| Konu: | MHP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 64 |
| Tarih: | 19.02.2014 |
OSMAN OKTAY EKŞİ (İstanbul) - Saygıdeğer arkadaşlarım, Milliyetçi Hareket Partisinin araştırma önergesinin lehinde konuşmak üzere huzurunuza çıktım grubumuz adına.
Sevgili arkadaşlarım, Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye'de uzunca bir süredir uygulamada olan sansür meselesinin enine boyuna araştırılmasını istiyor. Aslında, çok ciddi, çok derin, demokrasimizin -eğer varsa- kimliği açısından çok önemli bir meseleye parmak bastıkları için önergeyi veren arkadaşlarımızı tebrik ediyorum. Çünkü, sevgili arkadaşlarım, on iki yıldan beri ülkemizi yönetmekte olan Adalet ve Kalkınma Partisinin, aslında ülkeyi nereye götürmek istediğine ilişkin hepimizin kafasındaki -ki hiçbirimiz bunun doğru bir adresi olduğunu düşünemiyoruz- bu sorunun yanıtını bulalım istiyor Milliyetçi Hareket Partisi. Ama önergede ifade edilen sansür meselesinin ve sansür meselesinin de tabii tekabül ettiği ifade özgürlüğünün ne hâlde olduğunu ne yazık ki Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlarımıza gerçek boyutlarıyla göstermek, anlatmak, onların inandıklarını ifade ettikleri demokratik değerlerle Türkiye'nin gerçeklerinin bağdaşmadığını onlara anlatabilmek, maalesef, bizim Türkçemiz veya Türkçenin yeryüzünde bulunan aksanlarının tamamı bir araya gelse hiçbiriyle mümkün olmaz, böyle bir gerçeğin içinde bulunuyoruz.
Sevgili arkadaşlarım, az önce konuşan hatip, Sultan Abdülhamit'ten, II. Abdülhamit'ten söz etti. Değerlendirmelerine katılmasam bile, bir noktada bir gerçeği ifade ettiğini belirtmek isterim. Abdülhamit'in otuz üç senelik saltanatı döneminde en belirgin niteliği, müstebit bir hükümdar olması ve sansürü o dönemde her anlamıyla -bireyler dâhil basın dâhil- uygulattırmış olmasıdır. Yalnız, Sultan Abdülhamit'in, bugünkü Türkiye gerçeklerinden farklı bir önemli ve olumlu boyutu, kimliği vardı. Hiç değilse sansürü resmî sansür memurları eliyle uygulattırıyordu. Oysa Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarı döneminde Türkiye'de sansürün en aşağılık kısmı -ki literatürden aktararak bunu sizlere söylüyorum- en aşağılık şekli olan otosansür sistemi uygulanmaktadır. Yıllardır devam etmekte olan bu sistemi, üzgünüm ki birkaç gün önce çıkardığınız 5651 sayılı Yasa'yı değiştiren çorba yasayla maalesef daha da vahim bir şekle getirdiniz. Sultan Abdülhamit'in sansür memurlarının yerine Erişim Sağlayıcıları Birliği adıyla bir birliğin kurulmasını ve sansürün bizzat sektör mensupları tarafından, sektör mensuplarının eliyle uygulanmasını yasa hükmü hâline getirdiniz. Yani, çok açık bir ifadeyle söylemek gerekirse, medya dünyasını, İnternet dünyasını, iletişim özgürlüğünden yararlanan herkesi kendi arkadaşlarına... Yani bizi bize boğduran bir mekanizmayı bugün yürürlüğe koydunuz.
Üzgünüm ki Sayın Cumhurbaşkanı bu vahim yasayı, hiçbir uygar demokraside kabulüne imkân olmayan bu vahim yasayı onayladı ve onaylarken -az önce hatibin, benden önce konuşan hatibin ifade ettiği gibi- maalesef Hükûmetle de muvazaalı bir şekilde onayladı. Bugüne kadar zannetmiyorum ki hiçbir şekilde, hiçbir cumhurbaşkanı kendisinin imzalayıp Resmî Gazete'de yayımlanması için gönderdiği yasanın, böyle Resmî Gazete'de daha yayımlanmadan Hükûmetle muvazaa suretiyle değiştirilmesine rıza göstermiş olsun ve böyle bir ikili ilişkiye kendisini angaje etsin. Maalesef, Sayın Cumhurbaşkanımızın Cumhurbaşkanlığı dönemine böyle bir kayıt düşülmüş olmasından dolayı kendisi hesabına üzgün olduğumu ifade etmek isterim.
Sevgili dostlarım, döneminizde özgürlüklerimizin, döneminizde özellikle iletişim özgürlüğünün hangi yönde gelişmekte olduğuna ilişkin yanıt vermenin artık çok zor olduğunu ifade ettim. Sizlere sorarsak her şey iyiye gidiyor, bizlere sorarsak her şey son derece vahim bir doğrultuda devam ediyor. Bunu ben söylemiyorum aziz dostlarım. Bakınız, bugün yurdumuza dönmüş olan Sayın Cumhurbaşkanı Macaristan'da kendisiyle konuşan gazetecilere, medya dünyamızın içinde bulunduğu durumu, elbette Cumhurbaşkanlığının uygun üslubuyla. "Basın özgürlüğünün geldiği nokta sizi rahatsız ediyor mu?" diye gazeteciler soruyor. Sayın Cumhurbaşkanı "Basın özgürlüğü, gelişmiş demokrasilerde ülkelerin daima onurudur ve daima güç verir. Açıklıkla söyleyeyim, basın hayatında yanlış yapılırsa bu ayrı ama evrensel anlamda basın özgürlüğü, bir ülkenin gurur duyacağı bir şeydir. Bu anlamda şikâyetler çoğalıyor. Bunu çok hızlı telafi etmemiz gerekir." diyor.
Saygıdeğer arkadaşlarım, Sayın Cumhurbaşkanının böyle zarif bir ifadeyle tanımladığı Türkiye'nin gerçeklerini -hepiniz biliyorsunuz ki- bütün uluslararası medya dünyası ve özellikle gazetecilerle ilgili kuruluşlar fena hâlde ayıplar bir durumda. Öyle bir hâle geldik ki üzgünüm, hiçbirimiz -sadece Türkiye Cumhuriyeti'nin bir milletvekili veya herhangi bir gazeteci sıfatıyla söylemiyorum, bir birey sıfatıyla da ifade etmek istiyorum ki- Türkiye'de demokrasinin gereği olan, temel ihtiyacı olan ifade özgürlüğünün varlığını söylemek, savunmak şansına artık sahip değiliz. Sizler, Adalet ve Kalkınma Partisi mensubu milletvekilleri, Avrupa Birliğine, Avrupa Konseyine, NATO Parlamenterler Asamblesine ve diğer uluslararası kuruluşlara gidiyorsunuz. Orada, çok merak ediyorum, Türkiye'deki medya gerçeğini nasıl tanımlayıp anlatabiliyorsunuz, nasıl savunabiliyorsunuz.
Dostlarım, size, sözlerimi tamamlamadan, bu meselenin, özellikle bugün Sayın Başbakanın seçim beyannamesini açıklarken söylediği sözlerin bizi hangi noktaya getirdiğini anlatmak isterim. Sayın Başbakan, bugün medya dünyasına, mutat olduğu üzere, tekrar bindiriyor, giydiriyor ve sap döner, hesap döner, gün döner, hesap döner, sap döner... Her neyse, "Bir gün hesabı sorulur" anlamında bir tekerlemeyi söylüyor.
Dostlarım, Türkiye'de medya, Türkiye'de sansür o kadar vahim bir hâl aldı ki artık bunun herhangi bir şekilde bir sonraki adımı kalmadı. Böyle bir tabloyu bir tarihte Mısır'ı yöneten Cemal Abdül Nasır kendi ülkesine uyguladı; bütün basına el koydu, devlet bütün basın organlarının sahibi oldu. Sonunda nereye vardı? Sonunda şöyle bir anekdot anlatılır hâle geldi, "Gazeteyi almaya giden herhangi bir birey gazete olarak Al-Akhbar'ı istediği zaman, bayi oradan başlığı olmayan bir gazeteyi çıkarıp üzerine Al-Akhbar damgasını vurup al bakayım, sen Al-Akhbar istedin al; öbürü Al-Gomhuria'yi mi istedi, aynı bayi çıkarıp aynı gazetenin üzerine Al-Gomhuria damgasını vurup al diyerek gönderir." denirdi. Türkiye'yi -çok üzgünüm- o noktaya kadar getirdiniz. Bunun, ne Abdülhamit dönemiyle ne ondan önce Matbuat Nizamnamesi'ni çıkaran Abdülaziz dönemiyle kıyaslanır hâli kalmadı. Hepimiz için utanç verici bir gerçeği, bir dönemi yaşatıyorsunuz. Size, bu gerçek nedeniyle üzgünüm ama teessüflerimi sunmak zorundayım.
Saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)