| Konu: | BDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 64 |
| Tarih: | 19.02.2014 |
MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisinin verdiği grup önerisi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Küresel iklim değişikliğinin dünyada ve Türkiye'de oluşturacağı sonuçların tehlikesini ve ciddiyetini bu kürsüden sizlerle birçok defa paylaştım. Bu tehlikenin ekonomik krizden daha da tehlikeli olabileceğini, tarım alanlarının yok olabileceğini, kullanılabilir suyun yetersiz olacağını, kentlerde halk sağlığının bozulacağını, sanayinin durma noktasına geleceğini ve hatta su savaşlarının olabileceği düşüncesini sizlerle paylaştım. Bunun için de birçok tedbirin alınmasının gerekliliğine özellikle vurgu yapmıştım. Üzülerek ifade edeyim ki geldiğimiz noktaya doğru gidiyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son dönemde Türkiye'de yaşanan bu kuraklık nedeniyle Barış ve Demokrasi Partisinin verdiği bu kadar önemli bir önergeye rağmen, ne yazıktır ki Sayın Bakanımız şu ana kadar yerinde yok. Sayın Bakan bir şeyi çok iyi yapıyor: Milletvekillerinin beş dakikalık gündem dışı konuşmalarına gelip burada yirmi dakika "Şu kadar şeyi yaptık, yaptık." diyerek -sanki- çok olağanüstü bir durum yaratmasını iyi biliyor. Aslında konu bire bir kendisini ilgilendiren bir konu, Sayın Bakanın burada olması lazım.
Değerli milletvekilleri, son dönemlerde yaşanan kuraklık nedeniyle birçok ilimizde göller kurumakta, barajlardaki su seviyesinin ne yazık ki yer yer yüzde 10 seviyesine kadar düştüğü bir tabloyla karşı karşıyayız. Van Gölü'nün su seviyesinin azaldığını, Marmara Bölgesi'nde birçok gölün kuruduğunu biraz önceki konuşmacı arkadaşım da ifade etti. Kocaeli bölgesinde de, bizim Kocaeli şehrimizin su ihtiyacını karşılayan Yuvacık Barajı'nda su seviyesinin ne yazıktır ki en az düzeyde olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Dönem dönem bunu "kompanse" etmek için Sapanca Gölü'nden aldığınız takviyeler dahi yetmeme noktasına geldi çünkü Sapanca Gölü'nün etrafındaki dereleri, Sapanca'ya akan dereleri su rantiyecilerine vermek suretiyle ve Sapanca'yı da kötü kullanmak suretiyle, Sapanca'daki su seviyesinin de bugünlerde 1-2 metre düştüğünü, mesafenin yer yer 60 metre çekildiğini hepimizi biliyoruz.
Başta Sayın Bakan olmak üzere, bu konuyla ilgili buraya çıkan gerek konunun uzmanları gerek Sayın Bakan "Endişelenecek bir şey yok. Zaten bu hafta yağmur yağacak. Bu hafta yağmur yağmazsa önümüzdeki hafta yağmur yağar inşallah. Yeter ki biz dualarımızı eksik etmeyelim." gibi bir bakış anlayışına sığınıyor, tehlikeyi görmezlikten geliyor, yetersizliklerini dualarla örtmeye, kılıf yaratmaya çalışıyorlar.
Değerli milletvekilleri, bir bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum: Türkiye'de kişi başına su tüketimi 1.500 metreküp. Eğer bugünkü su rezervlerimiz böyle kalırsa, nüfus artışımız böyle devam ederse 2030 yılında Türkiye'de kişi başına kullanılacak olan su miktarı 1.000 metreküpün altına düşecektir. Bu şu demektir: Su zengini bir ülke olmadığımız gibi, 1.000'in altına düşmekle su fakiri olacağız. Bunun içindir ki Türkiye'nin, acilen, kuraklık yönetim planını bir an önce çıkarması gerekir. Son elli yıl içerisinde yaklaşık 3 Van Gölü büyüklüğünde sulak alanı uyguladığımız politikalarla kurutarak, doldurarak, su sistemlerine müdahale ederek işlevsiz hâle getirdik.
Değerli milletvekilleri, son yüzyılda dünya genelinde hızla artan nüfusun beraberinde getirdiği yoğun sanayileşme ve bu sanayileşme için kullanılan fosil yakıtların artması, ormanların yok edilmesi ve toplumdaki tüketim eğiliminin kontrolsüz olması nedeniyle karbondioksit ve metan gazı gibi sera gazları atmosferde birikmeye başladı. Son dönemlerde dünyanın birçok bölgesinde meydana gelen kuraklık, fırtınalar, sel baskınları, biyolojik çeşitliliğin azalması gibi doğal afetlerin ana nedeni dediğimiz iklim değişikliklerinin tek nedeni, küresel ısınmadır.
Küresel ısınmaya çare bulmak için gelişmiş ülkeler birçok konuda bir araya geliyorlar; 1990'lardan beri hemen hemen her yıl bir araya geliyorlar. Çok detayına girmeyeceğim, aldıkları tedbirlerle ilgili detayı sizlere zamanım olmadığı için açıklamayacağım ama özü -bu çerçevede bir Kyoto Protokolü'ne imza attılar- amacı şu: Küresel ısınmaya neden olan sera gazı salınımını azaltmak. Bunun için de 1990 yılındaki sera gazı emisyonunu referans kabul ederek bir dizi tedbir alıyorlar. Bakın aldıkları önlemler ne? Diyorlar ki: "2020 yılında mevcut sera gazı salınımının yüzde 20'sini ve 2050 yılındaysa mevcut sera gazı salınımının yüzde 80'ini azaltmak zorundayız." Böyle bir hedef koymuşlar kendilerine. Bunun için de termik santrallerden, fosil yakıtlardan, çevreyi kirletecek gaz yatırımlarından vazgeçerek yenilenebilir temiz enerjiye doğru yönelmişler. Bir taraftan bunu yaparken bir taraftan da sera gazı emilimini azaltan "yutaklar" dediğimiz ormanların ve sulak alanların oranlarını artırmaya çalışıyorlar.
Peki, değerli milletvekilleri, Türkiye bu konuda ne yapıyor, biz ne yapıyoruz? Sayın Orman ve Su İşleri Bakanı her hafta bu kürsüde -demin de bahsettiğim gibi- milletvekillerinin beş dakikalık gündem dışı konuşmalarına yanıt veriyor ve övünüyor: "Şu kadar dereyi ıslah ettik, şu kadar gölet yaptık, şu kadar sorunu çözdük." Sayın Bakanım burada olsaydı dinlemesini isterdim. Sizin bunları söylemeniz yetmiyor. Bakın, geçenlerde bir basında, Dünya Bankası Türkiye'yle ilgili çevre notunda şöyle bir not düşüyor: Türkiye'nin, OECD ülkeleri arasında doğal kaynaklarını son on yıl içerisinde en çok tüketen ve son on yıl içerisinde sera gazı salımı en fazla artan ülke olduğunu hatırlatıyor bize ve bunun dışında "Sera gazı salımının emisyonlarını azaltan ormanlarla ilgili Türkiye'nin çok ciddi bir sıkıntısı var." deniliyor. OECD ülkelerinin kara parçası içerisindeki ormanların oranı yüzde 40 iken bizde ne yazıktır ki öyle Orman Bakanlığının bahsettiği gibi çok değil, maalesef, yüzde 15 civarındadır. Bunun önemi şudur: Bizim küresel ısınmaya karşı, iklim değişikliğine karşı, oluşabilecek kuraklığa karşı almamız gereken tedbirlerin OECD ülkelerinin aldığı tedbirlerden daha öncelikli olması, hatta daha da kat kat olması lazım ama ne yazık ki bakın biz ne yapıyoruz: Biz, bırakın tedbir almayı bir taraftan birinci sınıf tarım arazilerini sanayiye açmaya devam ediyoruz Hükûmetiniz sayesinde; suyu, göllere akan suyu şirketlere satarak ticarileştirmeye devam ediyoruz; ormanları maden uğruna rantiyecilere pazarlamaya devam ediyoruz, hatta ve hatta ne yazıktır ki bu kadar tehlikeye rağmen, bu Mecliste yasal düzenlemelerle, çevreyi kirleten termik santralleri ve birçok çevre yatırımını çevre mevzuatından sizin oylarınızla muaf tutuyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, bu kuraklık devam edecek olursa, çevremizi ve dünyamızı bu kadar kirletmeye devam edersek önümüzdeki süreç ne yazık ki karanlıktır. Bu su kıtlığının kent yaşamında getireceği halk sağlığı problemlerini, hastalıkları, ölümleri ne yazık ki hep beraber yaşayacağız. Kuraklığın devam etmesi sonucu zaten kendimize yetmeyen, Hükûmetiniz sayesinde dışarıya bağımlı kıldığımız tarım yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Tarım alanlarındaki bu azalma, ekonomik kaybın yanı sıra ülkede kıtlığa neden olacaktır. Zaten barışık olmadığımız komşularımızla yarın savaşma noktasına geleceğiz.
Değerli milletvekilleri, kötü senaryoyu abartmak mümkün. İnanın ki siyaset uğruna kötü senaryo çizmiyorum. Zamanımın sınırlı olması nedeniyle bir iki cümleyle değinip konuşmama son vermek istiyorum.
Barış ve Demokrasi Partisinin vermiş olduğu bu önerge, bizim de vermiş olduğumuz bir önergeyle örtüşüyor. Bu nedenle Cumhuriyet Halk Partisi olarak Barış ve Demokrasi Partisinin verdiği önergeyi destekleyeceğimizi belirtiyor, hepinize saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim. (CHP ve BDP sıralarından alkışlar)