GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE
Yasama Yılı:4
Birleşim:27
Tarih:10.12.2013

AK PARTİ GRUBU ADINA NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2014 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı üzerine grubum adına söz almış bulunuyorum ve bu vesileyle yüce Meclisinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce, 2014 yılı bütçesinin hazırlanmasında teknik anlamda emeği geçen tüm teknokrat ve bürokratlarımıza, iktidar ve muhalefet partilerimize mensup Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi milletvekillerimiz ile tüm bakanlarımıza ve emeği geçen herkese şükranlarımı sunarak 2014 yılı bütçesinin ülkemiz ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çok partili dönemde hiçbir partiye nasip olmayan ve ara vermeksizin on iki yıldır ülkemizin ve milletimizin menfaatleri doğrultusunda hizmet bütçeleri yapan AK PARTİ hükûmetlerinin daha nice seneler boyunca halkımızın hizmetinde olmasını Cenabıhak'tan niyaz ediyorum. Rabb'im aziz milletimiz için her şeyin hayırlısını nasip etsin, namerde muhtaç etmesin, bu ülkeye bir daha kendisini yönetemediği, kendi bütçesini yapamadığı günleri göstermesin diyoruz.

2000 ve 2001 yıllarında, 2013 yılı 12'nci bütçenin, hatta art arda 2023 yılı 20'nci bütçenin hedeflerinden bahsetseydik herhâlde kimse inanmazdı; bu salonu dolduran herkes önce derin bir ah çeker, sonra da hayalperestlikle suçlardı. Zira, o günün konjonktüründe, iş dünyasının temsilcilerinden sivil toplum örgütü üyelerine ve çalışanlara, toplumun hemen her kesimi eğer önündeki iki üç ayı öngörebiliyorsa buna şükreder, sayfa sayfa övgüler düzerlerdi. O günlerde, Denizli İhracatçılar Birliği Başkanı ve TİM üyesi olan bir sanayiciydim. İhracatçı vasfıyla dönemin iktidar sahiplerine dert anlatmaya çalışmış, işin millet tarafında yer almıştım. Şimdi diyorum ki: "Ne günlerdi o günler, Allah bir daha böyle kâbuslarla Türkiye'yi karşı karşıya getirmesin."

Sizler de hatırlarsınız değerli milletvekilleri, çok değil bundan on iki yıl önce, şimdi bölgesinin en güçlü ve lider ülkesi olan Türkiye, iflasın eşiğinde bir ülkeydi. Biliyorum, o gün canı yanmayan, hatta bu işlerden kârlı çıkan, servetlerini ve güçlerini katlayanlardan bazıları, varını yoğunu tüketen mazlum halkım gibi, ülkesi için yaptığı yatırımlar bir gecede ters yüz olan sanayicilerim gibi, işinden, aşından olan çalışanlarım gibi hatırlamaz o kara tabloyu. Bir anda gecelik faiz yüzde 7 binlere çıktı, dev kuruluşlar bir gecede yarı yarıya değer kaybetti, ülkenin bankacılık ve finans sektörü üç gün içinde yerle bir edildi. Tüm varlıklarımız, siyasetimiz, dışarıdan gelen komiserlere veya IMF direktörlerine bırakılmıştı. Hatırlayalım ki, bugünümüze nasıl geldiğimizi, nerelerden geldiğimizi unutmayalım.

Bin yıllık kindarların hedefi, milletin tüm ümitlerini kırıp, kendine ve siyasetçilerine olan güvenini kaybettirip, ithal edilen ve pazarlanan kurtarıcılara teslim olması içindi. Aslına bakılırsa, o hain hedeflere büyük oranda ulaşılmış, geriye sadece detaylandırılması kalmıştı. Türkiye'miz bugün için komik denecek üç kuruşa ve üç kuruşluk akıl ve kurtuluş reçetelerine muhtaç edilmişti. Başka ülkelerin memurları bakanlıkları hatta Başbakanlığı bile yönetir hâle gelmişti ve bu memurlar özel hayatlarıyla, yaşam tarzlarıyla, tenis kortlarında, lüks restoranlarda çekilen fotoğraflarıyla yazılı ve görsel basının başaktörleriydi. Ülkemin sözde elitleri, onlarla tenis kortlarında veya restoranlarda karşılaşıp temas sağlamak için birbirleriyle yarışırlardı.

O gün sektörün ve ülkenin sorunlarını anlatma sorumluluğu duyan biri olarak, "iktidardaki" diyemiyorum ama Hükûmetteki sorumlulara sorunlarımızı anlattığımda, bırakın çare bulmayı, umutsuzluğumuzu perçinleyen görüşmeler yapar ve bu kapılardan kahrolarak çıkardık.

Niye diyecek olursanız, o günlerde Hükûmeti oluşturan partilerin aralarında paylaştıkları kamu bankaları dâhil iş dünyasının gidebileceği banka kalmamış, bankalar iş dünyası temsilcilerinden kaçar hâle gelmişti. Banka bulsalar bile kredi kullanma şartlarını sağlamak neredeyse imkânsızdı. Bugünün dev, özel ve kamu bankaları 20-30 milyonluk kaynak bulabilmek için çalmadık kapı bırakmıyor, buna rağmen sonuçta eli boş dönüyorlardı.

İhracatçının tek sığınağı Eximbank imkânları öyle daralmıştı ki ihracatçı kapattığı kredinin ancak yarısını -o da eğer şanslı ve imtiyazlı ise- binbir badireden sonra tekrar kullanabilirdi ve bunu da bulabildiğine şükrederdi. Hiç kimse, bulabildiği kredinin faiz oranını veya bankanın garanti şartlarını sorgulamayı aklından bile geçirmezdi.

2001-2002 Eximbank faiz oranları Türk lirasında yüzde 40'ın üzerindeydi ve döviz bazında yüzde 12-14 aralığındaydı. Toplam kredi tutarı ise 2,8 milyar dolardı. Bugünün Eximbank faiz oranları Türk lirasında yüzde 4,5-4,75, dövizde ise yüzde 1,5-2 aralığında ve toplam kredi hacmi de 20 milyar dolara çıktı.

O günlerde hatırladığımız en dramatik, en dikkat çekici, ibret alınması gereken olaylardan birisi de kamu bankalarının hâliydi. Bunu biraz daha somutlaştıralım ve açalım; açalım çünkü bunları anlayıp tahlil edemezsek 28 Şubatı ve sonuçlarını anlamamız mümkün olmaz. İyi anlamaz, 2001, 2002 krizlerinin asıl senaristlerini deşifre etmezsek "Etkisi bin yıl sürecek." sözünü öylesine söylenen bir sayı olarak algılar ve tarihî bir hata yapmış oluruz.

O gün bin yıllık bir kinle Türkiye'mize planlanan oyunun kodlarını en iyi kamu bankaları üzerinden deşifre edebiliriz. O günün oynanan oyununu bu örnekte isim de vererek tahlil edelim. Vakıfbankı örnek alalım. Bankanın sermaye yapısı darmadağın durumda ve günü bile çeviremez hâle gelmişti. IMF, Türkiye'ye 1 milyar dolarlık kredi dilimini serbest bırakmak için Vakıfbankın satılması, satılamazsa kapatılması şartını ileri sürmüştü. Kemal Derviş imzasıyla bu şart kabul edilmişti. 2002 yılında Ecevit Hükûmeti, Vakıfbankın blok hâlinde satılması konusunda Bakanlar Kurulu kararı almıştı. Bunun üzerine teklifler istenmiş, en iyi teklifi -lütfen burası çok önemli, siz değerli milletvekillerimiz ve bizi izleyen milletimiz bunu dikkatle, unutmamak üzere ve ibretle dinlesinler- bir Fransız bankası olan Societe Generale vermişti. Teklif neydi biliyor musunuz? Eksi 850 milyon dolar. Yani, şunu söylüyor: "Ben Vakıfbankı lütfeder alırım ama içine Türk hazinesi olarak 850 milyon dolar sermaye ilave ederseniz."

Genç nesillere, iktisat okuyan çocuklarımıza söylüyorum, iyi bilin bunları, bu hesaplar hiçbir kitapta yazmaz ve Allah'ın izniyle bir daha yazmayacak.

Halkbank ve Ziraat Bankasına oynanan oyun da hemen hemen aynıydı. O günün iktidar ortakları ise milletin dertleriyle dertlenmenin yerine hangi partinin elindeki banka önce gidecek veya kapanacak, onun derdi ve kavgasındaydı.

Peki, sonra ne oldu biliyor musunuz? Milletin emanetini canından aziz bilen, bu ülkeye ve bu millete güvenini asla kaybetmeyen Sayın Başbakanımız, millete veya "ulus" dendiğinde hamasetle yeri göğü inleten, kimilerinin ömrü boyunca bırakın göstermeyi, hayal dahi edemeyeceği yürekliliği gösterdi ve tüm sorumluluğu üstlenerek "Vakıfbankı kapatmıyoruz da, satmıyoruz da." dedi ve Vakıfbank ve diğer iki kamu bankası da milletin elinde kaldı. Bundan sonrasını da ibretle takip edin. Vakıfbank 2003, 2004 ve 2005 yıllarında dünyanın en hızlı büyüyen bankası oldu. 2002 yılında üstüne 850 milyon dolar istenen Vakıfbankın yüzde 25'lik hissesi, 2005 yılında tam 1 milyar 270 milyona halka arz edildi. Bugünkü değerini merak eden varsa Borsa İstanbul'a bakarak öğrenebilir.

Halkbank da 2001'de zarar ettiği için kapatılması istenen, hatta 353 şubesi kapatılan bir bankaydı ve o günün değeriyle 11 milyar TL görev zararı vardı. Aynı Halkbankımız bugün ne durumda biliyor musunuz? Halkbank, 2003 yılından bu yana, kurumlar vergisiyle beraber hazineye 8 milyar Türk lirası kaynak aktaran güçlü bir banka hâline geldi ve sadece bu yıl ihtiyaç sebebiyle 50 yeni şube açtı. Kredi rakamlarına bakacak olursak yine benzer bir tabloyla karşılaşırız. 2002 yılında esnafa sağlanan toplam kredi miktarı olan 153 milyon TL'yi yüzde 47 faizle kullandırırken, bugün, 2013 Mayısında esnafa kullandırılan kredi toplamı 7,5 milyar TL, faiz oranı ise bir yıla kadar yüzde 4, bir yıldan fazla olanlarda yüzde 5'tir.

Ziraat Bankasının da 2002 yılında görev zararı 19 milyardı. O da on yılda kurumlar vergisiyle beraber hazineye tam 20 milyar aktardı. 2002 yılında 227 milyon olan toplam kredi miktarını yüzde 59 faizle kullandırırken, bugün 19 milyar TL'yi yüzde 8, yüzde 4 ve yüzde sıfır faizle 1 milyon çiftçimize bir yılda kullandırdı. Çiftçimize Hükûmetimizin verdiği yıllık 10 milyar TL'lik hibe ve destek bunlara dâhil değil.

Şimdi, bulunduğumuz günden geriye baktığımızda, oynanan oyun o kadar açık ki bunu sadece günün Anayasa kitapçığı fırlatma krizine dayandırmak, en hafif şekliyle safdillik olur. Bu, düpedüz, kendilerinin de saklamadan itiraf ettikleri gibi, bin yıl öncesinden gelen davanın bin yıl sürecek intikamıydı. Her şey o kadar açık ve o kadar pervasızca oynandı ki, 28 Şubatı bu ülkeye dayatanların dışarıdaki ve içerideki piyon oynatıcıları bile artık "iş bitti" rahatlığıyla maskesiz dolaşmaya bile başlamışlardı. Ülkemizin üstündeki karabulutlar maddi manevi her şeyi gölgelemişti. Sanki, gizli bir el, bir anda, tüm ülkeyi tüm kurumlarıyla kontrol etmeye başlamış, ortalıkta görünen aktörler de büyülenmiş gibi, bu sihirli gücün peşine takılmıştı. Ama aziz milletimiz durup olayları analiz etmeyi, içine sürüklendiği girdabı görmeyi ve kimlerin kendisini felakete götürmek istediğini çözmeyi muazzam bir şekilde bildi. Alışkındı benim milletim bunların oyunlarına. Kırk, elli yıl önce nasılsa bugün de aynı oyunu oynuyorlardı ve onları benim milletim sandığın derinliklerine öyle bir gömdü ki, hâlâ "Acaba, bir ışık..." umuduyla sandığın dibinde yaşıyorlar.

Sonra, bir şey değişti ve her şey değişti. Hani, bazen, sis ve dumandan göz gözü görmez, gece mi gündüz mü anlayamazsınız ya; 10 metre önünüzü görmeden, el yordamıyla, yüreğiniz ağzınızda araba kullanırsınız ya; sonra bir anda bir tepeye doğru hafifçe çıkar, önce güzel bir esinti, ardından pırıl pırıl bir güneş doğar, derin bir oh çeker, ruhunuz ve ufkunuz açılır ve şöyle toparlanır, "Ya Allah" der, arabanın direksiyonunu kavrar ve gaza basarsınız ya, işte milletimizin uyanışı da böyle oldu. Millet, bir şeyi değiştirdi ve her şey değişti. Ne oldu, değişti de böyle oldu? Millet, Fatih Sultan Mehmet'in vakıf duasını ve bedduasını bilen, bunun anlamını kavrayan insanlara emanetini verdi. Onlar da bu aziz milletin önünde saygıyla söz verdiler, dediler ki: "Ey milletim, biz, emanetine asla ihanet etmeyeceğiz ve ettirmeyeceğiz. Biz, söz söyledik mi asla yalan söylemeyeceğiz. Biz, söz verdik mi canımız pahasına sözümüzü tutacağız."

Kuruluşundan 2003 yılına kadar Vakıfbank, hisselerinin sahibi olan Vakıflar Genel Müdürlüğüne 1 kuruş temettü vermemiştir.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - "TOKİ'de yolsuzluk çıkarsa istifa edeceğim." dedi. Onu sor!

NİHAT ZEYBEKCİ (Devamla) - Hatta, işlerine geldiğinde, siyasette lazım olduğunda, ecdadı dillerinden düşürmeyenlerin gözetiminde, vakıf mallarını banka zararlarını kapatmak için sermaye olarak ilave etmiş, aktifine koymuş, ecdat emaneti olan vakıf duası ve bedduası olan birçok mülkü satmış ve görev zararlarını kapatmışlardır. İşte, bu sebepten dolayı, vakıf emanetine el uzatıp talep edenler, ne siyasette ne de özel hayatlarında iflah bulmadılar, iki cihanda da bulmayacaklardır.

Ancak, AK PARTİ ile bu durum tam anlamıyla tersine döndü. Vakıflar Bankası 2006 yılından bugüne kadar Vakıflar Genel Müdürlüğüne tam 1 milyar TL aktardı. Tabii, bu arada, Vakıflar Genel Müdürlüğü de 2003 yılına kadar, tarihinden 2003 yılına kadar sadece 86 tane ecdat eserini onardı ama 2003 yılından 2013 yılına kadar, 4 binden fazla ecdat yadigârı, vatanımızın tapu belgesi demek olan tarihî eserleri onarıp ecdada samimi saygısı olan evlatları olarak milletine hediye etti. İşte, her şeyin, içinde bulunulan çaresizliğin, umutsuzluğun tersine dönmesi için milletimizin tek bir şeyi değiştirmesiyle meydana gelen budur. Tarih sahnesinde artık milletin adamları vardı. Onlar yüce milletine "Biz umutsuz ve çaresiz hâle getirilmiş ülkemize umut ve çare olmaya geldik. Yeter, artık karar da söz de milletindir. Biz, bu milleti yönetmek, hükmetmek için değil, sadece ve sadece hizmet etmek için geldik. Biz, ne aldatan ne de aldatılan olacağız." dediler. Bir zamanlar çaresiz İstanbul'una çare olmuş, çöp dağlarını yeşil alanlara, çeşmelerdeki "tıs" sesini billur suya çevirmiş, mikropların bile yaşamadığı Haliç'i bugün halkının balık tuttuğu bir cennete dönüştüren aynı isim, Türkiye'nin büyük dönüşümünde de önderlik etti. Millet o evlatlarına "Haydi, madem öyle diyorsunuz, ben size inanıyorum, Allah yâr ve yardımcınız olsun." dedi. Ondan sonra, tüm Türkiye ve bu millet baştan ayağa umut doldu, yeniden büyük Türkiye rüyasını görmeye başladık ve şunun farkına vardık: Bu sefer gördüklerimiz sadece rüya değil, artık geçmişin hayalleri bugün birer birer gerçek oluyordu, inanç ve hizmet aşkı, bu ülkeyi yüceltiyordu. Bize 1 milyar dolar kredi için sömürgelere bile reva görülmeyecek talimatlar yağdıran IMF'yle olan ilişkilerimizin son durumu hepinizin malumudur.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) - Türkiye'ye dönün, Türkiye'yi anlatın.

NİHAT ZEYBEKCİ (Devamla) - Sabahtan beri Türkiye'yi anlatıyorum da sen başka bir ülkedeysen bilemem tabii.

FARUK BAL (Konya) - Masal... Masal anlatıyorsun.

NİHAT ZEYBEKCİ (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; benzer gelişmeler ülkemizin her santimetrekaresinde yaşandı ve kurumumda da yaşandı. Bazı değişim ve gelişmelerin daha iyi anlaşılabilmesi için örneklerimi İstanbul, İzmir, Ankara gibi bildik şehirlerin dışında, tüm Türkiye'yi örnekleyebilecek bazı iller üzerinden de vermeye çalışacağım.

Ankara ve İstanbul'dan bakıldığında yapılanlar tam anlamıyla anlaşılmayabilir. Onun için, bakın, Türkiye'mde, Türkiye'mizde baştan aşağı neler yaşandı? Bazı illerin istihdam rakamlarını vereceğim ki, inanmakta zorluk çekeceksiniz. 2002-2013 Ağustosu arasında Denizli'de 88.500 olan sigortalı çalışan sayısı 185 bine, Manisa'da 71.250 olan 219 bine, Antep'te 60.600 olan 253 bine, Maraş'ta 34.800 olan 127 bine, Çorum'da 23 bin olan 59 bine, Kayseri'de 70 bin olan 211 bine, Antalya'da 157 bin olan 533 bine, Bursa'da 263 bin olan 595 bine, Tekirdağ'da 89 bin olan 229 bine çıkmış; hepsinin ortalama artış hızı, artış oranı yüzde 300. Burası Türkiye. İllerimizin detaylı rakamlarının yanında, ülkemizin aynı dönemdeki ihracat ve toplam istihdam rakamları da dünya birincilikleriyle doludur.

Saygıdeğer milletvekilleri, geçtiğimiz yaz bazı güneydoğu illerine yaptığımız ziyaretlerde barış ve huzur ile kalkınma ve refahın et ve tırnak örneğindeki gibi birbirinden ayrılmaz olduğunu yerinde gördük. Bölgedeki tüm insanlarımızın, özellikle gençlerimizin dua eden bir samimiyetle barış, huzur ve kardeşlik iklimini beklediklerini ve sürdürülebilir olmasındaki samimiyetlerine şahit olduk. Aynı zamanda, milletin bu kardeşçe kucaklaşmasından; sokakların, esnafın huzuruna; çitçinin tarlaya, çobanın dağa, yaylaya gitmesine kahrolanların diş gıcırtılarını da duyduk ve gözlerinden okuduk.

Yaşadığımız bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum: Batman'a ziyaretimizde Anadolu'nun en güzel köşelerinden biri olan Sason ilçesine gittik. Oraya varmadan önce, başka il ve ilçelerde ziyaretimiz sırasında karşılaştığımız gençlerde gördüğümüz ümitsiz ve çaresiz bakışları da gönlümüzün bir köşesinde biriktirdik.

Sason'da eski Tekel deposunda kurulmuş konfeksiyon atölyesinden ve orada çalışan kızlı erkekli 100 civarında gençlerden bahsettiler. Oradaki gençleri gördüğümüzde, onların gözlerindeki gelecek umut ışığının dünyanın en büyük mutluluğuna denk olduğunu anladık.

AYLA AKAT ATA (Batman) - Hangi umut ışığı?

NİHAT ZEYBEKCİ (Devamla) - Hep birlikte, tek yürek olarak dedik ki, işte çare bu. O gençlerin artık yaşlarının gereği olan gelecek hayallerini kurabildiklerini, yüzlerinde ve gözlerinde gördük.

AYLA AKAT ATA (Batman) - Yüzlerini ve gözlerini okuyamamışsınız.

NİHAT ZEYBEKCİ (Devamla) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; ülkemizin gelişmesinin, kalkınmasının ve refahının en önemli göstergelerinden biri de enerji üretim ve tüketim rakamlarıdır. Toplamda elektrik enerjisi üretim ve tüketimimiz 2002 yılından 2013 yılına tam 2 kat arttı. 2002-2024 aralığında da 4 kat artması planlanmaktadır.

Türkiye'nin enerji alanındaki en önemli diğer başarısı da enerji kaynaklarının ve tüketim pazarlarının tam ortasında olmanın avantajını da kullanarak enerjide dışa bağımlılıktan kaynaklanan edilgen bir rol oynamaktan ziyade, etkin bir aktör hâline dönüşerek enerji arz güvenliğini 2053 hedeflerine kadar uzayan bir zaman diliminde garanti altına alabilmeyi başardığına şahit oluyoruz. Türkiye, bugün, Avrupa Birliğinin en ucuz elektriğini ve yüzde 100 ithalatçı olmasına rağmen Avrupa Birliğinin en ucuz 3'üncü doğal gazını kullanmaktadır. Buna rağmen, hedef, dünyanın en iyilerinden biri olmaktır.

O kadar çoğaltabiliriz ki bu başarı örneklerini, son on bir yılda, 8,5 milyon olan motorlu taşıt sayımız 19 milyona ulaşmıştır. Bölünmüş yollarda gelinen nokta, can ve mal güvenliği başta olmak üzere, insanımıza kimliğinin gururunu yaşatmaktadır. İletişim ve haberleşmede son olarak Türkiye'nin kaçıncı uydusunu uzaya gönderdiği artık kimsenin dikkatini çekmiyor. Ancak, son olarak kendi uydusunu yörüngeye oturtan Türkiye'nin yeni hedefi artık bundan sonra kendi yaptığı uydularını kendi roketleriyle yörüngeye oturtmaktır. Yüksek hızlı tren her vatandaşımızın ve şehirlerimizin birinci talebi ve hayali hâline geldi. Bütün dünya millî hava yolları birer birer batarken, hepimizin gururu Türk Hava Yolları dünyanın 10'uncu ve Avrupa'nın en başarılı 3'üncü büyük hava yolu hâline geldi. Ne dramatiktir ki, aynı Türk Hava Yolları, 2002 yılında, Vakıfbank, Ziraat Bankası ve Halkbank gibi "Derhâl, ne pahasına olursa olsun, satın, kurtulun." denilen bir millî değerimizdi.

AK PARTİ olarak, 2002 Kasımından hemen sonra, ülkemizin kalkınmasının ve çağı yakalamasının yerel kalkınmadan geçtiğinin bilinciyle, önce Belediye Kanunu, sonra Büyükşehir Belediyesi Kanunu ve İl Özel İdaresi Kanunu'nu çıkararak yerel yönetimlerin yetkilerini ve imkânlarını güçlendirdik ve garanti altına aldık. Yerel kalkınmanın destansı hamleleri olan KÖYDES ve BELDES ile yüzyılların ihmallerini giderdik. Yerel kalkınma olmadan gerçek kalkınmanın eksik kalacağı bilinciyle, Türkiye'deki tüm belediyelere vergi gelirlerinden aktarılan pay 2002 yılında 4 milyar 750 milyon TL'den 2013 yılında 35 milyar TL'ye çıkmıştır. Daha somut bir deyişle, belediyede yaşayan her vatandaş için 2002 yılında 68 TL vergi gelirlerinden pay ödenirken, 2013 yılında 450 TL kişi başına pay ödenmektedir.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; geldiğimiz noktada Gazi Mustafa Kemal'in gösterdiği ve Sayın Başbakanımıza kadar hiç kimsenin hamaset dışında sahip çıkmadığı muasır medeniyet hedefine, yani 2023 hedeflerine ulaşmamız için atılması gereken adımlar, yapılması gereken reformlar son derece önemli, açık ve kaçınılmazdır, bazı önemlilerinin yüce Meclisin uzlaşı ve cesaretini beklemekte olduğu hepinizin malumudur. Tüm ön yargılarımızı bir yana bırakıp, ikide bir tıkanan ve her tıkandığında siyasi tükenmişlik ve yok olma sendromuna giren, siyasi partilerimizin korkularından dolayı demokrasi dışı çözümlere yönelen tek Meclistik. Yasama ve yürütmenin iç içe geçtiği bu sistemi tartışmalıyız, bize en uygun, en iyi sistemi, yani güçlü iktidarı ve hemen yanında her an iktidar olma ümidini sayısal değerlerde görebilen güçlü muhalefeti barındıran bir sistemi kurmalıyız.

Gelin, koalisyon dönemlerinde icat ettiğiniz, ülkemin her kurumunu aranızda paylaştığınız siyasi zihniyetle icat ettiğiniz şu hilkat garibesi İç Tüzük'ün arkasına sığınarak, kurnaz siyasetçi başarılarıyla siyaset yapmayı, sonucu her seferinde tam tersi aldığınız seçmene selam manevralarını bir yana bırakın. Gelin, bir kere Birinci Meclis samimiyetiyle oturalım, hep beraber gelecek nesillere Gazi Mustafa Kemal'in muasır medeniyet yolunu açalım.

Ayrıca, bölge coğrafyamızda demokrasi, barış ve huzurun sağlanması için, evrensel demokrasi standartlarının yerleşmesinin ne kadar önemli olduğunu konuşalım, anlaşalım. Bu standartların kültür coğrafyamızda hayat bulmasının olumlu etkilerinin Türkiye'mizin gelecek yürüyüşünde ne kadar önemli olduğunu ve çağı yakalayacak oranlarda kalkınma ve büyümeyi yakın kültür coğrafyamıza yaslanarak yapmak gerekliliğinin altını önemle çizelim.

Sözlerimin başında belirttiğim gibi, Türkiye, millî iradenin kriz anlarındaki tepkilerini beklemeden tarihî adımlarını ortak akıl ve siyasi ittifakla atmalı ve yeniden büyük Türkiye olmanın hedefini ve muhtemel yaşayabileceği tıkanmışlık risklerini bölge coğrafyasına açılarak oluşturacağı birlikteliklerle aşmalıdır. Tarihin ve coğrafyanın sunduğu bu imkânı asla göz ardı etmemeliyiz.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; tüm konuşmam boyunca sizlere arz etmeye çalıştığım problemler, etkileyici, olumlu ve olumsuz tüm rakamlar ve olaylar, hatta ihanetler maalesef bu ülkede zaman zaman kesintiye uğratılsa da henüz bir olgunluğa ulaşma sürecini tamamlayamayan mevcut demokratik sistemimiz içinde, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinin, Anayasa'mızın ve kanunlarımızın cari olduğu şartlar altında yaşanmıştır. Belirli dönemlerde millî iradenin yoğunlaşmasıyla yaşanan başarılı dönemlerimizden sonra yoğunlaşmanın kaybolmasına müteakip hep benzer problemleri üreten bir devlet ve siyaset yapımız hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Yeri geldiğinde hep söyleriz: "Müslüman aynı delikten iki kere ısırılmaz." diye. Bu kaçıncı ısırılmaydı? Daha kaç kez ısırılacağız? Akıl, bilim ve millet bize "Hadi artık, bu sistemi, en az arıza ile evrensel demokrasi ve hukuk standartlarında, milletin egemenliğini en üst düzeye çıkaran, yasama, yürütme ve yargının birbirinden tamamen ayrıldığı, özgürlükleri maksimum düzeyde olan bir sistemi bir an önce kurun." diyor.

Ben bir milletvekili olarak, bu millet bizden yukarıdaki standartlarda yeni bir anayasa bekliyor diyorum. Ve anayasa o kadar özgür ve o kadar kısa olsun ki ruhunu milletvekili yeminine yansıtsın. O yemin de şöyle olsun: "Vatanıma, milletime ve bayrağıma asla ihanet etmeyeceğime, evrensel hukuk ve demokrasi standartlarından ayrılmayacağıma namusum üzerine yemin ederim veya ant içerim." Bu kadar kısa ve net olsun.

Bu duygu ve düşüncelerle, sonuçlarının Kosova, Makedonya, Bosna, Kafkaslar, Orta Asya, Orta Doğu, Afrika, Arakan, Myanmar, Kuzey Amerika'daki yerlilere kadar çok geniş bir coğrafyayı ilgilendirdiğine inandığım 2014 Bütçe Kanunu Tasarısı görüşmelerimizin başarılı geçmesini, sonuçlarının milletimize, ülkemize ve insanlığa hayırlar getirmesini diliyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) - Kuzey Amerika'daki yerlilerle ilgileneceğine, önce Ardahan'a baksaydın daha iyi olurdu.

NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) - Ardahan'a da gittik. Gitmediğimiz yer kalmadı.