| Konu: | 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 37 |
| Tarih: | 20.12.2013 |
CHP GRUBU ADINA FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken grubum ve şahsım adına Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
On bir yıllık bir iktidarın getirdiği 12'nci bütçe üzerinde görüşmelerimizi tamamlamak üzereyiz. İktidar, bundan on bir yıl önce radikal bir reform programıyla mıntıka temizliği yapılmış bir ekonomiyi devraldı. Ülkeyi dünyanın en kırılgan ekonomileri arasından çıkaran ve dünyada güven uyandıran bir program kendilerine miras kaldı. İktidara gelir gelmez dünyada bizim gibi ekonomiler için son derece elverişli bir ekonomik iklim başladı ve bu yılın başına kadar da sürdü. On bir yıl tek başına iktidar oldular.
İktidara gelirken millete birtakım sözler verdiler, "Ülkede yoksulluk, yolsuzluk ve yasakları kaldıracağız, işsizliği azaltacağız, adaletsiz gelir dağılımını düzelteceğiz, insanı esas alacağız." dediler. Hükûmet bugüne kadar hiç kimseye nasip olmayan olumlu şartlara rağmen, dediklerinin hemen hemen hiçbirini yapamadı. Ekonominin dayanıklılığını artıracak, dışarıdan gelebilecek ters dalgalara karşı güçlenmesini sağlayacak, düşük verimlilik, düşük gelir, yetersiz eğitim, istikrarsız büyüme gibi yapısal sorunları aşacak adımları maalesef atmadı. Türkiye, on bir yıl sonra, OECD, Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası gibi pek çok uluslararası kuruluş ve yatırım bankasına göre, dünyanın yeniden en kırılgan ekonomileri listesinin ön sıralarına geçti.
Değerli milletvekilleri, demokrasiyi zamanı geldiğinde inilecek bir tramvay, kuvvetler ayrılığını bir engel olarak gören zihniyetin sandıktan da çıksa demokrat bir zihniyet olmayacağını, milletçe, bu iktidar sayesinde net bir şekilde anladık. Gücün, hukukla dengelenmezse kirleneceğini, kibirle zehirlenmiş gücün ise mutlaka kirleneceğini hep beraber gördük. İşte, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bunun için ısrarla Anayasa çalışmalarında ve diğer platformlarda kuvvetler ayrılığı prensibinin öneminden bahsettik. "Bize başkanlık rejimi teklifiyle gelmeyin." dedik. Aynı nedenle, son iki yıldır Sayıştay raporlarının Meclise gelmesi için uğraştık, denetleme bulgularının raporlarda yer alması için çaba gösterdik. Neden? Bu milletin ödediği her bir kuruş verginin bu Hükûmet tarafından nereye harcandığının hesabını sorabilmek için.
Bugün, ülkenin savcıları tarafından birçok üyesinin, bürokratının, yetmez, akrabalarının da rüşvet ve yolsuzluğa battığı iddia edilen bu Hükûmet ise Meclisin denetim yetkisini kullanmasını engellemek için olağanüstü gayret gösterdi. Elbette soruşturma sürüyor, masumiyet karinesi gereği süreç tamamlanana kadar suçsuzluk esastır, beraatizimmet asıldır. Biz elbette bu ilkeye geçmişte olduğu gibi bugün de saygı gösteriyoruz ancak bundan önceki soruşturmalarda "Türkiye'nin bağırsakları temizleniyor." diyerek masumiyet karinesini yok sayan Hükûmetin, hukukun bu en temel ilkesine çaresizce sığınmasını da ibretle izliyoruz.
Değerli milletvekilleri, bu ülkede yolsuzluk ve usulsüzlük varsa onun aklanacağı ilk yer, Başbakanın ağzından düşürmediği sandık veya mahkemeikübra değildir; önce Türk yargısıdır, adaletidir, sonra diğerleri gelir. Siz Sayıştayın denetiminden kaçarsanız, siz Meclisin denetiminden kaçarsanız, gider, hesabınızı mahkemede vermek zorunda kalırsınız.
Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmemiş, yaşanmamış bir tabloyla karşı karşıyayız. Türkiye'de bugün bir Hükûmet krizi vardır. 61'inci Hükûmetin 4 bakanı, bakanların çocukları, AKP'li bir belediye başkanı, bürokratlar, savcılar tarafından rüşvet ve yolsuzluğa bulaşmakla suçlanıyor. Başbakan ve Hükûmet ise yolsuzluk soruşturmasına muhatap olanları sahipleniyor, soruşturmanın selametini etkileyecek atama ve görevden alma işlemlerine başvuruyor. Suçlanan bakanlara değil, soruşturmayı yapan bürokratlara görevden el çektiriyor. Başbakan, daha dün, rüşvet almakla suçlanan bakanlarından birini ve rüşveti soruşturmakla görevli emniyet mensuplarını tasfiye etmek için atadığı yeni İstanbul Emniyet Müdürünü özel uçağına alarak İstanbul'a gitti. Sayın Başbakan, soruşturmaya muhatap olacağı iddia edilen bakan ve onu soruşturacak yeni müdürünüzle uçakta neleri konuştunuz? Bu tavır aslında Başbakanın kendisinin 1994'te söylediği "Hırsızlık, babadan evlada geçer, evlattan babaya değil. Yönetimde hırsızlık, üst yöneticilerden alttaki yöneticilere, oradan da halka yansır." sözlerini akla getiriyor. (CHP sıralarından alkışlar) Bu tavır, şüphesiz, Başbakanın ve tüm Hükûmetin bu olayda organize sorumluluğu olduğu kuşkusunu yaratıyor.
Türkiye'de bugün bir Hükûmet krizi vardır; çünkü millet tarafından ülkeyi yönetsin diye yetki verilen Hükûmetin ülkeyi yönetemediği ortaya çıkmıştır. Bu Hükûmet döneminde, bürokraside belirli grupların çıkarlarına göre hareket eden örgütlerin olduğu bizzat Başbakan tarafından dile getirilmiştir. Bu, yönetimde bir cinnet hâlidir.
AKP devri iktidarında Anadolu'da "ikinci fetret dönemi" başlamıştır. Hükûmet, kendi atadığı bürokratları devlet içinde devlet olmakla, siyasi mühendislik yapmakla suçluyor ve kendilerine psikolojik harp ilan ettiklerini iddia ediyor. Bugün, çete olmakla suçladığınız bu bürokratların atama kararlarının altında kimin imzası vardır Sayın Başbakan? Bu ülkede, devlet içinde paralel devletin varlığından şikâyet eden Sayın Başbakanın bunda hiç mi sorumluluğu yoktur? Bunu söyleyen Başbakan, hele hele on bir yıldır iktidardaysa, görevi ihmal suçunu işlemiş olmaz mı? İktidar, bu olayda artık, mağdur rolünü oynayamaz, artık, bu sökmez. On bir yıldır iktidar olan bir Hükûmetin bugün bunları söylemesi olsa olsa aczinin ifadesi olur.
Değerli milletvekilleri, Hükûmet, suçluluğun ve suçluların telaşı içindedir. Bu telaşla yapılan müdahaleler, kuvvetler ayrılığı prensibini ayaklar altına alarak, Hükûmet krizini adım adım bir sistem krizine doğru götürmektedir. Soruşturmaya yeni savcıların atanması, dosyaların elden ele gezmesi, soruşturmayı üstlerine haber vermeyen polis müdürlerinin, emniyet müdürlerinin görevi kötüye kullanmakla suçlanarak görevden el çektirilmesi, buna karşılık yolsuzluk iddialarına muhatap olan bakanların hâlâ yerlerinde oturmaları, Adalet Bakanının başsavcıyla gece yarıları toplanması, soruşturmaya ilişkin yayınlara yasak getirmeye çalışması, Hükûmetin, sağlıklı bir soruşturmayı önlemek için her şeyi yapabileceğini göstermektedir. Bu çabalar, Hükûmetin, asrın yolsuzluğu olarak bilinen Deniz Feneri'nde yaptığı gibi bu olayın da üstünü örtmeye çalıştığını göstermektedir. On bir yıl önce "Yolsuzluğu bitireceğim." diyerek iktidara gelen bu Hükûmet, şimdi "Yolsuzluğumu nasıl örterim?" noktasına gelmiştir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de son on bir yıldır yaşananlar ve yapılanlar görünmesin diye hapishaneler gazetecilerle dolduruldu. Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi, üç gün önce hapisteki gazeteci sayılarını açıkladı. Dünya üzerinde en çok gazetecinin tutuklu olduğu ülke Türkiye; durum, İran ve Çin'den bile kötü. On bir yıl önce "Yasaklarla mücadele edeceğim." diyerek iktidara gelen AKP, bu sözünü, kendine muhalefet eden herkesi hapse atarak veya işsiz bırakarak tuttu!
Değerli milletvekilleri, "Yoksulluğu bitireceğim." diyerek iktidara gelen AKP'nin yönettiği Türkiye'de, 2012 itibarıyla 41 milyon yurttaşımız iki günde bir sofrasına bir kap et yemeği koyamıyor, 25 milyon yurttaşımız eskiyen giysilerini değiştiremiyor, 62 milyon yurttaşımız ev masraflarını karşılayamıyor.
Değerli milletvekilleri, "Kimsesizlerin kimsesi olacağım." diyerek iktidara gelen AKP, kimsesizleri değil, ama tanıdıklarını abat etti. Fransa'nın fert başına millî geliri Türkiye'nin 4 katı, Fransa'daki dolar milyarderlerinin sayısı 24. İtalya'nın fert başına millî geliri Türkiye'nin 3 katı, dolar milyarderi sayısı 23. Peki, Türkiye'de dolar milyarderlerinin sayısı kaç, biliyor musunuz? 43, yanlış duymadınız, 43. Oysa daha 2007'de bu sayı 26'ydı. Son altı yılda bu listeye eklenen 17 dolar milyarderi arasında son operasyonda göz altına alınanlar da var. Türkiye'deki dolar milyarderlerinin sayısı, Fransa ve İtalya'daki dolar milyarderlerinin sayısının toplamına eşit. "Harun olacağım" deyip Karun'laşanların neden olduğu manzara budur arkadaşlar. "Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar ile mücadele edeceğim." diyerek siyasete girenlerin on bir yılda ülkeyi getirdiği durum budur arkadaşlar.
Değerli milletvekilleri, ben, 2001 krizinden sonra hazırlanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı'nın mutfağında Hazine Müsteşarı olarak ciddi mesai harcadım. Biz o programı hazırlarken, artık, eskinin kirli düzenine dönmenin söz konusu olmadığını düşünüyorduk. "Gemileri yaktık." diye gazetelere beyanatlar veriyorduk. AKP, içeride "Enkaz devraldım." edebiyatı yaparken, dışarıda uluslararası kuruluşlara "Bu programı aynen uygulayacağız." diye söz verdi. Bu sözü, IMF korkusuyla da 2007 yılına kadar tuttu. Ama, sonrasında aynı AKP, 2001 öncesinin eski düzenine hızla döndü, kamu mali yönetimini güçlendirmek, ekonomiyi günlük siyasetin dışına çıkarmak için atılmış ne kadar adım varsa hepsini birer birer geri aldı. İşte şimdi iktidar mensupları, ekonominin günlük işleyişine -tabii, bedeli karşılığında- müdahale ettikleri iddiasıyla adli soruşturmalara muhatap oluyorlar.
Değerli milletvekilleri, bağımsız kurumlar da artık günlük siyasetin tam içine çekilmiş durumdadır. Merkez Bankasının bağımsızlığı kâğıt üstünde kalmıştır. Yasayla kendine elindeki araçları bağımsızca kullanma yetkisi verilen Merkez Bankasının Başkanı, Başbakandan izin almadan adım bile atamamaktadır. Bir başka bağımsız kurum, Bankacılık Düzenleme Denetleme Kurumu, Hükûmete yakın bir iş adamının yönetim kurulu üyesi olduğu bankadan aldığı krediyle Özelleştirme İdaresinden elektrik dağıtım şirketi almasına izin veriyor. Kabinenin 4 bakanı da şirketin devir töreninde 387 milyon dolarlık çeki bu iş adamının elinden güle oynaya alıyor.
Ben Sayın Babacan'a buradan sormak istiyorum: Son on bir yılda Bankacılık Düzenleme Denetleme Kurumu başka kimlere bu şekilde kredi izni verdi? Çünkü, Hükûmete yakın o iş adamı "Ben tek değilim. Bu şekilde başka kredi alanlar da var." diyor.
2001'den sonra günlük siyasetin etki alanından çıkarıldığını düşündüğümüz kamu bankalarında da ciddi sıkıntılar başladı. Birkaç gün önce Halk Bankası Genel Müdürü gözaltına alındı. Ben, geçen yıl, Ekonomi Bakanı Sayın Çağlayan'a İran'a yapılan altın ticaretiyle ilgili olarak sorular yönelttim. Birden fazla basın toplantısıyla bu ticarette Halk Bankasının rolünü sorguladım. O sıralar Sayın Bakan "Yağ satarım, bal satarım, altın da satarım." diyerek işi ciddiye almadı. Bugün ortaya çıkan rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının önemli bir ayağının da İran ile yapılan bu altın ticaretinden kaynaklandığı anlaşılıyor. Bu arada, Halk Bankasının altın ticaretinden önceki dönemde İran'a gaz paralarını ödemek için müteahhitlerle yürüttüğü "İran'da iş yap, Türkiye'de ödeyelim." düzeni de mutlaka mercek altına alınmalıdır.
Başbakan "Kamu bankalarımız Avrupa'da derece yapıyor, bunları yaralama hedefi de var." diyor son soruşturmayla ilgili olarak. Sayın Başbakan, Genel Müdürün evinde ayakkabı kutularından fışkıran dolarlar sizi ve bu bankayı yaralamıyor da bunu soruşturmak mı yaralıyor? Halk Bankasında neler oluyor Sayın Babacan? Başbakan, Ziraat Bankası kâr etti diye övünüyor ama Ziraat Bankası kâr ederken çiftçimizin iki Trakya büyüklüğündeki tarım alanını ekemez hâle geldiğini kimseye söylemiyor. (CHP sıralarından alkışlar) Başbakanın "Görev zararı vermiyor." dediği Ziraat Bankası, daha bu eylül ayında göz göre göre tüm cumhuriyet tarihinin en büyük batık kredisine imza attı, bir özel bankanın aynı projeye daha önce verdiği kredilerin batmasını engelledi. Ziraat Bankasının batan firmaya açtığı kredi 756 milyon Türk lirası yani eski para ile 756 trilyon Türk lirası. Ziraat Bankası da Sayın Babacan'a bağlı. Sayın Bakan, bu konularda acaba hangi adımları attınız, gerçekten çok merak ediyorum. Sayın Bakan, size bağlı kurumların bulaştığı iddia edilen yolsuzluklarda, yaptıkları yanlışlarda sizin sorumluluğunuz yok mudur? "Görmedim, duymadım, konuşmuyorum." diyerek üç maymunu nereye kadar oynayacaksınız? Devlette görevi ihmal diye bir suç olduğunu biliyor musunuz?
Yine, kamuda saydamlık ve hesap verebilirlik adına atılan en önemli adımlardan birisi de 2002'de çıkarılan Kamu İhale Kanunu idi. AKP, on bir yılda bu kanunda 30'un üzerinde değişiklik yaptı Sayın Canikli; biraz önce Kamu İhale Kanunu'ndan bahsediyordunuz. En son değişikliği daha geçtiğimiz ay yaptınız, İhale Kanunu'nun istisna maddeleri "t" harfine kadar geldi. İhale Kanunu'nda bu kadar sıklıkla değişiklik yapmak ne demek? Bunun tek anlamı var: "Ben işi hak edene değil istediğime veririm." demek.
Yine, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nu CHP'nin de desteğiyle 2003'te bu Meclis yasalaştırdı. Bu kanunun açık hükümlerine rağmen Hükûmet bütçe sürecini hiçbir zaman kanuni süresinde başlatmadı. Yine kanunun açık hükümlerine rağmen, başlangıç bütçe ödeneklerini sürekli aştı. 2006'dan 2012'ye kadar toplam ödenek aşımı 44 milyar dolar oldu.
TOKİ'yi Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun ve İhale Kanunu'nun dışına çıkararak pek çok kamu yatırımını ve TOKİ borçlarını bütçe dengelerinin dışına taşıdı. Devlet bütçesine paralel alternatif bütçeler oluşturdu. Şimdi bu paralel bütçelerden gelen pis kokular artık saklanamaz hâle geldi. Nitekim, bugün yürütülen soruşturmaların bir ayağında da TOKİ ve onun bağlı olduğu bakan ile oğlu var.
Değerli milletvekilleri, bu da yetmedi. Hükûmet, hazinenin borçlanmasına sınır getiren ve 2002'de kabul edilen Kamu Finansmanı ve Borç Yönetimi Kanunu'nu delik deşik edecek mekanizmalar geliştirdi. "Kamu-özel iş birliği" diyerek kamu mali yönetiminin içine ciddi bir saatli bomba koydu. Kamu yatırımlarını bütçe dengelerinin dışına taşıdı. Dışarıdan kredi bulmak zorlaştıkça da hazineyi milyarlarca dolarlık koşullu yükümlülüğün altına sokacak işlere girişti. Cumhuriyet tarihinde ilk defa kanunla özel sektörün dış borcuna örtülü hazine garantisi verildi.
Sayın Babacan, "yap-işlet-devret", "yap-işlet", "yap-kirala" yöntemleri çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti hazinesinin kefil olduğu tutar ne kadar? İmzası atılan 173 proje bedelinin 89 milyar dolar olduğu söyleniyor. Bu konuda da Genel Kurula bilgi verirseniz seviniriz.
Değerli milletvekilleri, AKP'nin sadece demokrasiye değil, ekonomiye bakışı da sorunludur. Son on bir yılda Cumhuriyet Halk Partisi "vatandaş" dedikçe AKP "yandaş" dedi. Cumhuriyet Halk Partisi "kural" dedikçe AKP "Ne gerek var?" dedi. Cumhuriyet Halk Partisi "üretim" dedikçe AKP "tüketim" dedi. Cumhuriyet Halk Partisi "tarım ve sanayi" dedikçe AKP "rezidans ve alışveriş merkezi" dedi. Cumhuriyet Halk Partisi "iç tasarruf" dedikçe AKP "dış borç" dedi. Cumhuriyet Halk Partisi "Gelir artsın." dedikçe AKP "Borç artsın." dedi.
Ancak, Sezar'ın hakkını da Sezar'a verelim. AKP iktidarı, hissettirmeden, faiz ve borç yükünü devletin sırtından aldı, milletin sırtına yıktı. Biraz önce Sayın Canikli burada övünüyordu "Bütçenin faiz yükünü azalttık." diye. Ben size şimdi hikâyenin öbür tarafını anlatayım. Milletin bütçesi bozulurken devletin bütçesi sağlammış gibi göründü, buna da "iş bilirlik" dediler. Aileler borçlanarak tüketti, reel sektör borçlanarak yatırım yaptı, borçla yapılan tüketimden, ithalattan ve yatırımdan devlet vergisini topladı. Yetmedi, Hükûmet, özel kesimi yurt dışından borçlandırdı, özelleştirme yaparak özelleştirme gelirlerini tahsil etti, bütçe iyi göründü. Bunların yetmediği yerde ise iktidar mali aflara sarıldı. Hükûmet 2003 yılı Şubat ayından bu yılın mayıs ayına kadar 7 mali af çıkardı. Bu aflarda, vatandaşa "Bankadan borçlan, bana öde." dedi, ne de olsa para ucuz ve boldu. Seçimler geliyor, şimdi, 8'inci mali affın da eli kulağında. Değerli milletvekilleri, Hükûmet, borç ve faiz yükünü devletin sırtından alıp milletin sırtına yıkma operasyonunu "mali disiplin" diyerek tüm dünyaya pazarladı.
Peki, bu operasyon neticesinde ne oldu? Şimdi söyleyeceğim rakamlar Merkez Bankasının finansal istikrar raporundan. Son on bir yılda ailelerin bankalara borcu yüzde 5.424 arttı, yüzde 5.424. Yine, son on bir yılda ailelerin faiz ödemesi ise -hani, bütçenin faiz ödemeleri düşüyordu ya- yüzde 1.369 arttı. Sonuçta, 2002'de ailelerin her 100 liralık geliri karşılığında 5 liralık borcu vardı, şimdi 55 liralık borcu var. Bu Hükûmet, milleti faiz lobisinin kucağına attı.
Artık bıçak kemiğe dayandı. Maddi sıkıntı çeken bir vatandaşımız daha üç gün önce Meclis kapısında kendini yakmaya kalktı. Borcun altında ezilen vatandaşlar silahla Meclise, bomba süsü verilmiş paketlerle Başbakanlık binasına dayanır hâle geldi.
Biz benzer sahneleri 2001 krizinde de gördük, Başbakanlığın önünde gördük. Dolayısıyla, Hükûmete aklını başına almasını tavsiye ediyorum. Millet artık çıldırma noktasına geldi. Bunları görmezden gelerek kendinizi kurtaramazsınız.
Değerli milletvekilleri, size bir rakam vereyim: Bu sayıları, Başbakanın, iş adamlarına "okuyun" diye öğütlediği yandaş köşelerde göremezsiniz. AKP iktidarında, Türkiye, yurt dışına 101 milyar dolar faiz ödedi. 101 milyar dolar, Londralı, New Yorklu bankacıların cebine gitti. Bir önceki on bir yılda dışarıya ödenen faiz ne kadardı? Sadece 56 milyar dolar. Rakamlar yine Merkez Bankasından. Başbakan, yurt dışındaki faiz lobisine kendinden önceki dönemin 2 katı kadar faiz ödemiş. Şimdi çıkmış, faiz lobisini millete şikâyet ediyor. Sayın Başbakan, hani siz faiz lobisinin hortumlarını kesmiştiniz, belini kırmıştınız? Kırdığınız bir bel varsa o da milletin beli.
Mahdumların odalarında dolarlar havada uçuyor, genel müdürlerinizin ayakkabı kutularından dolarlar fışkırıyor ama vatandaş borcun altında eziliyor. Siz faiz lobisini abat ettiniz Sayın Başbakan, sayenizde en güzel günlerini yaşıyorlar.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin sıfır hatayla yönetilmesi gereken günlerden geçiyoruz. Bugüne kadar ekonomide hataları örten sıcak para şalı artık yetmiyor. Bakın, FED açıkladı; artık, önümüzdeki yılın başından itibaren piyasaya vereceği ucuz para miktarı her ay 10 milyar dolar daha az olacak. Böyle dönemlerde geminin fırtınaya hazırlanması, çapalarının sağlamlaştırılması gerekir. Bu, yapısal reform demektir; bu, saydamlık, hesap vermek demektir. Ama, Hükûmet hesap vermekten kaçıyor. Yolsuzlukların üstünü komplo teorileriyle örtmeye çalışıyor. Başbakan rezervlerle övünüyor ancak bu rezervin cari açığa ve kısa vadeli dış borca yetmeyeceğini millete söylemiyor.
İktidara geldiğinizde, bir yılda finanse edilmesi gereken her 100 dolarlık kısa vadeli dış borç ve cari açık için Merkez Bankası kasasında 166 dolar rezerv vardı, bir önceki Hükûmet size bunu bırakmıştı; her 100 dolar karşılığında 166 dolar. Eylül 2013'te, şimdi bu rakam ne kadar biliyor musunuz? Yarısından bile az, 70 dolar. İşte bu nedenle, Türkiye en kırılgan 5'li listelerinden düşmüyor. Daha geçtiğimiz yıl Türkiye'ye alkış tutan OECD, IMF, Dünya Bankası gibi pek çok uluslararası kuruluş, yeni dönemde Türkiye'nin en kırılgan ekonomi olduğunu söylüyor. Başbakan, "Biz 2023 Türkiye'sinin ilk 10'da yer almasının mücadelesini verirken, dünyayı hallaç pamuğu gibi atarken, koştururken, birileri de biz Türkiye'yi nasıl durdururuzun gayretinde." diyor. Bu "birileri" kim Sayın Başbakan? Ben size söyleyeyim: Bu "birileri" sizsiniz. Bu güzelim ülkeyi yönetemiyorsunuz, önünü tıkıyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar) Ekonomide biriktirdiğiniz kırılganlıklar, FED dalgasına hazırlık yapmamanız ve yolsuzluk iddialarını dünya demokrasilerinde kabul gören normlara göre yönetememenizin bedelini bugün bu millet ödüyor. Dolar kuru rekorlar kırıyor, borsada şirketlerimizin değeri eriyor; tek sebep var, o da sizin kötü yönetiminiz.
Değerli milletvekilleri, bu iktidar ülkeyi yönetemiyor. Daha düne kadar Başbakan 1970'lerde petrol krizi sırasında yaşanan elektrik kesintilerinden bahsedip kendi dönemini parlatıyordu. Şimdi Türkiye'nin her yerinde elektrik kesintileri başladı, başkent de bile elektrikler ikide birde kesiliyor. Dünyada petrol krizi yok. Tek sebep, Hükûmetin plansız, programsız kötü yönetimi. Yerli kaynaklarımız dururken Türkiye'yi ithal doğal gaza mahkûm ettiniz. Ancak, gazın akışını kesintisiz sağlayacak altyapıyı kuramadınız. Erzincan'daki kompresör istasyonunda sorunlar var, doğudan batıya gaz sevkiyatında sıkıntı var, Tuz Gölü'ne yapılacak depolama istasyonu yılan hikâyesine döndü, LNG santralleri yetersiz, tüm Türkiye'de elektrik kesintileri var. Tekrar söylüyorum: Türkiye'nin 2023 yılında dünyada ilk 10'da yer almasının önündeki tek engel, bugünkü Başbakan ve Hükûmettir.
Değerli milletvekilleri, ülkeyi on bir yıldır yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar ile yönetenler mutlaka bunun hesabını verecektir. Milletimizin umutsuzluğa düşmemesi gerekir, demokrasiye sahip çıkarsak çare her zaman bulunur. İçinde bulunduğumuz asrın sunduğu imkânlar hiç olmadığı kadar büyük ve parlaktır. Ortalama bir insan bundan bir asır öncesine göre 8 kat daha zengindi. Son yirmi yılda dünya üzerinde yaşayan 1 milyar insan aşırı yoksulluktan kurtuldu. Yaşam koşulları iyileşti, yaşam süresi uzadı. Dünyamız artık daha küçük; buna karşın, sunduğu imkânlar hiç olmadığı kadar büyük ve daha parlak. Pek çok insan gelecek hakkında daha önce olmadığı kadar umutlu. Özellikle, bizim gibi gelişen ve yükselen ekonomilerin umutlu olması için nedenler daha da çok. Önümüzdeki on yılda, gelişen ve yükselen ekonomilerin küresel hasıladan üçte 2 pay alması bekleniyor. Biz son on yıldaki kötü yönetim nedeniyle dünya hasılasından hak ettiğimiz payı alamadık, vasattan kurtulamadık, orta gelir tuzağından da, orta teknoloji tuzağından da çıkamadık ama önümüzde fırsatlar sunan bir gelecek uzanıyor. Bunun için, her şeyin başında iyi bir yönetim gerekiyor. Fırsatlar kadar risklerin de olduğu geleceği iyi yönetemezsek çok büyük sorunlarımız olacak, çocuklarımız, torunlarımız bizi affetmeyecek. Riskleri fırsata çevirebilmek için geleceğe daha çok odaklanmamız gerekiyor. Giderek küçülen ve bütünleşen dünyada her birimizin kişisel geleceği ortak geleceğimize ve ortak çalışmamıza bağlı. Geleceği yönetmek için ciddi bir vizyonu ortaya koymalıyız, hem bugünün ihtiyaçlarına cevap vermeli hem de gelecek kuşaklar için sağlam temelleri oluşturmalıyız.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de, eriyen rekabet gücümüzün yarattığı cari açığı da, kibrin yol açtığı otoriterleşmenin yarattığı demokrasi açığını da, denetimden kaçanların yolsuzluklarının neden olduğu güvenilirlik açığını da kapatmak mümkündür. Yapılacak ilk iş, kuralları geri getirmek ve çapaları yeniden sağlamlaştırmaktır, günlük siyasetin elini ekonominin üzerinden derhâl çekmektir. Siyaset makamı elbette vizyon ve strateji çizecek, geleceği yönetecektir ancak siyasetçi kime kamu ihalesi veya banka kredisi verileceğine müdahale ederse, faiz oranının ne olacağına karar verirse orada kaynaklar etkin dağılmaz. "Saydamlık", "hesap verebilirlik" gibi kavramları yeniden hayata geçirmeliyiz. Toplumda artan kutuplaşmayı önlemeli ve yitirilen dayanışma, birlik duygusunu onarmalıyız. Bu çerçevede, yeni bir kaynak dağıtımı ve refah paylaşımı modelini hayata geçirmek önceliklerimiz arasında olmalıdır. Çalışan, ülkesine hizmet veren, işinde uzmanlaşmış ve haram yemeyen herkesi üretime ve refahtan hak ettiği payı almaya katmamız gerekir. Üretim meselesini yeniden memleket meselesi yapmalıyız. AKP Hükûmetinin yaptığı gibi konut ve alışveriş merkezleri üzerinden rantı büyütmek ve yandaşlara peşkeş çekmek yerine, Türkiye'yi çalışarak, üreterek büyütmeye odaklanmalıyız.
Türkiye hızla sanayileşsizleşiyor. Bir yandan imalat sanayinde hızlı bir yabancılaşma olurken, diğer yandan yılların sanayicileri sanayiden çıkıp müteahhit olmaya başladı. Küresel sanayi liginde ilk 15'ten düştük.
Türkiye'nin orta gelir tuzağından kurtulması orta teknoloji tuzağından kurtulmasına bağlıdır. AR-GE yatırımlarına özel bir önem vermemiz gerekmektedir. Bilgiyi üretebilme ve kullanabilme yeteneklerine sahip insanlarla bilgi toplumuna geçmemiz gerekiyor. Küresel ürün ve değer zincirlerinin montaj aşamasında değil, tasarım ve ürün geliştirme aşamalarında yerleşmemiz gerekiyor.
Ülkemizin en önemli üstünlüğü genç nüfusudur ancak bu nüfusun sunduğu fırsatlar doğru kullanılamamıştır. Bugün her 5 gençten 1'i işsizdir. Kadınlarımız çalışma hayatının dışındadır. Çalışma çağındaki nüfusunu üretim sürecinde değerlendiremeyen bir ekonomi orta gelir tuzağından çıkamaz. Rekabet gücümüzü, insanımızı çok çalıştırarak az ücret vererek değil, verimliliği artırarak korumamız gerekiyor. Bugün OECD ülkeleri arasında en uzun çalışanlar Türkiye'de ancak iş gücü verimliği konusunda aynı şeyi söylemek mümkün değil. AKP, iş gücü verimliliğini artırmaktan taşeronlaşma ve sendikasızlaştırmayı anladı. Bu anlayışı hızla terk etmemiz gerekiyor. Unutmamak gerekir ki vatandaşlarımızı refahta buluşturan güçlü bir talep tabanı olmadan güçlü bir üretim tabanı da olmaz. Bunları gerçekleştirebilmek için, eğitimin üzerine konan ideolojik ipoteği mutlaka kaldırmayız. Açıklanan son PISA skorları Türkiye'de eğitimin nitelik ve kalitesinde bir gelişme olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
Değerli milletvekilleri, ünlü bir siyasetçinin söylediği gibi, yönetmek, ileriyi görmektir. Sürekli dikiz aynasına bakarak, geçmişteki kavgaların yeniden kavgasını vererek, eski düşmanlıkları canlandırarak geleceğimizi inşa edemeyiz. İleriye bakmak zorundayız ancak gözünü dikiz aynasından ayıramayan, kendi kusurlarının, hatalarının, yanlışlarının üstünü on bir yıldır iktidar olmasına rağmen...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Öztrak, süreniz bitti. Ek süreyi de Sayın Hamzaçebi kullandı. Teşekkür etmek için mikrofonu açıyorum.
FAİK ÖZTRAK (Devamla) - Bir dakika ona verdiniz.
BAŞKAN - Lütfen...
FAİK ÖZTRAK (Devamla) - ...geçmişi suçlayarak, geçmişe düşmanlaşarak örtmeye çalışan, hayali canavarlar yaratarak "Cambaza bak." stratejisi izleyen, yönetme kabiliyetini kaybetmiş, yolsuzluğa batmış bu Hükûmetle bu iş olmaz. Yakında dünyanın ilk 20 büyük ekonomisi liginden de düşeriz.
HALUK İPEK (Ankara) - Ağzını hayra aç.
FAİK ÖZTRAK (Devamla) - Başbakan ve bakanlarına hatırlatalım: Almanya'da Cumhurbaşkanı istifa etti düşük faizle kredi aldı diye, Japonya'da Tokyo Valisi istifa etti.
Savcıların yönelttiği suçlamalar karşısında Başbakan ve Hükûmetin içine düştüğü telaş, "Biz hırsızlık yapıyorduk, bir çete çıktı, bizi çökertti." anlamına gelen gülünç bir söylem. Bu çerçevede yapılan bürokrat kıyımları, 4 bakanın hâlâ yerinde oturması, bunlar hakkındaki fezlekelerin kaybolması, olaydaki şahsi sorumluluğu, hızla, Hükûmetin topyekûn sorumluluğu hâline getirmektedir.
Hükûmet bayatlamış komplo teorileriyle yaşananların üzerini artık örtemez. Herhâlde, bakan çocuklarının evine 7 kasayı, Genel Müdürün ayakkabı kutularına 4,5 milyon doları faiz lobisi veya Gezi'deki kızlı erkekli gençler doldurmadı. (CHP sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)