| Konu: | 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 35 |
| Tarih: | 18.12.2013 |
CHP GRUBU ADINA İZZET ÇETİN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 2014 yılı bütçe kanun tasarısının 8'inci maddesi üzerine söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, tabii, bütçe kanunu uzun bir maraton. Bir taraftan Plan ve Bütçe Komisyonu, diğer taraftan bugüne kadar geçen süre içerisinde hep Mecliste bütçeye ilişkin çok şey söylendi ama iki günden bu yana normal bir bütçe görüşmeleri yapılıyor gibi olsa da hem iktidar partisinin Hükûmet kanadında hem de Parlamento kanadında işlerin iyi gitmediği açık.
8'inci madde mali kontrole ilişkin hükümleri içeriyor. Yani burada iki günden bu yana yaşadığımız konularla maddeyi şöyle yan yana getirdiğinizde, bütçe kanununa bakarsanız, sanki ülkedeki kaynakları kullanan hep taşeron işçileri, esnek çalışmak zorunda kalan işçiler, 4/C'liler, 4/B'liler ya da özelleştirilme mağduru konumunda olanlar ya da yaşa takılıp bekleyenler ya da tamamına yakını yoksulluk sınırının altında maaş alan emekliler sanki bu ülkede bütün kaynakları götürüyor da Hükûmet tedbir alıyor gibi bir mantıkla düzenlenmiş bir madde yani mali kontrole ilişkin. Okuduğunuzda, sıkı para politikasının ve sıkı personel politikasının nasıl önlenmek istendiğine tanıklık edersiniz. Bir de madde içerisinde, özellikle son yıllarda ve özellikle de AKP'nin son döneminde, taşıt alımlarına ve kiralamalarına ilişkin işlemlerin nasıl yapılması, düzenlenmesi gerektiğini içeren bir madde.
Ben sondan başlayayım. Gerçekten, taşıtlara ilişkin düzenlemeye baktığınızda; 2011, 2012, 2013 yıllarının seyrini izlerseniz taşıt alımlarında bir azalma görürsünüz ama işin özüne, derinliğine inerseniz, taşıt almak yerine makam mevki sahiplerine, iş görürken hizmet satın almada olduğu gibi burada da kiralama yönteminin önünün açıldığına ve kaynak kullanımının Hükûmet eliyle nasıl israfa doğru yöneldiğine tanıklık edersiniz. Çok açık söyleyeyim. Kurumun adını vermek istemiyorum. Maliye Bakanlığının bağlı kuruluşlarından birinin genel müdürü -plaka sivil olunca- Kırıkkale Tıp Fakültesinde okuyan kızını devletin kiraladığı araçla her gün getirip götürüyor mu? Sayın Bakan buna bir baksın ve bunun ne anlama geldiğini iyi değerlendirsin. Yani, plakaları resmiyetten çıkarttığınızda halktan araç kullanımını gizlersiniz, israfı derinleştirir, sonra da sanki çalışanlar burada ülkeyi soyuyormuş gibi bir mantıkla olaya yaklaşırsınız.
Değerli arkadaşlar, gerçekten çalışanların pek çok sorunu var. Bu madde, çalışanlara ilişkin ödeneklerin nasıl yapılması gerektiğini düzenliyor ama ben buna takılmak istemiyorum bugün.
Şimdi, ülkemizdeki bir manzaraya bakın: Ülkemizde 10,5 milyon emeklinin yüzde 60'ı açlık sınırı olan 1.065 liranın altında maaş alıyor, tamamı yoksulluk sınırının altında maaş alıyor. Ortalama olarak 2 milyon 700 bin civarında olan devlet memurlarının büyük bir bölümü, 4 kişilik aile için baz alınan yoksulluk sınırının altında maaş alıyor. Asgari ücret, hepiniz biliyorsunuz, 803 lira. Çalışanların yüzde 47'si -Maliye Bakanımızın kendi rakamıdır- ya asgari ücretle çalıştırılıyor ya da asgari ücretli gösteriliyor. Kayıt dışı ekonomi yüzde 39. Kayıt dışı ekonomi bölümünde çalışanlar asgari ücrete hasret. Şimdi, böyle bir manzara var. Diğer taraftan, BAĞ-KUR emeklilerinin, Emekli Sandığı emeklilerinin durumu daha vahim. Öbür taraftan, şu anda ülkemizde 12 milyon 226 bin 334 yurttaşımız yeşil kart sahibi yani yoksulluk testi yaptırdılar, kişi başına gelirleri asgari ücretin üçte 1'inin altına olduğu için yeşil kart aldılar.
Şimdi, bir tarafta böyle bir manzara var. Öbür tarafa bir baktığınız zaman, değerli arkadaşlar, neyi göreceksiniz bu manzarada? Çok daha farklı. Yirmili yaşlarında bile milyon dolarlık işler yapanlar, daha düne kadar dışarıda eş dost parasıyla okurken bugün gemiciklerle filo kuranlar; öbür tarafta, iş takibi yaparak köşe dönenler, babalarının konumuna göre cüzdanları kabaranlar, iktidara yakınlığına göre de cüzdanları şişip lüks içinde yaşayanlar var.
Düşünün değerli arkadaşlar, "Türkiye demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir." diyor Anayasa'nın 2'nci maddesi. Eğer Türkiye'de demokrasi körleştirilmeseydi bu on bir yıllık süre içerisinde, dünden bu yana yaşadıklarımız yaşanmazdı. 3 bakanın oğlu soruşturma geçiriyor, bakan neredeyse maiyetindeki memurları tarafından oğlunun soruşturuluyor olmasından rahatsızlık duymamış, diğer bakanlar pişkin pişkin, iki günden bu yana bekliyoruz. Hadi Başbakanı anlıyorum, feryat ediyor, hiçbir şey yapması mümkün değil ama birazcık ar, namus, hayâsı olan insan o koltuğu soruşturmanın selameti için bırakır, beklenen budur. (CHP sıralarından alkışlar) Ama nerede böyle bir davranış!
Başbakan Hakan Şükür için, partisinden istifa etti diye "Meclisten de istifa etmesi gerekir." diyor. Evet, ahlaken belki öyle olması gerekir ama on iki yıldan bu yana seçildikleri partilerden istifa edip AKP'ye geçenlere madalya takarken Başbakan, aklına, bir gün AKP'de de çözülme olacağı hiç gelmedi mi? (CHP sıralarından alkışlar)
MEHMET GÜNAL (Antalya) - Unutmuş, unutmuş.
İZZET ÇETİN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bu olayı cemaat-AKP hesaplaşması gibi küçültmenin bir mantığı yok. On bir yıldan bu yana adım adım demokrasiden uzaklaşmanın doğal sonucudur yaşadıklarımız ama keşke benim ülkem böylesi çirkinlikleri yaşamasa.
Bakınız, özelleştirmelerle başladı. Özelleştirmelerde Balıkesir SEKA'ya 133 milyon dolar değer tespiti yapıldı, yandaş Albayraklara 1 milyon 105 bin dolara verildi, bir daire parasına.
TÜPRAŞ'ın yüzde 65'i 1 milyar 305 milyon dolara satıldı. PETROL-İŞ Sendikamız dava açtı, Danıştay iptal etti. Bir yıl sonra yüzde 49'u bu sefer 4 milyar 100 milyon dolara satıldı. Aradaki 3 milyar doların hesabı sorulmadı. Deniz Feneri'nin hesabı sorulmadı.
2002 yılı 3 Kasım seçimlerinden önce iki genel başkan, o günkü Genel Başkanımız Sayın Deniz Baykal'la birlikte Başbakan kürsüye çıktığında, dokunulmazlıkları kaldırmak için anlaştılar; kim iktidar olursa dokunulmazlıkları kaldıracaktı. Ne oldu? Dokunulmazlıkları kaldırsaydık ne olurdu? Bugün bakanların çocuklarına, yarın belki başka bakanlara kadar uzanacak bu yüz kızartıcı halkalar yaşanmayabilirdi. Ne dedi Başbakan o zaman? "Dokunulmazlıkları kaldıralım da bir gecede polis bizi evden toplasın mı?" dedi. Kaldırmadınız ama on iki yıl sonra geldiğiniz noktada dokunmak zorunda kaldılar. Eğer o gün dokunulmazlıklar kalkmış olsa temiz siyaset Türkiye'ye yerleşir, hepimiz yüzü ak, başı dik, gerine gerine siyaset yapardık. Belki çocuklarınız da dokunulmazlık zırhının altına saklanarak böylesi yüzünüzü kızartacak işlere girişmezlerdi.
Değerli arkadaşlar, gerçekten, bu ülke bizim ülkemiz yani bizim ülkemizde demokrasi, insan hakları elbette gelişmeli. Bakınız, arkadaşlar açlık grevinde. Neden? Hukuk zedelendi bu ülkede, yargı taraflı hâle geldi. Anadolu'nun bir yerinde başka bir yargı ya da hüküm, bir başka yerinde bir başka hüküm uygulanır ve böylesi bir noktaya taşınırsa ülke, elbette adalet hepimiz için aranır bir noktaya düşer. Bugün haksızlığa uğradığı için hakkını hukuk yoluyla arayanları horlar, iter kakarsanız yarınlarda umarım sizler aynı duruma düşmezsiniz. Ben orada mücadele eden arkadaşların bu haklı mücadelesini İzzet Çetin olarak yürekten destekliyorum. (BDP sıralarından alkışlar) Gelin, bu ülke hepimizin, barışı, dostluğu, dayanışmayı güçlendirelim, demokrasiyi ve özgürlükleri genişletelim, kirli siyasetten arınmak için dokunulmazlıkları kaldıralım, şu kürsüde konuşma dışında herkes hesabını versin, Başbakan bile olsa.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve BDP sıralarından alkışlar)