daireden uzaklaştırıldı. Yerine, 2 mutemet üye getirildi ve bu şekilde AKP'nin siyasallaştırdığı 1. Daire ilk icraatını bundan bir gün sonra yaptı. 16 Ocak tarihinde, İstanbul'da operasyonları yapan savcılar ve hâkimler muhtemelen "16 ayrı ile de bunun sirayet etmesi ihtimali vardır." diyerek o illerde de hâkim ve savcılarla ilgili bir kararname çıkardı. Bu, tabii, 16 Ocakta çıkarılan kararname çok acil bir işti, burada 20 hâkim ve savcı görevliydi ama akabinde bunun peşin devamı geldi. 21 Ocakta 97 hâkim ve savcıyı içeren bir kararname çıkarıldı. Bu kararname mazeret kararnamesi biliyorum ama bu kararnamenin içerisine zülfüyâre dokunacak, talimatlara uymayacak hâkimler, savcılar da konuldu. Bu da yetmedi, 12 Şubat tarihinde 166 kişilik bir kararname daha çıkarıldı ve böylece yargı içerisindeki yolsuzlukla ilgili operasyon, nasıl emniyetteki kolluk kuvvetleri, adli zabıta bertaraf edilmiş, tam yandaşlaştırılmış ise aynen hâkim ve savcılarla ilgili operasyon da bu şekilde tamamlandı.
Buraya gelene kadar, Adli Zabıta Yönetmeliği, sanıyorum 18 veya 19 Aralık günü Anayasa'yı değiştirecek şekilde değiştirildi yani yönetmelikle Anayasa değiştirildi. Suç delillerini ortadan kaldıran kanuni düzenlemeler yapıldı, özel yetkili mahkemeler kaldırıldı. Onların toplamış olduğu delilleri, işte "Şu savcının eline silah olarak verilsin." diye onların toplamış olduğu yolsuzluk operasyonundaki delilleri etkisizleştiren, değersizleştiren ve yok hükmünde sayan maddeler gizlendi. Bütün bunlar sizlere deşifre edildi, açıklandı ama sizin akla uygun olmayan parmak çoğunluğunuzla bunlar Türkiye'de oldu maalesef. İnternet'le ilgili yayınların önüne geçebilmek için İnternet kanunu değiştirildi. MİT'le ilgili bir değişiklik yapılarak, her ihtimale karşı, bu polisler de bir halt ederse, bu yargı da bir halt ederse diye, bir üçüncü güç olarak, polisten ve Silahlı Kuvvetlerden ayrı, operasyon yetkisiyle donatılmış bir MİT Kanunu yapılmaya çalışıldı ve bunun hukuki düzeni de Sayın Adalet Bakanının hazırlamış olduğu taslaklarla geldi.
Sonuç itibarıyla, 4 tane bakan hakkında fezlekeler geldi. Bu fezlekeler, 61'inci Hükûmetin 4 tane bakanının yolsuzluk operasyonunda suç işlediğine ilişkin delillerle birlikte Adalet Bakanlığına geldi. Adalet Bakanının kendi ikrarına göre, kırk beş gün boyunca bu dosyalar incelendi. Niye inceledin kardeşim? Hâkim misin sen, niye inceliyorsun dosyaları? Savcı mısın, niye inceliyorsun dosyaları? Niye kırk beş gün inceledin? Kırk beş gün sonra bu dosyaları geri gönderdi. Neye göre gönderdi? Kırk beş gün sonra, Adalet Bakanlığının çıkardığı bir genelgeye uymadığı için gönderildi.
Değerli arkadaşlarım, Adalet Bakanlığının genelgesi iki sayfa, hepimiz biliyoruz o genelgeyi. Buna uyup uymadığını, Adalet Bakanlığında onca bürokrat var, çağırıp birini sorduğunuz zaman "uyar" veya "uymaz" der, aynı gün gönderirsin. Gönderilmez çünkü kırk beş gün boyunca bu yolsuzluk dosyalarının içerisinde ne var, hangi deliller var, bu deliller kimleri şüpheli olarak riske atıyor ve hangi illeri kapsıyor, bunun araştırması, bunun incelemesi yapıldı. İşte, bu kırk beş gün boyunca bu inceleme yapılırken 16 tane ilin emniyet müdürü öyle değiştirildi. Kırk beş gün boyunca bu incelemeler yapılırken, bir ay içerisinde, hatta on gün içerisinde 3 defa hâkim kararnamesi çıkarılırken buradan alınan bilgilerle çıkarılmıştı ve netice itibarıyla Türkiye'de maalesef, Adalet Bakanlığı, yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı, hâkimin teminatını sağlamak üzere oluşmuş bir demokratik temsil organı olmasına rağmen yargıyı bağımlı hâle getirecek, yolsuzlukların üstünü kapatacak, ortaya çıkmış delilleri bertaraf edecek, bu delillere göre nerelerde operasyon yapılacaksa oranın polisini, hâkimini, savcısını dizayn edecek bir hâle düşmüştür 21'inci yüzyılda.
Değerli arkadaşlarım, tabii, bununla yetmiyor, bunların niye bu kadar olduğunu anlayabilmek için şu İzmir olayına kısaca bakmak lazım. İzmir'de -ve Adana'da da aynısı oluyor- Sayın Bakan deklare ediyor "Evet, ben konuştum bu savcılarla, savcılarla konuşmayan Adalet Bakanı mı var?" Savcılarla konuşmayan Adalet Bakanı yok, ben de biliyorum ama sizin gibi konuşanı yok! Ben 4 tane, en azından 4 tane Adalet Bakanıyla bürokrat olarak çalıştım, belki 50-60 tanesiyle de hâkim, savcı olarak çalıştım; hiçbir tanesinden hiçbir şekilde yargıya sizin kadar müdahale edenini görmedim. Bakın siz nasıl müdahale etmişsiniz: İzmir Emniyet Müdürü Ali Bilkay, operasyonu yapacak olan Şube Müdürü Bora Köprülü'ye telefon ediyor, diyor ki: "O konuyla ilgili bir şey sorarsa savcı 'Çalışıyoruz.' diyeceksin ama herhangi bir operasyon yapmayacaksın." Mali Şube Müdürü: "Efendim, savcı bu işi takip ediyor, bu adli bir iştir." Yani, sen ne karışıyorsun demeye getiriyor; haklı. Emniyet Müdürü Ali Bilkay: "Tamam, tamam. Çalışıyoruz, gereğini yapmıyoruz, tamam mı? Çalışıyoruz, gereğini yapmıyoruz, tamam mı? Çalışıyoruz ama operasyona adam çıkartmıyoruz, adam göndermiyoruz, tamam mı?" İzmir Valisi araya giriyor: "Kesinlikle." Arkadaki güç! Ali Bilkay: "Vali Bey'in talimatı, kesinlikle biliyoruz. Bir dakika..." diyor, valiye veriyor. Vali diyor ki: "Şimdi, şöyle: Bu iş artık ülke meselesi hâline geldi. İstanbul'da da aynı şeyler oldu." Aynı şeyi İstanbul'da da yapmışlar demek ki! Savcıya diyeceksiniz ki: "Efendim, talimatınız ulaştı, üzerinde çalışıyoruz." Bora Köprülü itiraz ediyor: "Mahkemenin vermiş olduğu talimatlar var, kararlar var. Savcı şimdi bizzat kendisi konuyu takip edecek. Ortada bir idari konu var, siz ne karışıyorsunuz; bir de yargı konusu var." diyor, doğru söylüyor. Vali Mustafa Toprak alıyor telefonu: "Nasıl-yani ben taklit yapamıyorum ama burada öyle yapmayı da gerektiriyor- gelecek, anlamadım ben. Savcı kendisi takip yaparsa yapsın, kapımız açık, gelir çayını içer ve gider kardeşim. Talimatı vereceksin tüm personeline 'Talimat ulaştı, üzerinde çalışıyor.' diyeceksin.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FARUK BAL (Devamla) - Tüm iller var, savcı kalkıp tüm illere mi gidecek? Ankara'nın çok net tavrı bu. Anlatabildim mi? Ankara'nın çok net tavrı bu."
MEHMET GÜNAL (Antalya) - Ankara kim? Bakan.
FARUK BAL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, vakit yetmedi ama bunu hepiniz bir yerlerden okursunuz. İşte, bu, Sayın Bekir Bozdağ'ın Adalet Bakanı olarak yargıya müdahalesini, Anayasa'nın 138'inci maddesini askıya alışını, kuvvetler ayrılığı ilkesini, yargının bağımsızlığını, yargının tarafsızlığını, hâkim teminatını kısa süre içerisinde ortadan kaldırma başarısını gösterdiğini ortaya koymaktadır.
Meclisin İçtüzüğü ve Anayasa'nın hükmü gereği hakkında gensoru açılması amacıyla Milliyetçi Hareket Partisi Grubumuzun verdiği önergeyi değerli milletvekillerinin vicdanlarına havale ediyorum.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Efendim, beş dakika ilave süre verin. Sayın Bakana verirsiniz nasıl olsa. Dinleyemiyoruz.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bal.
FARUK BAL (Devamla) - Bu defa, Cenab-ı Allah'ın bahşettiği vicdanla o parmakları hareket ettirirsiniz dilerim. (MHP sıralarından alkışlar)