GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE
Yasama Yılı:4
Birleşim:33
Tarih:16.12.2013

BDP GRUBU ADINA DEMİR ÇELİK (Muş) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sağlık Bakanlığı bütçesi üzerine grubum adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce, sayın bakanlarımız da buradayken Hükûmetin dikkatine sunmak üzere, az önce bir haber aldık; geçen hafta Anayasa Mahkemesinin uzun tutukluluk süresi ve aynı zamanda seçilmişliğini göz önünde bulundurarak Sayın Mustafa Balbay'ın tahliye yönlü kararını dikkate alan mahkeme, ne yazık ki Diyarbakır'da aynı gerekçelerle tutuklu bulunan milletvekillerimizin tahliye taleplerini reddetmiştir. Bu bir skandaldır. Bunun adı hukuk değil, keyfiyettir, siyasi saiklerle bir kesimi ötekileştirmektir, iradesizleştirip teslim almaktır. Yıllardır tam da itiraz ettiğimiz mevcut, var olan uygulamaların muhatabı olma pozisyonundaki konumumuzun gereği yer yer isyana kalkışımızın nedenleri görülmelidir. Hukuk adil olmalıdır, herkese eşit mesafede, herkesi kucaklayan eşitlikçi zihniyetin yansıması olarak yansıtılmalıdır. Bugün KCK davası adı altında tutuklu bulunan milletvekilleri için istenen ceza örgüt üyeliğinden altı yıl üç aydır. Bunun infazı toplamda dört buçuk yılı ihtiva ediyor olmasına karşın milletvekillerimiz beş yılı aşkın bir süredir içeride tutukludur, buna rağmen tahliye edilmemektedir. Uyaran, ikaz eden ve hukuk dışılığa vurgu yapan Anayasa Mahkemesi iradesini de yerel mahkemeler dikkate almamaktadır. Ya devlet, devlet olmaktan çıkmıştır ya siyasal hesaplar neticesinde bir bölgeye, bölgenin halkına, onun siyasal temsilcilerine yaklaşım, tamamıyla militarist çizginin inkârcı, imhacı anlayışının, zihniyetinin tezahürüdür, bu manada da skandaldır. Bu skandal ya tez elden ortadan kaldırılmalı, hukuki gerekçeler öne çıkarılarak milletvekillerimiz özgürlüğüne kavuşturulup olması gereken mekânlarına gelmelerine fırsat verilmelidir ya da demokratik çözüme toplumumuzun yüzde 80'inin umut beslediği bu ortamda, giderek güvenin yitimi, giderek çatışmanın, ölüm ve öldürmelerin yeniden yaşanacağı bir kaygıyı yaşayacağımızı ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle bütçeye ilişkin düşüncelerimi de ifade etmek isterim. Demokratik ve hukuk devletinin aynı zamanda hukuk kaideleriyle yönetilen ülkelerde bütçeler toplumun temel meşru, demokratik taleplerini karşılamak için vardır. Başta barınma, beslenme, güvenlik, eğitim ve sağlık olmak üzere, sosyal politikaları ve ihtiyaçlarını karşılamak için vardır ama aynı zamanda siyasal, kültürel ve ekonomik faaliyetlerini, hem bireyin hem toplumun ve toplulukların bu faaliyetlerini yürütmesini kolaylaştırmak için hazırlanılır hem de demokratik hukuk devletinin sürdürülebilirliğine hizmet edecek bir kısım mali ve cari harcamalarına fırsat vermek için hazırlanılır ancak söz konusu Türkiye, söz konusu Türkiye'nin 2014 bütçesi olduğunda bu kriterlere, niteliklere uygun bir bütçenin hazırlandığını, buna dair duyarlılıkların devreye konulduğunu söylemek mümkün değil. Her şeyden önce, toplum dinamikleri, örgütlü yapıları dikkate alınmadan, demokratik meşruiyet kazandırmadan, askerî ve sivil bürokrasinin bir kısım hassasiyetlerine, duyarlılıklarına ve masabaşı bir kısım matematiksel, aritmetik işlemlere tabi tutulan bir bütçe olması özelliğiyle demokratik değil ama aynı şekilde, bu bütçe, büyüyen ve çoğalan toplum ihtiyaçlarını karşılamadan öte, devletin ve hiyerarşinin sürdürülebilirliğine yani devletin ve erkin dikey büyümesine hizmet edecek niteliktedir. Yatay değil, toplumun meşru, demokratik taleplerini karşılamaktan uzak bir niteliktedir. Bu özellikleriyle de erildir, bu özelliklerinden hareketle de sosyal muhtevadan yoksundur. İçinde kadın, çocuk, engelli, yoksul, emekçi, ezilen ve emeklinin ihtiyaçlarını karşılamak gibi bir duyarlılığı da, bir ihtiyacı da gündeme getirmiş değildir.

Bu manada da bütçeden murat edilen şey, demokratik çözüm ruhuna denk düşen bir zihniyetle ülkeyi demokrasiye duyarlı kılmak, demokratik cumhuriyette eşit, adil vatandaş olmanın haklarına sahip insani ve ahlaki bir kısım sorunları karşılamaktan uzaktır. Eril olduğu kadar da bu boyutuyla çatışmacıdır, güvenlikçi politikaların esaretinden kendini kurtarabilmiş değildir. Bu yönüyle de barışçıl değildir, barışçıl olmadığı için de hukuk devletiyle bağdaşmayan barışık bir pozisyonda ve konumda değildir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gönül isterdi ki, demokratik çözümden bahsettiğimiz bu süreçte, bütün sivil toplum örgütleri, demokratik kitle örgütleri, sendikalar ve onların temsilcisi pozisyonundaki Millet Meclisi siyasi partileri, aktörleri bu bütçenin aktif bileşenleri, öncüleri ve özneleri olmalıydı ama nasıl ki, bu süreçte özne ve öncülük rolü, mevcut sivil toplumun demokratik örgütlüğüne tanınmadıysa, bütçenin kendisinde de insan da özne olarak görülmemiştir, sağlık da özne olarak görülmemiştir. İnsan ve insani ihtiyaçlarını satın alınabilinir, satılabilinir bir kısım meta fetişizmine kurban edilmiştir ama aynı şekilde, sağlık da bu fetişizmden gerekli nasibini alarak uluslararası ve küresel boyuttaki emperyal güçlerin taşeronluğuna, onun ülkedeki ayağı ve pozisyonu konumunda bulunan iktidarın yaklaşımına da hizmet etmiştir.

Bu anlamıyla da bütçe, mevcut, var olan sorunları, siyasal, sosyal, ekonomik, demokratik, kültürel sorunları karşılamaktan uzak olacaktır. Nereden biliyoruz diye soracak olursanız, bütçenin yüzde 45'i mali ve cari harcamalara, yüzde 13'ü askerî ve güvenlik politikalarına, yine, birçok bakanlığın cari harcamalarını da toplamda üst üste koyduğumuz da yüzde 22'lik gibi bir bareme tekabül eder ki, toplamda da, bu manada, cari harcamalara, savaş ve savaş politikalarına gidecek rakam toplamın yüzde 80'idir. Geriye kalan yüzde 20'lik bir bütçe oranıyla siz eğitimi, sağlığı, kültürü, sosyal politikaları karşılamaya çalışırım dediğinizde, bizi, en nihayetinde, izaha muhtaç bir durumla karşı karşıya bıraktırırsınız. Karşılanamadığı, karşılanamayacağı geçen doksan yıllık cumhuriyet tarihinde görülmüştür ama ne yazık ki "sosyal politikalar" denilince, hükûmetler, iktidarlarını sürdürmeye hizmet edecek bir kısım ilişkilere dönüştürdüklerinden, gizli ödeneklerle bu sosyal politikaları, sosyal yardımlaşma vakıfları üzerinden, ilçelerde kaymakamlar üzerinden, ilde valiler üzerinden, toplumu hem iradesizleştirmek hem onun iradesini satın alınabilinir bir metaya dönüştürme zihniyetine sahip oldukları için de, seçim öncesinde bu ve benzeri kaynaklar bol hesaptan aktarılır.

Sosyal yardımlaşma vakıfları, özgür olması gereken bireyin, seçme seçilme hakkını ve iradesini sandığa özgürce yansıtma hakkını gasbetmek için kullanılır; yoksul bıraktırır, yoksul bırakmakla beraber muhtaç bıraktırır, muhtaç ve yoksul bıraktırdığı vatandaşı, küçük, günübirlik bir kısım ihtiyaçlarını karşılayacağı vaadi ve taahhüdüyle onun oyuna göz diker. İktidarlar dün de bunu böyle yapmıştır, bugün de böyle yapmaya devam ediyor. Bu nedenle, bütçelerde cari ve mali harcamalarla sivil ve askerî bürokrasinin oligarşik yapısını korumaya hizmet eder, dikeyine büyüyen devletin güvenliğini, dikeyine büyüyen devletin geleceğini güvence altına alan uygulamalarla bütçeler şişirilir; içinde özgürlük yoktur, adalet yoktur, eşitlik yoktur; içinde insan yoktur, insan ve insanın meşru talepleri yoktur. Bu anlamıyla da 2014 bütçesinin kendisinde de, Sağlık Bakanlığının bütçesinde de bu kriterlere yaklaşmak mümkün görünmüyor.

1975'ten bu yana, yaklaşık otuz sekiz yıllık zaman diliminde, uluslararası küresel emperyal gücün neoliberal politikalarının yansıması olarak bütçe şekillendirilmiştir, bütçe, taşeronlaştırmanın, piyasalaştırmanın ve ticarileştirmenin bir uygulama alanına dönüştürülmüştür. Evet, geçmişte kamu hastanelerine, üniversite hastanelerine bireyin erişimi zordu, iş kolaylaştırılmış gibi görünebilir ama kolaylaştırılan erişimde söz konusu olan hizmetin bedeli ağırdır. Sosyal güvenlikten yoksunsanız, elitist siyasetin yürütücüsü değilseniz, mal ve mülk sahibi zengin sermaye sahibi değilseniz o hastanelerde tedavi görmekte, o hastanelerde öngörülen tedavinin bedelini karşılamakta da zorlanırsınız. Belki hastanızı rehin bırakmayabilirsiniz ama hastaneden çıkardığınız hastanın tedavisine harcadığınız bedelin karşılığı olan senetlerle kendinizi borçlu kılmak durumundasınız. Söz konusu olan umut vadetmektir, söz konusu olan yarına dair umudu pekiştirmek, bu umut arkasına takılan yığınlarla onların geleceğini çalmaktır. Bütçede öngörülen de bundan öte bir durum ve özellik arz etmemektedir. Bu manada da 2014 bütçesinin kendisi, kendisiyle birlikte Sağlık Bakanlığı bütçesi bu özelliklerinden yoksun olduğu için de, toplumda beklenmesi gereken, barınma, beslenme ve güvenlik temelli taleplerin karşılanamayacağından kaynaklı mutluluk değildir, mutsuzluktur; refah ve zenginlik değil, yoksulluktur.

Evet, ülkemiz ekonomik düzeyde büyüyor olabilir, dünyanın sayılı ekonomik gücü, 16'ncı güç gibi her gün övündüğümüz bir güce erişmiş olabiliriz. Ama bu güç bireye ve bireyin ihtiyaçlarını karşılamaya yansıtılmadığı gibi, her gün iktidarını ve sermayesini biriktirerek güçlenen ve büyüyen devasa holdingler, ama o büyüyen devasa holdinglerin karşısında da hiçleşen birey ve bireyin hakları, yoksunlukları, yetmezlikleriyle karşı karşıya bırakmıştır.

Bu uygulamanın ürünü ve eseridir ki, hâlâ Türkiye'de yüzde 12, Kürdistan'da yüzde 15 işsizlik söz konusudur. Bu ve benzeri uygulamalardan dolayı, hâlâ açlık sınırı olan 1 milyon 500 bin lira ücretin altında asgari ücretle insanlar çalıştırılmak durumundadır, emekliler açlık sınırının altında bir emekli maaşıyla yaşamını idame ettirme durumuyla karşı karşıya bıraktırılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, yoksulluk sınırı ülkemizde 3 milyon 500 bin liradır. 4 kişilik bir ailenin 3 milyon 500 bin lira gelire sahip olduğunu söylemek, neredeyse 25-26 milyon nüfus için mümkün değil. Bu insanlar, 3 milyon 500 binlik yoksulluk sınırına rağmen, ya asgari ücretle ya da emekli maaşının zor, sıkıntılı koşullarıyla yaşamlarını idame ettirme durumuyla karşı karşıya bıraktırılmış; onunla yetinilmemiş, yüzde 3, yüzde 4 oranında altı ayda bir yapacağımız zamlarla sanki onlara iyilik lütfediyormuşuz anlayışı ve yaklaşımıyla her gün onların umudunu karartıyoruz, beklentilerini karartıyoruz, onların haklarını çalıyor, haklarını engelliyor, gasbediyoruz ve bu manada da, tam da Sağlık Bakanlığının bütçesini konuştuğumuz bu günlerde toplumda beklenen iyilik hâllerini göremiyoruz.

Sağlık, sizin, bizim, hepimizin olmazsa olmazımızdır. Sağlık, doğal ve demokratik toplumdan bireyin kazandığı bir haktır. O hak; egemenlikçi, iktidarcı, hiyerarşik ilişkilere kurban edilemez, kurban edilmemelidir de ama ne yazık ki, birey olarak bizler, biz bireylerden müteşekkil toplum, sağlıklı düşünemiyor. Fiziksel, siyasal, sosyal, ruhsal ve bedensel noktada bu iyilik hâllerinden yoksunuz. Yoksun olduğumuz için cinayetler işleniyor, yoksun olduğumuz için şiddet ardı arkası kesilmez bir uygulama, ölüm ve öldürme makinelerine dönüştürülen insanlar olarak biz insanlığımızdan utanır ilişkilere mahkûm kılındık. Yetinmiyor, işçiler fabrikada, atölyede, tarlada, inşaatta her gün ölümle burun buruna. Son on yıllık AKP iktidarında 10.800 işçi sosyal güvenliğinden ve güvenlikli iş koşullarından yoksun olduğu için yaşamını kaybetmiştir. Bir Allah'ın kulu çıkıp bunun hesabını vermediği gibi, Avrupa'da ya da ileri ülkelerde gördüğümüz erdemliliğin gereği olarak ilgili kişiler ve sorumlu bakanlar istifa etmeyi bile gerekli görmemişlerdir.

Onlarca insanın öldüğü, yaşamını yitirdiği günler yaşadık. Hesabını vermediğimiz gibi, sorumlu kişiler yargı karşısında beraatla taçlandırılıyor ama özgürlük istediği için, adalet istediği için, hak istediği için, bugün, on binler siyasal tutsak ve rehine olarak cezaevlerinde âdeta yoksunlukları, yetmezlikleri ve siyasal iradesizleştirmeyi yaşıyorlar. Bu mu adalet? Böylesi bir adaletten bahsedebilmek demokratik bir hukuk devletinde mümkün müdür? Değil ama gelin görün ki "ileri demokrasi" söylemiyle peşimize taktığımız yığınlarla onların açlığını terbiye etmek, onların yoksulluklarını umuda dönüşme fırsatını elimizden bırakmadığımız için de iktidar olarak biz on iki yıldır toplumun tek seçeneği olarak, toplum karşısında tek seçenek olarak durmayı da başaran bir iktidara sahibiz.

Bu, elbette ki iktidarın suçu, günahı değil, biz muhalefetin, demokratik muhalefetin yapması gereken görevi yapamadığımızın öz eleştirisidir. Bu manada, bu kürsüden de ifade etmek isterim ki toplum seçeneksiz değildir, alternatifsiz olamaz. Tek seçenek, tek alternatif, AKP'nin on bir yıllık yoksunluklar ve yetmezlikler iktidarı ve alternatifi olamaz, aksine toplum kendi öz gücüne dayalı olarak bu alternatifini, seçeneğini yaratmak, oluşturmak ve kendisine kader olarak belirlenen bu duruma itiraz etmek durumundadır. O nedenle de önümüzde önemli fırsatlar var.

Demokratik çözümden bahsettiğimiz, silahların sustuğu, parmağın tetikten çekildiği bu süreci fırsata dönüştürmek durumundayız. Yani demokratik siyaseti öne çıkaran, demokratik siyaset üzerinden, toplumun meşru, demokratik taleplerini karşılayan bir noktadan soruna yaklaşmak durumundayız. O yönüyle, biz, Barış ve Demokrasi Partisi olarak, bu seçeneklerimiz ve projelerimizle toplumun huzuruna her günden çok daha hazır olduğumuzu, bu hazırlık içerisinde çıkacağımızı da bu vesileyle ifade etmek, belirtmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünya her gün hızla değişiyor. Değişen dünyanın bize sunduğu olanak ve imkânları görmezlikten gelerek, onları öteleyip, erteleyerek, toplumu her gün zapturapt altında tutabilme muktediriyetine sahip olmadığımızı bilmemiz gerekiyor.

Evet, toplum bir ana kadar, bir noktaya kadar size umut besleyebilir, beslediği umudun arkasında da kalabilir ama sonsuza, ilelebet bu umut muhafaza edilemez. Toplumun meşru taleplerini, demokratik meşru zeminde karşılayamadığınızda, dün olduğu gibi bugün de toplum dinamikleri itiraz eder, itiraz etmekle birlikte kendilerine kader olarak verilen bu duruma müdahale eder. Bu toplum, nice şahları, padişahları, imparatorlukları tanımıştır ama hiçbiri ilelebet kalıcı olmadığı gibi, toplum kendi doğal demokratik mecrasına ulaşmak için kıyasıya bir mücadeleyle, her gün ama her gün, anbean değişimi soluklamakta, değişimi topluma öngörmektedir.

Bu mücadelenin ürünü ve eseridir ki dünya da merkeziyetçi, katı devlet yapısı, otoriter idari yapı yerine ademimerkeziyetçi bir yönetime hızla evriliyor. Ülkemizin de buradan etkilenmemesi, dışında kalması beklenemez. İşte, 1980'li yıllardan bu yana başlayıp bir yanıyla neoliberal politikalarla toplumu kontrol altında tutmak isteyen ama öbür yanıyla da ademimerkeziyetçi yönetimlerle toplumun öz yönetimine dayalı ihtiyaçlarını karşılama algısı bizde de tez elden devreye konulmalıdır.

Ülke, Ankara'dan yönetilemeyecek kadar büyüktür, Ankara'dan ihtiyaçların karşılanamayacağı kadar yoğun nüfusa sahiptir. 780 bin kilometrekarelik her bir alanda meşru demokratik taleplerin karşılanması noktasında öz yönetime fırsat verildiğinde refah çıkar, zenginlik çıkar, mutluluk çıkar. Bu da öncelikle özgür, demokratik yerel yönetimler zihniyeti üzerinden demokratik, katılımcı, şeffaf, adil yönetimlerle olabilir. Siz, sağlığı Ankara'da konumlandırdığınız Sağlık Bakanlığıyla, Sağlık Bakanlığına bağlı bürokratlarla Muş'u, Hakkâri'yi, Artvin'i, Çanakkale'yi, Edirne'yi yönetemezsiniz. Yönetmeye kalkıştığınızda da oradaki iş ve işlemleriniz demokratik olmaz. Ama siz, yerel yönetimlere idari, mali özerklik verdiğinizde, belediyelere sağlık, eğitim, kültür ve turizmi devrettiğinizde, belediyelere zabıta faaliyetleriyle birlikte asayiş ve güvenlik faaliyetlerini verdiğinizde, Avrupa'da olduğuna benzer, Bölgesel ve Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile ora halklarının, ora kimliklerinin, kültürlerinin kendilerinin öz yönetim organlarıyla kendisini yönetmesi mümkün olabilir ve bu manada da bedensel, ruhsal olduğu kadar siyasal ve sosyal iyilik hâli olan sağlığı da bireyin ayağına götürmüş olduğunuz gibi, birey ve bireylerden oluşan topluluklar hem mecliste hem yönetimde hem de bütçede, bütçenin oluşturulma süreçlerine aktif katıldıkları için de demokrasiyi hayat bulur noktaya taşırsınız.

Demokrasi sanal, sözde bir kavram değil; ete kemiğe büründürülecek kadar, siyasal, sosyal dokuyla içli dışlı olan bir olgudur. Demokrasi, bu manada, kişinin, kişiden oluşan toplulukların günlük hayatına sirayet etmeyecekse anlamı ne? Demokraside insanlar mutlu değilse, özgür değilse, adil, eşitlikçi değilse, benim için uygulanmış yüzde 99'u için uygulanmamışsa kıymetiharbiyesi olabilir mi? Bu manada, Meclis, sadece kendisi için, kendisinden oluşma siyasal partiler için, bu siyasal partilerin elitist yapıları içinde değil bütün toplum için demokrasi istemelidir. O yönüyle de biz, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmanın gereği olarak, şeffaf, hesap verebilir, sürdürülebilir yerel yönetimler hizmetinin önünü açmalı, ona fırsat verebilmeliyiz.

Bizim imzaladığımız, 92'den bu yana imzaladığımız Avrupa Birliği Bölgesel Yerel Yönetimler Özerklik Şartı üzerindeki çekinceleri niye kaldırmıyoruz, niye çekiniyoruz? Çekinecek bir durumda olmadığımızın realitesini, gerçeğini gördük. Kürtler ayrı bir devlet sevdası, ayrı bir devlet kurma mücadelesi yerine demokratik ortak vatanda birlikte yaşama iradesini beyan etmişken, bu fırsat üzerinde demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmayla toplumu öz gücüne kavuşturmak, özgürlüğüne kavuşturmak bize ne kaybettirir? Aksine, kazanacağımız, dünya kadar bir gelecek. Bu gelecekte, dili, kimliği, kültürü, inancı, cinsi, rengi ne olursa olsun herkesin eşit, özgür vatandaş olarak erişebildiği, evrensel hukuka dayalı parasız ana dilde sağlık, ana dilde eğitimi alabildiği bir ülkede hepimiz mutlu, hepimiz huzurlu, hepimiz kardeşçe, barış içerisinde bir arada yaşayabiliriz. Ama, çok görüldü, çok görülüyor, adalet, eşitlik dağıtması gereken kurum bile bu anlayıştan, bu zihniyetten uzaksa toplumun ötekisi çok daha geridir, çok daha uzaktır.

Bu manada da Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz 3 Ocak 2014'te demokratik çözüm sürecinin birinci yılını doldurmuş olacağız. Kürt tarafının önemli ve nitelikli adımlar attığı bu süreçte -devlet kendisinden beklenen nitelikli adımlarla- toplumun ve toplulukların, halkların, inançların, kültürlerin kendisinden beklenen özgürlüklere kavuşması hakkı vardır. Bu hakkı gasbetmeden, bu hakkı ötelemeden, ertelemeden halklara, kimliklere, inançlara tanımak, devretmek bu Meclisin görevidir. Bu görevin yerine getirileceği, ifa edileceği duygularımla hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum, iyi günler diliyorum. (BDP sıralarından alkışlar)