GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: MHP GRUBUNUN, 21/1/2014 TARİH VE 2421 SAYI İLE İZMİR MİLLETVEKİLİ OKTAY VURAL, KAYSERİ MİLLETVEKİLİ YUSUF HALAÇOĞLU VE ANKARA MİLLETVEKİLİ ZÜHAL TOPCU TARAFINDAN SÜREKLİ DEĞİŞEN VE GELİŞEN BİLİM DÜNYASINDA TÜRKİYE'NİN DE ADININ GEÇMESİ İÇİN AKADEMİSYENLERİN ÖZLÜK HAKLARI İLE İLGİLİ DURUMLARININ ULUSLARARASI VE ULUSAL ARENADA DETAYLI BİR ŞEKİLDE ARAŞTIRILMASI VE BU HUSUSLARDA ÇÖZÜM ÜRETİLMESİ AMACIYLA TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA VERİLMİŞ OLAN MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGESİNİN, GENEL KURULUN 21 OCAK 2014 SALI GÜNKÜ BİRLEŞİMİNDE SUNUŞLARDA OKUNMASINA VE GÖRÜŞMELERİNİN AYNI TARİHLİ BİRLEŞİMİNDE YAPILMASINA İLİŞKİN
Yasama Yılı:4
Birleşim:49
Tarih:21.01.2014

OĞUZ OYAN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üniversitelerin öğretim üyelerinin, üniversitelerin yardımcı elemanlarının özlük haklarının birinci maddesi belki maaşlar olarak akla gelir ama sadece ondan ibaret değildir. Bugün üniversitelerde çok önemli bir sorun, iş güvencesidir. Özellikle de eğreti statülerde olanların iş güvencesidir; araştırma görevlisi veya yardımcı doçent.

Bu iş güvencesini sağlamadan maaşları artırsanız da sonuçta akademik özgürlük ortamını sağlayamazsınız. Yani maaşa zam, işe nihayet yapabilirsiniz. Dolayısıyla, bir üniversitede olması gereken asgari özlük hakkı garantisi, çalışma güvencesidir. Bu çalışma güvencesi, üstelik araştırma görevlilerinin içinde de farklı farklı tanımlanmakta. Niteliği bakımından aynı kamusal hizmeti, işi yapan araştırma görevlilerinin bir bölümü 50/d statüsünde yani burslu öğrenciymiş gibi, öbürleri kadrolu 33/a'da, 2547 sayılı Yasa'ya göre. Böyle bir şey yani aynı nitelikteki işi yapanlar arasında böyle bir ayrımcılık, behemehâl düzeltilmesi gereken bir şeydir. Böyle bir ayrım yani bir burs olarak yüksek lisans öğrencilerine burs vermek istiyorsanız bunu ayırın, bu ayrı bir kategori ama bir araştırma görevlisi olarak istihdam ediyor ve bütün o hizmetleri yaptırıyorsanız -bazen sınav gözcülüğünden kâğıt okuma dâhil olmak üzere- bunu farklı tanımlayamazsınız, ikisini birbirinden. Dolayısıyla, burada bir kere bir tanım sorunu karşımıza çıkıyor, özlük haklarında tanım sorunu karşımıza çıkıyor.

Şunu da tabii belirtelim: İş güvencesi, profesörler ve doçentler gibi öğretim üyeliği sağlam statüye bağlanmış kadrolar için de acaba ne ölçüde geçerli? Burada da bunlar üzerinde de yani profesör ve doçent olanlar üzerinde de belirli baskı ve kontrol mekanizmaları kurulmaktadır, özellikle de taşra üniversitelerinde yani akademik anlamda bir olgunluğa erişmemiş, hâlâ hiyerarşik devlet memuru kafasıyla üniversite yöneticiliğini memur sanan yerlerde bu kadrolar üzerinde de birtakım baskılar ve kontrol mekanizmaları oluşturulmaktadır. Yani, bir düşünün, bir bölümün kendi içinde profesörleri, bölüm başkanları varken dışarıdan atama yapılıyorsa, bir fakültenin dekanı dışarıdan atanıyorsa ihtiyaç olmadığı hâlde, burada olsa olsa arayacağınız şey iktidarla ideolojik yakınlık kriteri olmaya başlıyor tıpkı rektör atamalarında olduğu gibi. Bu ideolojik yakınlık üzerine atamalarla bir üniversite döndürmeye çalışırsanız, üniversitenin yönetici kadrolarını böyle oluşturmaya çalışırsanız ortaya bir üniversite falan çıkmaz, ortaya aslında bizim dönemimizin liseleri bile çıkmaz yani böyle bir eğitim anlayışı olamaz.

Tabii, aslında başka baskı kontrol mekanizmaları var. Akademisyenlerin yayın faaliyetlerine denetim uygulanıyor belirli bir bakış açısıyla, akademisyenlerin kamuoyunu aydınlatma haklarına denetim uygulanıyor. Akademisyenlerin belirli bilimsel toplantılara katılmaları üzerine, "Yok, sen oraya izinsiz katıldın, hakkında soruşturma açıyorum." falan... Çok sayıda yazılı önergem var benim bu konularda. Yani, böyle bir üniversite anlayışı olabilir mi? Yani, yaptığı iş bir akademik faaliyete katılmak, "E, sen ona izinsiz katıldın." Değerli arkadaşlarım, böyle bir şey ilkokulda falan olabilir herhâlde, üniversiteye yakışmaz böyle davranışlar.

Tabii, bir de üniversite öğretim elemanlarının örgütlenme hakları var, bu örgütlenme haklarına müdahale dolaylı olarak oluyor. Yani, işte o derneğe, işte Öğretim Elemanları Sendikasına... Neyse, o, Öğretim Elemanları Sendikası değil, şimdi EĞİTİM SEN, ben eski Öğretim Elemanları Sendikası Genel Sekreteri olduğum için oradan takılıyorum. Şimdi, bu sendikal faaliyetlere katıldığı gerekçesiyle belirli öğretim elemanları üzerinde baskılar kuruluyorsa o zaman da kusura bakmayın, burada bir üniversite anlayışı yoktur diyeceğiz. Yani, tabii, çalışanlar üzerinde, üniversite elemanları üzerinde uygulanan çeşitli mobbing uygulamalarından söz etmiyorum bile.

Bakınız, değerli arkadaşlarım, üniversitenin çok önemli bir kadro sorunu vardır, bunda anlaşalım. Bu kadro sadece araştırma görevlileriyle sınırlı değildir ama en çok onları ilgilendiriyor. Bir, eşit statüde olmadıkları için; iki, yeterli kadro olmadığı için. Bugün birçok bölümde kadro olmadığı için bölümler alttan beslenemiyorlar, hele bunlar gözden ırak bölümlerse. Daha biraz önce odama gelen bir doktora öğrencisi Macarca yapıyor. Macarca sadece Ankara'da, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde var, Macar filolojisi. Kadro yok, eleman alamıyorlar. Peki, nasıl beslenecek bu bölümler? Siz nitelikli elemanı alabilecek kadrolara sahip değilseniz bölümü nasıl gelecek nesillere devredebilecek, besleyebileceksiniz?

Kadro sorunu sadece bunlar için de yok, kadro sorunu bütün kademeler için var. Yardımcı doçent olmuş, kadro olmadığı için doçent olamıyor ya da doktora yapmış, kadro olmadığı için yardımcı doçent olamıyor ya da doçent olmuş, kadro olmadığı için profesör olamıyor ya da bu kadrolar keyfî biçimde -keyfîyi açalım- belirli yakınlıklar üzerinden dağıtılıyor bölümlere, ana bilim dallarına.

Böyle bir durum, değerli arkadaşlarım, bir bilim toplumu oluşturma kaygısı içinde olan bir iktidarın yapacağı işler değildir. Eğer bir bilim toplumu oluşturmak istiyorsak, derdimiz bir bilim toplumu oluşturmaksa o takdirde, bizim bunun tam tersi çabalar içinde olmamız gerekiyor yani bu kadro meselesinde, iş güvencesinde, bütün o statülerin yeniden tanımlanmasında ve kuşkusuz maaşların insanca yaşanabilir düzeylere getirilmesinde. Yani, ancak böyle nitelikli akademisyen yetiştirebiliriz, ancak geleceğimizi, üniversitenin geleceğini böylesine yetişmiş elemanlara, nitelikli elemanlara devretme huzuru içinde olabiliriz ama bu sadece üniversitelerle ilgili bir mesele değil tabii. Yani, TÜBİTAK, TÜBA gibi kuruluşlar da Türkiye'de bilimsel araştırma yapmak bakımından önemli kuruluşlardır ama bunlarda bile nasıl bir iktidara yakın kadrolaşma yapıldığını görmek doğrusu bizi çok üzüyor ve geleceğe dönük önemli ölçüde umutsuzluğa sevk ediyor.

Değerli arkadaşlarım, eğer bir bilim toplumu olmak istiyorsak, üniversite öğretim elemanlarına yeterli ödenekleri ayıracağız. Buna biraz önce konuşan arkadaşlarım da değindikleri için daha az değiniyorum. Ama bakın, size bir şey söyleyeyim, 2001'le 2013 arasında yapılmış bir karşılaştırmayı dile getireyim: Yardımcı doçent, doçent, profesör ve araştırma görevlilerinin maaşlarını 2001 ve 2013 olarak alın gayrisafi yurt içi hasıladaki artışın gerisindedir. Yani, esas itibarıyla AKP dönemi, burada gayrisafi yurt içi hasıla 7,2 kat atmış gözükürken profesör maaşlarındaki artış 5 kat, doçentlerde 4 kat -dikkatinizi çekerim, 4 kat- bir tek yardımcı doçentlerde 5,2 kat olmuştur. Yani, önemli ölçüde bir aşınmadan söz ediyoruz. Yani, reel gelir aşınması ya da reel anlamda satın alma gücünde bir göreli gerilemeden bahsediyoruz, bir refah kaybından bahsediyoruz, bir göreli yoksullaşmadan bahsediyoruz.

Bakın, ben size şu örneği vereyim: Bir kaymakamla bir doçenti karşılaştırın doçent, kaymakamdan, 2001 yılında, neredeyse yüzde 30 fazla alıyor; şimdi geliyorsunuz 2013 yılına, kaymakam, doçentten yüzde 35 civarında fazla alıyor. Burada, elimde birçok başka örnek var. Yani, herhangi, sıradan bir memur maaşıyla da karşılaştırsanız değişmiyor. Mesela, araştırma görevlisinin, yardımcı doçentin geliri bir öğretmenin 2 katıyken 2001'de, şimdi yaklaşık yarısı düzeyine geriliyor.

Dolayısıyla, burada, bu koşullar düzeltilmelidir, emeklilik koşulları iyileştirilmelidir, 2011'de getirilmiş olan eşit işe eşit maaş artışı üniversiteyi dışarıda bırakmıştır, derhâl yapılmalıdır ve derhâl bu maaş düzeyleri en azından millî gelirdeki artış oranına eşitlenmeli ve sonrasında bu anlamda yeni anlayışlar oluşturulmalı.

Asistanlık yeniden tanımlanmalıdır. Araştırma görevlisi yerine asistanlık kurumu getirilmelidir. "Görünmez emek ordusu" denilen yüksek lisans öğrencileri ile tıp fakültesi öğrencilerini klinikte ya da araştırma görevinde çalıştırma uygulaması değiştirilmelidir. Bunlar, özlük hakları olmadan çalıştırılmaktadır. Bilimsel araştırma faaliyetleri bir emek süreci olarak tanımlanmalıdır ve bu şekilde yeniden bir düzenleme yapılmalıdır. Dolayısıyla, bu önergeye destek veriyoruz.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)