GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE
Yasama Yılı:4
Birleşim:35
Tarih:18.12.2013

BDP GRUBU ADINA DEMİR ÇELİK (Muş) - Teşekkürler Başkanım.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; 2014 bütçesinin 13'üncü maddesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Şahsım ve partim adına hepinizi saygıyla selamlıyor, iyi akşamlar diliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evet, günlerdir bütçeyi tartışıyor, konuşuyoruz ancak iki gündür bütçenin kendisine dair sözlerin yetmediği bir anı beraberce de yaşıyoruz. Gündem o kadar hızlı ve o kadar derinliğine, yoğunca yaşanıyor ki yetişmek, ifade etmek, yorumlamak bile bazen imkânsız. Bu yönüyle de bizim geçmişten beri söylediğimizde haklı çıktığımızın canlı tanıklığına şahit olduğumuz anları ve zamanları yaşıyoruz. Her şeyden önce, bütçenin bir savaş ve çatışmacı, güvenlikçi anlayışın bütçesi olduğunun, özgürlükleri, adaleti, eşitliği esas almadığının, hiyerarşik olduğunun, eril olduğunun, antidemokratik ve katılımcı olmadığının altını çizdik. Bu manada da, yaşananlar, bu nitelikteki bir bütçeyi yeniden tartışmanın çok da kıymetinin kalmadığı gerçeğiyle bizi karşı karşıya bıraktırmıştır ama her şey bitmiş değil. Yaşananlar bir realite ise, yaşananlar doksan yıllık birikmiş sorunlarımızın demokratik siyasetin gereği olarak çözümsüz bırakılmış olmasının bizatihi sonucuysa bu manada da yeni olanaklar, yeni fırsatları da bize tanıyor. Ancak gelin görün ki tam da demokratik siyaset üzerinden Türkiye'nin demokratikleşmesine yönelik çözüm projelerimizi tartışacağımız yer Meclis olması gerekirken sıralar bomboş, koltuklardan eser yok. Bunu kiminle, nasıl tartışacağız? Bu anlamıyla da öncelikle iktidarından muhalefetine tüm siyasi partilerin ve aktörlerin bir şeye karar vermesi lazım. Biz, gerçekten sürdürülebilir, hesap verebilir, şeffaf, adil ve hukuk devleti olma kararında, isteğinde miyiz, değil miyiz? Bunda birlikteysek gelin, ne olur, kendi programımızın, ikbalimizin ve geleceğimizin sınırlamasından azade bir duruşla hep birlikte bu kaosu, bu kaotiği aşacak yeni bir ortak zihniyeti var edebiliriz, etmeliyiz de. Çünkü Meclis dediğiniz şey, en nihayetinde 70 milyon insanımızın, 70 milyon Türkiye toplumunun ve halklarının siyasal iradesinin tescilidir. Bu siyasal irade onların yaşadıklarına çözüm bulamayacaksa, onların yaşadıkları siyasal, sosyal sorunlarına meşru çözüm perspektifi, projesi sunamayacaksa niçin var olsun, niçin heba edilsin ülkenin kaynakları, değerleri? Biz, 550 insan, sorunları çözebilmek adına halkımızdan aldığımız vesayetin gereğini yerine getirmek zorundayız, biz onların siyasal temsilcileriyiz ama gelin, görün ki sizin, bizim, hepimizin rahatsızlık duyduğu, kaldırılması uğruna otuz üç yıldır bıkmadan, usanmadan tartıştığımız, tartışıyor olduğumuz Anayasa, bütün bu kötülüklerin anası değil mi? Katılımcı değil, demokratik değil, özgürlükçü değil. 5 askerî diktatörün karar verdiği Anayasa'yı değiştiremeyen bir Meclis, yolsuzluğun da yoksulluğun da, sefaletin de önüne geçebilme iradesine sahip değil demektir.

Bir Meclis ki, Uzlaşma Komisyonuna eşit sayıda temsiliyeti sağlamışken, böylesi bir olanağı bütün siyasal partilerin koordinasyonuyla karar altına alabilmişken Anayasa'yı değiştiremiyorsa o Anayasa'dan beslenen yasalarımızı da, kanunlarımızı da değiştiremeyiz çünkü bizim gönlümüzde ve gözümüzde özgürlük yok, adalet yok, eşitlik yok. Bizim gönlümüzde ve gözümüzde kutsanan yasalar ve kanunlar var. Yasa ve kanun, toplum için, birey için, özgürlük için değilse ne anlamı var? Rahatsızlık duyduğumuz bu konu, hepimizin yüreğini acıtıyor, daraltıyorsa niçin değiştirmeme kararsızlığında veya değiştirmeme ısrarında bulunuyoruz.

Bakın, dün de söyledim, bugün de söylemekte bir beis görmüyorum. Evet, Amed'de yani Diyarbakır'da bir hukuk skandalı yaşandı. Bu hukuk skandalı yeni yaşanıyor değil ama Türkiye'nin tümünün vicdanını sızlatan, siyasal düşüncesi, fikri ne olursa olsun herkese "Artık yeter, bu da olmaz!" dedirtecek bir skandal, hukuk dışı. Biz siyasal olduğunu söylemiştik. 14 Nisan 2009'dan başlayan, 100 binlerce Kürt siyasetçisini içeriye almayı, gözaltına alarak tutsak ve rehine muamelesine tabi tutmak istediklerini ilk günden itibaren söylüyoruz. Bunun hukuki bir gerekçesi yok. Gizli tanıklara söyletilen, gizli tanıklara yapılan basınç ve baskının neticesinde bizatihi ifadesiymiş noktasında iddianameye tabi tutulan ifadelerle insanların kaderleriyle, gelecekleriyle, gençlikleriyle, aşklarıyla oynadılar, oynuyorlar. Bugün, 10 binlerce siyasi tutsak, seçilmiş milletvekilinden belediye başkanına, il genel meclisinden belediye meclis üyesine 10 binlerce insanla biz 30 Mart 2014'te adil, eşitlikçi bir seçimi birlikte yürütebilir miyiz? Hazineden yardım almayan, yüzde 10 seçim barajlarına tabi tutulan ve 10 binlerce siyasetçisiyle siyaset yürütme fırsatını verdiğini sananlarla biz adil, eşitlikçi bir koşulu, bir ortamı birlikte paylaşabilir miyiz? Biz bu anlamda yükselen bir hukuka "adalet" diyebilir miyiz?

Değerli Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; kapitalist modernitenin hiyerarşiye ve hegemonik güce yarattığı fırsatın adı "hukuk" değildir. Kapitalist modernitenin sermaye birikimine, iktidar birikimine hizmet edecek hukuk adil değildir, eşitlikçi değildir, evrensel değildir. Demokratik ve evrensel olmayan hukuktan yana olmak, ister BDP, MHP, CHP, AKP olsun fark etmez, bilerek, işe "lades" demektir. Eğer rahatsızlık duyuyorsak, yolsuzluktan, suistimalden, kaçaktan göçekten rahatsızlık duyuyorsak, sermaye birikimine, iktidar birikimine yol açan retçi, inkârcı, asimilasyonist, tekçi politikalara itiraz edeceğiz; yerine, adil, eşitlikçi, demokratik bir anayasaya ile eşit, özgür vatandaş olmanın haklarını birbirimize tanıyacağız. Bu çerçevede, bu perspektifte birlikte olacağız ki bize dün gösterdikleri gibi yeni düşmanlar yaratanlara fırsat vermeyelim. Bakın, doksan yıl boyunca bu devlette iktidar olanlar her zaman bir şeyi başarmışlardır: Bize, ötekileştirdiğini düşman göstererek iktidarın nemasını fırsata dönüştürmüştür. Kürt'ü düşman göstermiştir, Alevi'yi göstermiştir, demokratı göstermiştir, dindarı göstermiştir yeri geldiğinde ve gösteriyor. "Yeter" diyemediğimizde, çözüm alanı ve mekanı olan Meclisin siyasal iradesini ortaklaştıramadığımızda, iktidar değişse bile iktidar partilerinden herhangi biri yerine güç alsa, erk ve güç sahibi olduğunda yapacağımız budur. Hatırlayınız, Gezi olayları esnasında günümüzün İçişleri Bakanı Sayın Muammer Bey "Polis durduk yere herkesi gözaltına almaz. Beni niçin almıyor?" dememiş miydi? O gün gözaltına alınanların suçunun olduğuna yönelik bir çağrıyı, bir söylemi dile getiren Sayın İçişleri Bakanı, bugün çocuğu gözaltına alındı diye kendisiyle birlikte bir kısım emniyet görevlilerini görevden alabiliyorsa bu paradoksu, bu çelişkiyi izah etmek durumundayız. Güç ve iktidar kimdeyse onun düdüğünün çaldığı Türkiye, hukuk devleti değildir. Böylesi bir ülke adil ve demokratik yönetimlerden yoksun demektir. O nedenle, Kürt sorunu, Alevi sorunu, ezilenlerin, emekçilerin, yoksulluk, açlık, sefalet sorununu ve iktidardan dışarıya kalmış toplumun yüzde 95'inin eğitim, sağlık, sosyal, siyasal sorunlarının tümünün çözüm iradesi burasıdır. Tam da demokratik çözümü, demokratik siyaseti konuştuğumuz bu süreçte biz, ya demokratik özgür bir ülke olacağız ya da bu söylemimiz havada kalmış bizlerse acısını yüreklerimizde taşıdığımız ahlar vahlarla günümüzü gün edeceğiz.

Elit siyaset istemiyorsak, halkın ve toplumun temel ihtiyaçlarına cevap olabilecek özgürlükler buradan yükselmeli diyor, saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)