| Konu: | AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANLIĞININ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 57 |
| Tarih: | 05.02.2014 |
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 93'üncü maddede verdiğimiz önerge üzerinde söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, sizlere, müsaadenizle, bir ileri demokrasi hikâyesi anlatmak istiyorum. Eğer "Biz hikâye dinlemek istemiyoruz." diyorsanız, siz bilirsiniz ama anlatacağım bu sizin hikâyeniz.
Bu İnternet yasaları yürürlüğe girince bazı kelimeler, bazı kavramlar yasaklanacak ve sansüre uğrayacak; tamamen bir sansür ortamı yeniden hortlayacak. Mesela, "kutu" kelimesi yasaklanacak. "Kutu" deyince... Abdülhamid döneminde "burun" demek yasakmış çünkü Abdülhamid kastediliyor diye. Şimdi, "kutu", "gemicik", "havuz", hatta "Bilal" bile yasaklanabilir çünkü artık sembolize kavramlar hâline geldi. Demokrasi, siyasi bir sistem olarak hak ve özgürlüklerin, iktidara ve iktidar sahiplerine eleştirinin hukuk teminatı altında olduğu bir rejimi ifade eder. Hoşgörüyle, toleransla karşılanır eleştiriler. Demokrasinin bütün vatandaşlar tarafından, siyasiler ve bilhassa iktidar sahipleri tarafından içselleştirilmesi gereken kültürel bir tutum olduğunu bilmemiz gerekiyor. Siz üç dönemdir tek başınıza iktidar oldunuz ama demokrat olamadınız.
Size burada kısaca yakın tarihimizin yüz-yüz elli yıllık bir kesitinden kısa tablolar sunmak istiyorum, acaba ileri demokrasi nereden nereye gelmiş.
Abdülhamid deyince baskı, sansür, hafiye dönemi akla gelir ama edebiyatımızın büyük şairlerinden, hiciv şairlerinden Şair Eşref de akla gelir. Şair Eşref, Abdülhamid zamanında görev yapmış bir kaymakamdır, mülki amirdir -dikkatinizi çekiyorum- ve Manisalı bir hemşehrimizdir. Şimdi, Abdülhamid döneminde Abdülhamid'le ilgili yazdığı şiirleri ben bu kürsüden sizlere okuyamam değerli arkadaşlar. Çok saatlerce, günlerce araştırırsak en hafifleri şunlardır:
"Vech-i maymûnunu bir kere görenler bayılır,
Kafası bal kabağı, burnu badılcan gibidir." diyor padişaha. Dergilerde, kitaplarda o dönemde yayınlanıyor yani ve Bakanlar Kurulu için de şunu söylüyor, o dönemki Vükelâ Heyeti için:
"Vükelâyı sıraya çeksem eğer zâhir olur,
Kimisi hırsız uğursuz, kimisi nâdan gibidir." diyor. Şair Eşref söylüyor bunu ve yerden yere vuruyor, diyor ki padişaha:
"Değilsin Padişah, satmak için mülkü münâdisin,
A zâlim bahs edersin bir de kudretten, mehâbetten."
Şimdi, bu, yüz küsur sene evvelki durum, kaymakam bir padişahla ilgili bu şiiri yazabiliyor. Görevini yapıyor, vadesiyle 1912 yılında Manisa'da vefat ediyor.
Şimdi, geldik 1947 yılına. 1947 yılı Millî Şef Dönemi dediğimiz dönem. Cumhuriyet tarihimizin adı "Recep" olan iki başbakanı vardır: Birisi Recep Peker. 1947 yılında ve 7 Eylül ilk devalüasyonunda, yine bir kamu görevlisi Defterdar Abdullah Çağlayan 7 Eylül devalüasyonuyla ilgili o dönemin Başbakanı Recep Peker'i ve Maliye Bakanı Hasan Saka'yı hicveden şiir yazar, defterdar yazar ve dergilerde yayınlanır. Uzun bir şiir.
"7 Eylül Rahmeti düşmedi hiç tarlama,
Bu ne biçim kararmış, ne biçim ayarlama.
Dilimizi tutalım, susalım dedik amma,
Nâne muhtaç eyledi bizi Keşmirin fendi,
Bu kervan böyle gitmez Mori Recep Efendi." diyor başbakana ve bunlara da hiçbir şey olmuyor.
Ve şimdi geldik ikinci Recep dönemine, birinci Recep dönemi böyle. İkinci Recep dönemi de Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan dönemi. Eleştiriye tahammül sıfır, herkesle davalı ve bir muhalefet partisi liderinin haberini televizyon yayınından kaldırtacak, sansürletecek kadar da kendini kaybetmiş. Vatandaşlara, gençlere, işçiye, çiftçiye, bütün sosyal kesimlere hakaret etmiş bir Başbakanla karşı karşıyayız.
Diğer görüşlerimi bundan sonraki maddede belirtmek üzere hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)