| Konu: | 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 30 |
| Tarih: | 13.12.2013 |
MHP GRUBU ADINA OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Adalet Akademisi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu bütçeleri hakkındaki görüşlerimizi arz etmek üzere huzurunuzdayım. Sözlerimin başında heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Ayrıca, hâkim, savcı, avukat, kâtip, mübaşir, gardiyan, bürokrat, amir, memur, tüm yargı mensuplarını da saygıyla selamlıyor, sağlık, huzur ve mutluluk diliyorum.
Değerli milletvekilleri, adaletten bahsediyoruz. Adalete çeşitli anlamlar yükleyebilirsiniz. Vicdanınızın el verdiği ölçüde adaleti çeşitli şekillerde tarif edebilirsiniz ama bilinmeli ki adalet söz konusu ise orada zulmetmek yoktur ama mutlaka hak sahibine hakkını teslim etmek vardır. Adalette ve her hâlükârda, adaletin sonuçlarında ise haksızları terbiye etmek vardır. Adaleti hak ve özgürlüklerin güvencesi ve devletin temeli olarak görüyoruz. Bu nedenle, yargı, insanların tereddütsüz güvenebileceği, adalet duygusunun zihinlerde ve kalplerde yer ettiği bir yapıda olmalıdır. İnsanlarımızın adaletli ve hakkaniyetli bir sosyal düzen içerisinde yaşaması için hukukun üstünlüğü prensibi hâkim kılınmalıdır. Zira, hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması, çeşitli güç unsurlarının hukuk devleti kurallarına göre sınırlandırılması suretiyle güçlünün değil haklının korunması, toplumsal ahengin ve huzurun tesis edilmesi devletin temel görevleri arasındadır. Kısacası, adalet mülkün yani devletin ve toplumsal düzenin temelidir. Bu denli önemli olan adaletin tesisi ise her şeyden önce hâkimlerin ve savcıların liyakatli ve hakkaniyetli olmasına bağlıdır. Peki, bugün için Türkiye'de var olan durum böyle midir? Hemen cevap vereyim: Ne yazık ki böyle değil. Böyledir demeyi de çok arzu ederdim. Zira, adaletin üçlü sacayağından ikisini oluşturan hâkim ve savcıların hukuk fakültesi eğitimlerinden başlayarak meslek sınavları, adaylık dönemindeki eğitimleri, mesleğe başladıktan sonraki maddi ve manevi imkânları, tayin ve terfileri ve nihayet emekliliklerine kadarki tüm aşamaları ne yazık ki yapısal olarak pek çok sorun, sıkıntı ve olumsuzluklar barındırmaktadır.
Değerli milletvekilleri, maalesef, ülkemizde özellikle 2010 Anayasa değişiklikleri sonrası yaşananlar Türk yargısının içler acısı bir hâlde olduğunu, âdeta alarm vermekte olduğunu ve bunun ise devlet ve millet hayatını her açıdan olumsuz yönde etkilediğini açıkça gözler önüne sermektedir. AKP parmak çoğunluğu demokratik denetim mekanizmalarını içine sindiremediğinden olsa gerek ki, yargı erkini bir denetim organı olmaktan çok maalesef bir arka bahçe hâline dönüştürme gayretine girmiştir. Bu iktidar döneminde birçok yasal düzenleme yapılmasına rağmen yargı teşkilatının sorunları çözülememiş ancak bunun yanında yargı âdeta Hükûmet otoritesinin sağlanmasının bir aracı hâline getirilmeye çalışılmıştır. Altını çizerek ifade etmek isterim ki AKP iktidarı yargıyı bağımsız ve tarafsız görev yapamaz hâle getirmiştir. Bu durum vicdan sahibi her vatandaşımız tarafından üzüntüyle gözlenmekte, insaf sahibi tüm kurum ve kuruluşlarımızca teyit edilmektedir ve hatta uluslararası kuruluşların raporlarında dahi durumun vahametine dikkat çekilmektedir. Nitekim 2012 yılında Avrupa Yargıçlar Birliği ile Demokrasi ve Özgürlükler İçin Avrupa Yargıçlar ve Savcılar Birliği (MEDEL) Türk yargısının içerisinde bulunduğu durumu gösterir iki ayrı rapor yayınlamıştır. Her iki raporda da yargı sistemimizdeki aksaklıklar, sıkıntılar ve sorunlar uzun uzun ortaya konulmakla birlikte özellikle MEDEL Raporu'nda yer verilen şu tespit son derece dikkat çekicidir: "Açık şekilde Türk yargısı yürütme erkinin emri altındadır ve hayati önemdeki kontrol ve sınırlandırma fonksiyonunu yerine getirmesine izin verilmemektedir." denilmekte.
Sayın milletvekilleri, yapılan objektif araştırmalara göre Türk milletinin adalete olan güveni, yargının adaletle karar vereceğine inancı yüzde 30'lara inmiştir. Çeşitli şekillerde yapılan kamuoyu yoklamalarına, bu kamuoyu araştırmalarına baktığımız vakit güvenilirlik açısından en üst seviyede olması gereken adalet mekanizması maalesef işte böyle, en iyi ihtimalle yüzde 30'larda gösteriliyor.
Günümüzde de artık bir şekilde yargıya işi düşen vatandaşlarımızın yaptığı ilk iş iyi bir hukukçu aramak, konunun uzmanı bir avukat bulmak değil, maalesef ve ne yazık ki, karar verecek hâkimin tanıdığını bulmak. Hâkime ulaşmak olmazsa olmaz şeklinde değerlendirilmektedir çünkü vatandaş, hâkimi tanıdığı zaman haksızken bile hak alabileceğine inanmaktadır. Eğer hâkime ulaşamazsa haklı olduğu hâlde bile hakkını alamayacağını düşünmektedir. Bu noktada tabii ki hâkimlerimizi, savcılarımızı tenzih etmek istiyorum. Bu, toplumdaki algıdır, "Hâkimlerimiz, savcılarımız bu şekildedir." diye bir hüküm bizce ortaya konmuş değil, toplumdaki algıdan bahsediyorum. Eğer yargıya güven duygusu aşınmışsa, insanlar adalet organlarının haklarını veremeyeceğine inanmaya başlamışsa haklarını hukuk dışı yollarla elde etme yöntemlerine başvuracaklardır. Bu durum, ülkemizin devlet ve millet hâlinde devamını imkânsız kılacak derecede ağır bir tehdit oluşturmaktadır.
Değerli milletvekilleri, görüldüğü gibi Türk yargısının hâli içler acısı ancak unutmamak gerekir ki adalet bir gün herkese lazım olacaktır. Geçmişte adaletsizliğe uğradıklarını iddia edenlerin bir an önce bu adaletsiz uygulamalardan vazgeçmesi gerekmektedir. Ve bütün parmak çoğunluğuna inanarak demokrasiyi sadece sayılar rejiminden ibaret gören iktidarlara şunu söylüyoruz ki: Adalet, gün gelecek en büyük sığınağınız olacaktır ancak böyle giderse, korkarım, öyle bir günde sığınılacak bir adaletten söz etmek dahi mümkün olamayacaktır. Çok geç olmadan yapılması gereken, yargının sorunlarının siyasi saiklerle değil objektif olarak tespit edilmesi ve bu sorunların çözüme kavuşturulmasıdır. İşte bugün müzakere ettiğimiz Adalet Akademisi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu söz ettiğim sorunların odağında yer almaktadır.
Değerli milletvekilleri, hâkim ve savcıların mesleğin en başında temiz vicdanlarını ve açık zihinlerini emanet ettikleri ilk kurum Adalet Akademisidir. Deyim yerindeyse, Adalet Akademisi hâkim ve savcıların ilk mektebidir ve bu kurumun en önemli görevi hâkim ve savcıların eğitim faaliyetleridir. Dolayısıyla, hâkim ve savcıların adil, tarafsız ve bağımsız bir vizyonla yetiştirilmesi en başta Adalet Akademisinin bu niteliklere sahip olmasına bağlıdır. Adalet Akademisi, Hâkim ve Savcı Adayları Eğitim Merkezinin yerine 4954 sayılı Türkiye Adalet Akademisi Kanunu ile 23/7/2003 tarihinde AKP döneminde kurulmuştur. Akademi, kanunla kendisine görev olarak verilen eğitim, görüş bildirme, danışma ve yardım, inceleme, araştırma, yayım ve iş birliği alanlarında yaklaşık on yıllık geçmişine rağmen yeterli gelişmeyi sağlayamamıştır. Adli ve idari yargı hâkim ve savcı adaylarına eğitim verilmesi hizmetinin -ki bunda da yeterince başarılı olunamamıştır- ötesine ne yazık ki geçememiştir. Adı Akademi olmasına rağmen akademik bir yapıya kavuşturulamamıştır, tam tersine siyasi kadrolaşma yuvası hâline getirilmiştir.
Hukuk ve adalet alanında hayati derecede önemli sorunların yaşandığı bir ortamda Türkiye Adalet Akademisi kendinden beklenen tarihî sorumluluğu yerine getirmemekte, bunun yerine, belli grup ve kişilere kadro ve unvan verilmesi ve fırsat sunulması gibi konularla iştigal etmektedir.
Türkiye Adalet Akademisi her şeyden önce bir eğitim kurumu olduğu, daha doğrusu böyle olması gerektiği hâlde, gerek meslek öncesi gerekse meslek içi eğitim faaliyetlerinde görevini yeterince yerine getirememiştir. Bu durum, özellikle kamuoyunun yakından takip ettiği, adalete ve hukuka aykırı operasyonel sonuçlar doğuran davalarda verilen ve vicdanları kanatan kararlarda açıkça gün yüzüne çıkmaktadır. Demek ki, söz konusu kararlara imza atan yargıçlara siyasal kaygılarla değil hukuk ve adalete göre vicdani kanaatleri doğrultusunda karar vermeleri gerektiği, yani adil, tarafsız ve bağımsız olmaları gerektiği yeterince öğretilememiştir.
Bugün ne yazık ki Adalet Akademisi, siyasi iktidarın kontrol ve denetimi altında hatta daha vahimi onun hizmetindedir. En vahimi ise, daha önce bu durumdan rahatsızlıklarını dilden düşürmeyenlerin dümene geçince sessizliğe bürünmeleri ve için için memnuniyet beslemeleridir.
Değerli milletvekilleri, eğitimlerini tamamlayıp mesleklerine atanan hâkim ve savcıların meslek hayatları boyunca mesleki açıdan muhatap oldukları en önemli kurum ise Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruludur.
Bilindiği gibi 12 Eylül 2010 Anayasa değişikliği referandumundan önce hâkim ve savcılar hakkındaki bilgi gücü tekeli Adalet Bakanlığının elinde idi ve AKP hükûmetleri, Adalet Bakanlığı eliyle tuttuğu bu gücü iktidarı boyunca cüretkârca kullanmıştır. Bu dönemde AKP, çok eleştirdikleri Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerine sunduğu kişisel imkânlar ve ayrıca teftiş kurulu müfettişlerine düzenlettirilen belli hâkim ve savcılar hakkındaki kayırmacı raporlar aracılığıyla HSYK'yı etkilemiş ve istediği atamaları sessizce yapmayı başarmıştır. Ergenekon, Balyoz gibi kamuoyunun yakından takip ettiği davaları açan ve tutuklamalara karar veren, mahkûmiyet hükümlerini veren hâkim ve savcıların tayinleri işte o eski HSYK döneminde yaptırılan atamalar sayesinde gizlice gerçekleştirilmiştir.
2010 Referandumu ise asıl olarak Anayasa Mahkemesi ile HSYK'yı ve onun aracılığıyla cumhuriyet savcıları ile kürsü hâkimlerini yani bütünüyle yargıyı AKP iktidarının kontrolü altına alma amacıyla yapılmıştır. Ancak 2010 referandumundan sonraki süreçte yaşananlar göstermiştir ki AKP'nin kontrolü dışında, hatta yeri geldiğinde AKP'yle hesaplaşmayı dahi göze alabilen ve öngörülemeyen bir yapı oluşmuştur. Oysa AKP, yargıyı kendi kontrolü altına almak için bu yapısal değişikliklere girişmeseydi ve bunun yerine Türk milletinin her ferdinin güvenebileceği ve adaletinden şüphe etmeyeceği bir yargı sistemi oluşturmaya çalışsaydı bazı güç odaklarıyla âdeta hâkimiyet mücadelesine de mecbur kalmayacaktı.
Bugün itibarıyla HSYK'yla ilgili en temel eleştirimiz kurulun oluşumuna ilişkindir. Bu bağlamda, Adalet Bakanlığı Müsteşarı kurulda doğal üye olarak bulunmamalıdır. Cumhurbaşkanının üye seçim yetkisinin kaldırılarak üyelerin TBMM tarafından seçilmesi gerekmektedir. HSYK üyelerinin görev süresi dolduktan sonra tekrar seçilebilmeleri, bir sonraki seçimi dikkate alarak tarafsızlıktan uzaklaştırılabileceği için, görev süresi makul olarak -mesela altı yıl- ve fakat mutlaka bir defaya mahsus olmak üzere seçilmeleri gerekmektedir.
HSYK'ayla ilgili bir diğer önemli eleştirimiz ise kurul kararlarının yargısal denetimine ilişkindir ki bu konuda da en kısa ifadesiyle HSYK kararlarının yargısal olarak denetlenmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Değerli milletvekilleri, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 2014 bütçesine gelince. Kurulun bütçesiyle ilgili olarak Anayasa'da bir düzenleme yapılmamış olsa da 6087 sayılı HSYK Kanunu'nda kurulan kendi bütçesiyle yönetileceği düzenlenmektedir fakat bütçenin nasıl yapılacağı, kimler tarafından belirleneceği konuları hakkında tam bir netlik yoktur. Anılan kanunun 44'üncü maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca: "...bütçeyle ilgili görüşmelerde Kurulu Başkan -yani Adalet Bakanı- temsil eder; Başkanvekili ve Kurul üyeleri açıklama yapmak üzere davet edilemez." Bu durum, yargı üst kurulu üyelerinin kendi bütçeleri hakkında doğrudan etkili olmadıklarının göstergesidir. Oysa Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 2010 tarihli tavsiye kararı, yargısal sistemin bütçesi hazırlanırken eğer varsa yargı kurulları veya mahkemelerin idaresinden sorumlu diğer bağımsız makamlar, mahkemelerin kendileri ve/veya yargıçların merkez örgütlerine danışılmasını öngörmektedir.
Yine, bütçe konusunda kurulun kendi kaynakları olmalı ve bunları kendisi bağımsız olarak yönetebilmelidir. Kurulun kendisinin belirlediği bir bütçesinin olmaması durumunda, kaynakları elinde bulunduran makamların bunları kısarak kurula tesir etmeye çalışabilecekleri düşünülmektedir.
Sonuç olarak, biz, HSYK tarafsız bir şekilde, liyakat esaslı çalışmalarını yürüttüğü sürece devletimiz tarafından her türlü ihtiyaçlarının karşılanması gerektiği düşüncesindeyiz, yeter ki onlar adaletli olsunlar. Eğer bir ülkede adalet var ise o ülkede korkulacak bir şey de yoktur ama bugün her saniyemizin korku içerisinde olmasının sebebini de burada aramak gerekiyor.
Değerli milletvekilleri, yargı mensuplarıyla yargı personelinin de birçok sorunu bulunmaktadır. Yargı mensupları ekonomik olarak geçim sıkıntısı yaşamamalıdır. Hâkim ve cumhuriyet savcılarının özlük haklarının yürütme organına bağlı olmaktan çıkarılması ve yaptıkları görevin mehabetine uygun şekilde iyileştirilmesi gerekmektedir. Keza, yargı personelinin çalışma koşullarının ve özlük haklarının acilen iyileştirilmesi de zaruridir. Hem hâkim ve cumhuriyet savcıları hem de ceza infaz kurumu memurlarının fiilî hizmet zammından yararlandırılmaları için yasal düzenleme yapılması gereklidir. Mübaşirlerin genel idare hizmetleri sınıfına dâhil edilmesi hakkaniyete uygun olacak ve yaşanan mağduriyetin giderilmesi sağlanacaktır. Kamu avukatları ile hukuk müşavirlerinin yakınmaları dikkate alınmalı, özlük haklarının düzeltilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
Yukarıdan itibaren söylediklerimize eş olarak şunu söylüyoruz: Yargıyla lalettayin bir şekilde uğraşılmamalı, oynanmamalı. Adalet, böylesine falanın adaleti, filanın adaleti hükmünü kaldırmaz. Elbette ki adalet mensuplarının adil olmasını istiyoruz ama buna paralel olarak bütün kurumların da adil olması gerekiyor. İktidarı elinde bulunduranların da herkesten önce adil olması gerekiyor; sözlerine, sohbetlerine oldukça dikkat etmeleri gerekiyor.
Son sözü söyleme noktasında olanların öncelikle bilmesi gereken bir şey vardır ki, her yerde her zaman konuşurlar ama en önemli olarak ne konuşmamaları gerektiğini bilmeleri gerekir çünkü bunların arkasından adalet tecelli ettiği vakit insanlar şüpheye düşüyor. Eğer siz, sandalyesinden önünüzde kalkmadığı için nerede olduğunu işaret ederseniz bir insana, bu noktada verilen adaletin adil olmadığını da herkese söylemiş olursunuz. Bugün, içeride yatan İstanbul Milletvekilimiz Engin Alan, belki hukuken yargıçlar doğru değerlendirmişlerdir, suçu sabittir, bilemiyoruz ama değil mi ki Sayın Başbakan işaret etmiştir "Önümüzde kalkmadı." İşte nerede olduğunu görüyorsunuz. Kimi inandıracaksınız buradaki kararın adil olduğuna?
Şimdi, birkaç gündür bir sayın milletvekilimiz burada bar bar bağırıyor, "İmralı'yla yaptığınız pazarlıkları açıklayın." diyor, "Açıklamazsanız namertsiniz." diyor. Şimdi, biz de merak ediyoruz, hangi pazarlıklar yapıldı? Yarın KCK tutukluları dışarı çıktığı vakit adalet mi tecelli etti, yoksa bu pazarlıklar sonucu mu çıktılar? Bu hükmün ortadan kalkmasını sağlayabilir misiniz? Ve biz, burada haklı olarak şunu soruyoruz: Bu pazarlıkların içerisinde Engin Alan'ın içeride yatması da var mı? Çünkü ortaya koyduğunuz adaletsizlik maalesef bizi bu noktada düşünmeye sevk etmektedir.
Sözlerimi ibret olması temennisiyle şu cümlelerle bitirmek istiyorum: Adalet ancak hakikatten, saadet ancak adaletten doğabilir. Adaletsizliği işleyen, çekenden daha sefildir. Adaletin, Adalet ve Kalkınma Partisini kalkındıran adalet olmaktan çıkması dileğiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.(MHP ve CHP sıralarından alkışlar)