| Konu: | AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANLIĞININ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 53 |
| Tarih: | 28.01.2014 |
CHP GRUBU ADINA İZZET ÇETİN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşmelerine başlamakta olduğumuz 524 sıra sayılı torba kanunun tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, az önce Sayın Zozani'nin yapmış olduğu usul itirazı yerden göğe kadar haklı bir itiraz. Her ne kadar AKP çoğunluğu bunu reddediyorsa da son yıllarda özellikle hem Meclis açıkken kanun hükmünde kararnamelerle ülke yönetmek hem de birbiriyle ilgisi olmayan kanunları -ya da kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik yapmayı- yan yana getirerek torba kanunlarla yasamanın özellikle yürütmenin tahakkümü altına girmesi kabul edilemez. AKP ve Başbakan, millî iradeyi kendi sayısal çoğunluğundan ibaret sayıyor ve torba kanunlarla her seferinde kendi rekorunu egale etme gibi bir hastalığa kapılmış. Bu da o hastalığın tezahürlerinden birisi olan bir kanun tasarısı mı diyeceğiz, teklifi mi diyeceğiz, biz Plan ve Bütçe Komisyonunda şaşırdık. Birbiriyle ilgisi olmayan pek çok konunun sadece ana komisyon olarak Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmüş olması zaten kanun yapma tekniğine bir kere baştan aykırı.
Yani, bu, Türkiye Büyük Millet Meclisinde Plan ve Bütçe Komisyonu dışındaki komisyonlara, Adalet Komisyonu, İçişleri Komisyonu, Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu, Millî Savunma Komisyonu, Sağlık, Aile, Çalışma, Sosyal İşler Komisyonu, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu gibi vesair pek çok komisyona tali komisyon olarak havale edilmiş olmasına rağmen ya da havale ediliyor gibi yapılmış olmasına rağmen, AKP'li o komisyon başkanlarının, aylardan beri komisyonları toplanmadığı hâlde "İş yükümüzün yoğunluğu nedeniyle toplanamadık, görüş bildiremiyoruz." şeklinde muhalefet partilerinin komisyon üyesi milletvekillerinin haberi olmadan cevap yazması, Meclisteki yasamanın ne kadar sakat olduğunu, yasama tekniğinden ne kadar uzak olduğunu, gerçekten, yasaların bir kanunda olması gereken özelliklerinin nasıl tahrip edildiğini, genellik, soyutluk ve nesnellik gibi niteliklerden nasıl yoksun bırakıldığını açıkça gösterebiliyor.
Değerli arkadaşlar, öngörülebilirlik, ulaşılabilirlik ve etkililik de gerçekten uygulama aşamasında yasalarda olması gereken özellikler. Eğer bir kanun tasarı ya da teklifi gelmiş ise... Biraz evvel yine arkadaşlar değindiler. Gerçekten, Mevzuat Hazırlama Yönetmeliği'nin hem 10'uncu hem 17'nci maddelerine hem de İç Tüzük hükümlerine aykırı bir biçimde bu tasarı geldi. Yapılması gereken işler son derece açık. Kara yollarını özelleştiriyorsunuz, bu konuda ne bir etki analizi yapılmış ne başka işlemler yapılmış ne komisyonlar kendi dallarında -teknik komisyonlar- görüş beyan etmiş. "Bizim çoğunluğumuz var; istediğimizi yaparız, istediğimizi komisyondan geçiririz." gibi bir mantıkla gelen bir kanun teklifi.
Bakınız, değerli arkadaşlar, biz Plan ve Bütçe Komisyonunda bunu günlerce görüştük, gece yarılarına kadar görüştük. Görüşmeler sırasında bile aynı konuda birden fazla iktidar partisi milletvekillerinin kanun teklifleri yasaya eklenirken tek önergeyle, muhalefet partisi gruplarına mensup milletvekillerinin bu Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına ilişkin vermiş oldukları kanun tekliflerinin pek çoğu hiç dikkate alınmadı, öneriler de dikkate alınmadı. Bu konuda, gerçekten, yapılması gerekenler yapılmadı. AKP'nin, Türkiye Büyük Millet Meclisi açıkken kanun hükmünde kararnamelerle ülkeyi yönetmeye kalkması ve de birbiriyle ilgilisi olmayan kanunları yan yana getirerek "çuval kanun", "torba kanun" gibi kendine özgü, AKP'ye özgü bir kanun yapma tekniği uygulaması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarını zedelemekte, demokrasiyi gölgelemektedir. Buna, Büyük Millet Meclisi Başkanının ne hakkı vardır ne yetkisi vardır. Tam aksi, Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Çiçek'e düşen görev, Meclis komisyonlarını çalıştırmaktır, çalışmaya davet etmektir. Bunlar yapılmamıştır.
Değerli arkadaşlar, gerçekten, biz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına ilişkin değişikliklere hep olumlu baktık. Ta, ilk, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının kurulmasına da katkı verdik. Bugüne kadar getirdiği her yasa önerisine katkı yapmaya çalıştık. Çünkü, toplumumuzda dezavantajlı grupların bakımına ve onların topluma kazandırılmasına, çalışma yaşamına kazandırılmasına yönelik hepimizi ilgilendiren çalışmalar yapıldı, biz de onları destekledik ama engelli ve yaşlılara yönelik hizmetlerle ilgili yapılan değişikliklerle birlikte, hiç ilgisi olmayan 36 kanun ve 7 kanun hükmünde kararnamede değişiklik yapan bu tasarıda pek çok tuzaklar var. Bu tuzakların nedeni de çok açık, 17 Aralıkta ülkede bir altüst olunuş yaşanıyor. Başbakan ve kabinesindeki bazı bakanların yakınları ve çocuklarının yaptıkları ortaya çıkınca bir telaş başladı. Baktık ki, bu telaş içerisinde bir yandan toplumu baskıladıkları, korku imparatorluğunu egemen kıldıkları yetmiyormuş gibi, apar topar -biraz evvel Sayın Grup Başkan Vekilim de söyledi- İnternet ortamına ilişkin yeni sansür uygulamaları getiriliyor. Orada, biz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak 15 madde içinde 1 tek maddeye katılıyoruz, o da... Hani daha evvel tartıştık "ekonomik suçlara ekonomik ceza" diye -yıllar önce- oradaki hapis cezalarının para cezasına çevrilmesi bölümüne biz de belki pozitif katkı yapabilirdik. Ama, AKP bunu ilgili bilim komisyonlarında, teknolojiyle ilgili komisyonlarda tartışmadan, doğrudan doğruya, hiç ilgisiz bir biçimde Plan ve Bütçe Komisyonuna getirdiği için usulüne uygun tartışma yapılmamıştır. O teknik konunun bu kanun tasarısı içinde görüşülmesi doğru değildir.
Değerli arkadaşlar, tabii, balık baştan kokar. Bakıyorsunuz, işte 17 Aralıkta altüst oluş yaşadık, bunu yaşıyoruz da. Bakanların çocukları, aile efratları yolsuzluğa, rüşvete bulaşır da kurumlardaki bürokratlar bulaşmaz mı?
Alın, bakın, tasarının içerisinde 4'üncü madde, Anadolu Ajansıyla ilgili. Ne oluyor Anadolu Ajansında? Nedir Anadolu Ajansı? Ta, 57 sayılı Kanun'la... 1920'de Gazi Mustafa Kemal Atatürk o günkü savaşa ya da İstiklal Savaşı'na girecek, hazırlanıyor, bir ajans olması lazım, bir genelgeyle ajans kurduruyor. 1925 yılında da kanunu çıkıyor, 20 bin lira sermayeli Anadolu Ajansı kurulmuş. E, sonra? Daha sonra, yıllar geçmiş, 2005 yılına geldiğimizde 6 sıfır atmışız TL'den, o 6 sıfır atılınca o 20 bin lira sermaye 2 kuruşa düşmüş, 2 kuruşluk sermaye 2005 yılında yapılan bir Genel Kurulla yeniden 19.999 lira 98 kuruş ilaveyle 20 bine iblağ edilmiş, tamamlanmış. E, sonra? Aynı yıl bir Genel Kurul daha yapıyorlar, sermayesi 50 bin liraya çıkartılmış. Hisselerine baktığınız zaman, bunun hisselerinin çok büyük bir bölümü, yüzde 47'si hazineye ait, kalan yüzde 11'i -rüçhan haklarının- belli, vatandaşlarda, yüzde 42'sinin kimde olduğu belli değil. Bunların bulunması gerekiyor. Aynı yıl yaptıkları Genel Kurulda Anadolu Ajansı diyor ki: "Bu yüzde 42'lik hisseleri biz toplayalım." Sayın Genel Müdür, hiçbir hukuki işleme başvurmadan... Bizim medeni hukukumuzda eğer sahiplikler belli değilse, rüçhan hakkının kime ait olduğu belli değilse yapılması gereken işlem, gaiplik olayını yürütmek ve ona göre tamamladıktan sonra hazineye ya da hukuka uygun bir biçimde hisselere değer vermek. Böyle yapmıyorlar. Ne yapıyorlar? Genel Kuruldan sonra, yüzde 25,65'ini zatımuhterem, 12 bin 825 lira karşılığında, nominal değeri üzerinden adına geçiriyor ve kaydettiriyor, tescil ediyor. Daha sonra da bir mektupla bunları hazineye devredeceğine ya da ona benzer bir işlem yaptırıyorlar.
Değerli arkadaşlar, yapılan işlem sakat. Şimdi, burada, bu işlemin yapılmasının bir tek nedeni var: Anadolu Ajansının çalışanları devlet memuru, malları kamu malı. Giderlerini Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğüne sözde bir hizmet karşılığı aldığı parayla yapıyor. E, "özel hukuk tüzel kişisi" diye bunu biz, başta Sayıştay denetimi ve Kamu İhale Kurumunun denetimi olmak üzere her türlü denetimin dışına çıkarıyoruz. Bu, bir kere, Anayasa'ya aykırı bir düzenleme. Her türlü denetimden uzak tutamazsınız. Kamu denetimine tabi olması gerekir, Sayıştay denetimine tabi olması gerekir.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Patronu Genel Müdür.
İZZET ÇETİN (Devamla) - O, bir kamu kurumu, kamu kuruluşu. Niye yapılıyor bu? Gözden kaçırılacak. Eğer özel hukuk tüzel kişisi olursa belki göz yumulacak, Sayın Genel Müdür de herhâlde o hisselerin üzerine oturacak. Böyle bir şey kabul edilemez, değerli arkadaşlar.
Yine, değerli arkadaşlar, önemlilerden başlamak ve diğer önemlilere doğru gitmek istiyorum, pek çok konu var kanun tasarısı içerisinde. Kara yollarının özelleştirilmesine ilişkin, kara yolları dediğimiz: Otoyollar, köprüler ve otoyol üzerindeki tesisler.
Değerli arkadaşlar, gerçekten 110'uncu madde, bir baktığınız zaman zannedersiniz ki hani bundan birkaç ay önce Başbakan, Koç-Ülker ortaklığının, köprülerin 5,7 milyarlık ihalesini iptal ettikten sonra "5,7 milyara verirsek vatan haini oluruz." demişti ya, benim "Helal olsun Başbakana." demek geçmişti içimden. Anlıyorum ki işin içinde burada iş var. Şimdi, o zamanki satışta imtiyaz devlette kaldığı için mülkiyet devri söz konusu olmuyor, belli bir süre kullanım hakkını devrediyorsunuz ama şimdi getirdikleri tasarı Anayasa'ya tümden aykırı. Bu maddesi de aykırı olduğu için söylüyorum. Ne yapıyorlar? Yeni bir düzenlemeyle kara yollarını da, bir şirket kurarak -güya adına "Devlete ait bir şirket." diyorlar- otoyolları, tesisleri ve köprüleri oraya devredecekler, son hisse satışı yapılıncaya kadar, o şirket, halka arz yöntemiyle, mülkiyet devri de içinde olacak şekilde satacak.
Değerli arkadaşlar, yol hakkı her vatandaş için kutsal bir haktır. Yol hakkı devredilemez. İmtiyaz hakkı ortadan kaldırılarak, şirket kurarak yapacağınız satış Anayasa'ya aykırıdır. Böyle bir satış yapmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Otoyollar ve köprüler kamunun ortak mülküdür, eğer kullanım hakkını devredecek olsanız bile onun mülkiyetinin devlette kalması gerekir. Üstelik, bu devirde, değerli arkadaşlar, otoyolların ve köprülerin üzerinde para kabinleri şirkete çalışacak; otoyolların, köprülerin, tesislerin bakım, onarım, tamirat işlerini hazine yapacak yani o kadar ballı bir devir ki. Şimdi, 5,7 milyar dolarlık devre "Satarsak vatan haini..." diyen Başbakana söylüyorum: Plan ve Bütçe Komisyonundaki Başkan ve üyelerinizin büyük bir bölümü, o tesislerin değerini küçük gösterebilmek için, bizi ikna için olabildiğince uğraştılar. Ya o arkadaşlar orada bizi ikna ederken gerçeği bilmiyorlar ya da bu konuda da sizin gizli bir ajandanız var, "Mülkiyetini devralamadıktan sonra ben o işletmeyi ne yapayım." diye düşünmüş olabilirsiniz.
Değerli arkadaşlar, bir başka düzenleme, gerçekten, Kamu İhale Kurumuna ilişkin düzenleme. Kamu İhale Kurumuna ilişkin o düzenlemeye bir baktım değerli arkadaşlar, yürürlüğe girdiği 2003'ten... 2002'de çıktı bu kanun; AKP iktidar olduğunda, 2003'te 2, 2004'te 3, 2005'te 2, 2006'da 2, 2007'de 5, 2008'de 4, 2009 ve 2010'da 1'er, 2012'de 4, geçtiğimiz 2013'te 7 kez değiştirdiniz. Toplam 164 maddesi değiştirildi, şimdi, 11 madde daha değiştirilerek, 175 maddesi değiştiriliyor. Bir iktidar Kamu İhale Kanunu'nu her ihaleden önce değiştiriyorsa bunun altında ne aranır değerli arkadaşlar? Bakanlarınızın çocukları, Başbakanınızın oğlu ve damatları usulsüz iş yapıyor, haksız mal iktisap ediyor dediğimizde kızıyorsunuz ama bir İhale Kanunu'yla ne kadar da çok oynuyorsunuz, hiç mi dikkatinizi çekmiyor? Bu kabul edilebilir bir uygulama değil. Ayrıntılarına önergelerimizde arkadaşlarımız değinecek.
Değerli arkadaşlar, istisnalarına bir bakıyorum Kamu İhale Kanunu'nun, 4734 sayılı Kanun'un, sadece istisnalar üç sayfayı geçti. Eskiden bu sadece 8 maddelik bir kanun ve istisnalar da 8 fıkradan ibaretti, şimdi üç sayfayı geçti. Hemen hemen her ihalenin konusu olan kurum ya da o ihale konusu mal ve hizmet Kamu İhale Kanunu'nun dışına çıkarılıyor, yandaş, akraba, eş dost zengin olsun diye. Bu da AKP'nin bir başka uygulama biçimi.
Değerli arkadaşlar, biraz evvel yine, grup başkan vekilim söyledi, gerçekten, AKP iktidarları döneminde, bırakınız karşı görüş ve düşünceye, eleştiriye tahammülü, Başbakan bizzat, bitaraf olanın bertaraf olacağını kendi ağzından söyledi, ülkeye karabasan gibi çöktü korku imparatorluğu. Şimdi, bakıyoruz, medya ve görsel basın iyice baskılanmış. "Sosyal medya baş belası." diyordu Başbakan, birkaç bin kişilik bir sosyal medya ordusu kurunca işlerin iyi gideceğini düşündü ve "Sosyal ağlarda güzel şeyler oluyor." demişti ama bütün bunlar gelip geçici şeylermiş. 17 Aralıktan sonra yine, hemen hemen medya üzerinde, sosyal medya üzerindeki her türlü haberleşmeye sansür getirecek düzenlemeleri apar topar, bir oldubittiyle getirdiler, bu kanunun içine koydular.
Bu kanunda bir büyük gaf daha yapıldı değerli arkadaşlar, parantez içinde onu bir söyleyeyim. Bu geçtiğimiz haziran ayında biz burada bir torba kanun görüştük, kanun numarası zannediyorum 6495'ti. AKP kanun yapmada o kadar büyük gaflar yapıyor ki o kanunda yasalaşmış 26 kanun maddesini bu torba kanunun içine dercetmişlerdi. Arkadaşlar uyardılar, bir önergeyle 26 maddeyi Plan ve Bütçe Komisyonunda geri çektiler. Bunlar yasalaşmış, farkında bile değiller ne yaptıklarının.
Şimdi, burada da bir bakıyorum ben, sosyal medya ve İnternet üzerindeki bu konu teknik konu. Plan ve Bütçe Komisyonunda bu işi anlayan, Bakan dâhil ya 1 kişi vardır ya 2 kişi vardır. Getirdik arkadaşlarımızı, dediler ki: "Temel hak ve özgürlüklere ilişkin, haberleşme hürriyetine ilişkin kısıtlamalarımız yüzünden Avrupa Birliği bize zılgıt çekti, yapmayın bunu. Teknik bir tartışmaya açın konuyu enine boyuna. Taraflarla, kullanıcılarla bir araya gelelim. Gerçekten, bu konuda Türkiye'nin sağlıklı bir yasaya ihtiyacı var. Tartışalım enine boyuna, öyle kanun yapalım." "Yok efendim, bizim çoğunluğumuz var, Başbakanımız böyle istedi, biz bu kanunu da böyle yaparız."
Değerli arkadaşlar, gerçekten 17 Aralıktan sonra Başbakan bir yarma harekâtına girişti. Ne pahasına olursa olsun, eserek, gürleyerek ben bu işi yararsam kurtarırım; değilse, alnımdaki bu yafta benimle mezara kadar gidecek korkusu içinde. Korkunun ecele faydası yok. Yafta boynunuza yapıştı. Hiç olmazsa Türkiye'nin boynuna bu yaftayı yapıştırmayın, bağlattırmayın. Onun için, bu teknik konuyu taraflarla tartışarak, usulüne uygun, tekniğine uygun bir şekilde tartıştıktan sonra kanun hâline getirelim.
Değerli arkadaşlar, bir iki önemli konu da... Bir tanesi, gerçekten, Anayasa'mızın 2'nci maddesi Türkiye Cumhuriyeti devletini "demokratik, laik, sosyal hukuk devleti" olarak tanımlıyor. Sosyal devlet demek, sosyal hukuk devleti demek, yoksulunu, düşkününü, muhtacını, toplumumuzda dezavantajlı grupları kişilere muhtaç etmeden devlet şemsiyesi altında korumak, onları iş güç sahibi yapmak, insanca yaşayabilecekleri bir ortama eriştirmektir bir bakıma. Ama bakıyorsunuz, AKP Hükûmeti, özellikle hiçbir zaman yaşamlarında aktif iş gücü olamayacak zihinsel ve ruhsal engellilerin bakım, rehabilitasyon ve her türlü hizmetlerine ilişkin istihdamlarında giderleri İşsizlik Sigortası Fonu'nun üzerine yıkıyor.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Düzeltiyoruz, düzeltiyoruz, "Hazineye" diye düzeltiyoruz.
İZZET ÇETİN (Devamla) - Bu İşsizlik Sigortası Fonu'nun -emekçilerin- görevi, devletin yapması gereken işleri yapması değil, onu sosyal devletin yapması doğru olandır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İZZET ÇETİN (Devamla) - Çalışma Bakanının haberi yok, Hükûmet üyelerinden bir kısmının haberi yok; böyle bir öneriyi, böyle bir konuyu yıkmak doğru değil.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çetin.
İZZET ÇETİN (Devamla) - Bir de Türkiye'deki 5 bin vakfa çağrı yapıyorum: Vakıf çalışanlarınızı devlet memuru olmak için AKP'ye, Hükûmete, Meclise müracaat ettirin. Vakıflarda çalışan elemanlar, hiçbir statüye tabi olmadan, sınava tabi olmadan devlet memurluğuna geçiriliyor, herkesi memur olmaya davet ediyorum.
Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)