| Konu: | Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 63 |
| Tarih: | 18.02.2014 |
SEDEF KÜÇÜK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 546 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin 29'uncu maddesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, insanları bakış açılarına göre, anlayışlarına göre, inançlarına göre veya istediğiniz herhangi bir kritere göre ayırabilirsiniz ancak son tahlilde insanlar ikiye ayrılır; vicdanı olanlar ve olmayanlar. Bu ülkede yaşananları görüp hâlâ içimizde bir şeyler kanamıyorsa vicdanımız yok demektir. Eğer çocuğunun ölmüş bedenini sırtına yükleyip taşımak zorunda kalan babayı görüp içimizde fırtınalar kopmuyorsa vicdanımız yok demektir. Eğer henüz nüfusa kayıt bile ettirilmeyen kırk günlük Ayaz bebek bir ülkede soğuktan hayatını kaybediyor ve vicdanımız yine kanamıyorsa insanlıktan bile nasibimizi almamışız demektir. Biliyorum ki ve eminim ki bu olanlar karşısında hepimizin içinde bir yerlerde bir şeyler koptu "Bir yerlerde bir şeyler yanlış gidiyor." dedik, "Bir yerlerin değişmesine ihtiyaç var." dedik.
Bakın, görüştüğümüz bu kanunun bazı hükümleri afet ve acil durum yönetimine ilişkin. Van'da deprem olalı iki seneyi geçti, hâlâ sorunları çözümlenmemiş afetzedeler mevcut, hâlâ konteynerlerde elektriksiz, susuz yaşayan insanlar var. Bu insanlar bizim insanlarımız, bizim vicdanımız, bu çatı altındaki her milletvekilinin sorumluluğudur bu insanlar. İsterseniz dünyanın en iyi afet ve acil durum yönetimini oluşturun, dünyanın en mükemmel afet kanununu yapın eğer Van'daki afetzedenin çığlığını duymuyorsak, eğer sırtında çocuğunun cansız bedenini taşıyan babayı görmüyorsak, eğer kendimizi bebeğini kaybeden ananın yerine koymuyorsak, vicdanımız sızlamıyorsa eksik bir şey var demektir. Bir tarafta bu çocuklar var, çocuğuna yiyecek alamadığı için canına kıyan analar var, diğer tarafta milyon dolarlar var, ayakkabı kutuları var, para kasaları var. Bunu benim vicdanım kabul etmiyor, bunu bu halkın vicdanı da kabul etmiyor, ben inanıyorum ki bunu sizlerin vicdanı da kabul etmiyor. Bir tarafta yolsuzluk ve rüşvet iddiaları, bir tarafta inanılması güç bir yoksulluk; bir tarafta en ufak bir slogana, ayakkabı kutusuyla yapılan protestoya bile gösterilen hoşgörüsüzlük, bir tarafta inanılmaz bir baskı, ileri demokrasi masallarının havada uçuşması, ne yazık ki bir ülkeyi demokrasiyle yönetilir kılmıyor ya da salt çılgın projelerle bir ülkeye demokrasi gelmiyor.
Bazen durup şu soruyu sormak gerekiyor belki de: Biz nasıl bir ülkede yaşıyoruz? İnsanlarımıza nasıl bir yaşam, nasıl özgürlükler sunuyoruz? Onlardan topladığımız vergileri nerelere harcıyoruz? Gelecek nesillere nasıl bir ülke bırakıyoruz? İşte bu soruların bu kürsüden sorulması gerekiyor. Sadece muhalefet vekillerinin değil, iktidar partisi milletvekillerinin de gelip bu kürsüden bu soruları sorması gerekiyor.
Değerli milletvekilleri, bizim yarınlara bırakacağımız ülke ayakkabı kutularıyla değil, özgürlüklerle ve refahla var olan bir ülke olmalıdır. Bizim geleceğe bırakacağımız ülke sit alanlarını villalara kurban eden bir anlayışa değil, çevre hakkına saygı duyan bir ülke olmalıdır. Bizim geleceğe mirasımız, sansürle, yasaklamayla, baskıyla yönetilen değil, gerçek demokrasiyle yönetilen bir ülke olmalıdır çünkü biz böyle bir ülkeyi geleceğimize borçluyuz. Bu borç hepimizin sırtındadır.
Bakınız, Türk basın tarihinin en onurlu isimlerinden biri olan Uğur Mumcu diyor ki: "İnsanlar yalnızca konuştukları şeylerden değil, sustukları şeylerden de sorumludurlar." Hangi gerekçeyle olursa olsun bu sorumluluğu yok sayma hakkımızın olmadığının, bu borcu görmezden gelemeyeceğimizin ve susamayacağımızın altını çiziyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)