GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: SAĞLIK BAKANLIĞI VE BAĞLI KURULUŞLARININ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
Yasama Yılı:4
Birleşim:24
Tarih:03.12.2013

BDP GRUBU ADINA DEMİR ÇELİK (Muş) - Sayın Başkan, çok saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; hepinizi şahsım ve partim adına saygı ve sevgiyle selamlayarak iyi akşamlar dileklerimi iletiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kasım ayının son günlerinde bir önceki uygulamaların benzeri olan bir gece baskını misali bu kanun teklifi alelacele ve hiçbir ön hazırlık çalışması yapılmadan komisyonumuzun gündemine getirildi. O gün de gündemimizde söz konusu olan ilgili tasarıyı konuşmaya, tartışmaya gelen sivil toplum örgütü, demokratik kitle örgütlerinin tümü ve aynı zamanda siyasi partilerden muhalif konumda bulunan bizler de bu yasanın hem idari ve siyasi anlamda hem sosyal ve kültürel yaklaşımlarımız itibarıyla eleştirilerimizi dile getirmiştik. O gün de görülmüştü ki, her şeyden önce, bu yasadan beklenen meramın, hasta başta olmak üzere, sağlık çalışanlarının memnuniyeti esasına dayanması gerekirken, bu yönüyle de memnuniyeti açığa çıkaran bir ortaklaşma zihniyetini esas alması gerekirken farklı, merkeziyetçi bir yaklaşım ve anlayışla bu kanun birdenbire komisyona, komisyondan da Genel Kurula gelmiş bulunmaktadır.

O gün Tabipler Birliği, Diş Hekimleri Birliği, Eczacılar Birliği ve hemşireler dernekleri adına gelen arkadaşlarım da ifade etmişlerdi. Söz konusu tasarı, komisyon toplantısına davetin çıktığı bir gün öncesinde, yirmi dört saat öncesinde ilgili tasarı kendilerine aktarılmıştı. Yoğunlaşabilmelerine, eleştirilerini, önerilerini açığa çıkarabilmelerine fırsat vermeden alelacele çağrılan bu arkadaşlarımız, orada her şeye rağmen de işi yokuşa sürmemek, olumlu katkılarını da esirgememe adına gerekli önerilerini, eleştirilerini yaptılar.

Biz de Barış ve Demokrasi Partisi olarak, hem usulde hem de esasta yapılan bu yanlış yaklaşımlardan hareketle, sorunun, yasa değişikliğinden beklenen amacın ve ihtiyacın karşılanmasına yetmeyeceği eleştirisinde bulunduk. Her şeyden önce, günümüz demokrasisi diyaloğa açık olmayı, nitelikli, saygın müzakereyi esas alan, bu manada da her türlü ilişkinin ilgili tarafların aleniyet usulüne ve esasına bağlı olarak sorunu enine boyuna tartıştıkları, ortaklaştıkları bir sürece fırsat vermek, o sürecin içerisinde varılacak olan bir ortak kararı ve o ortak kararın iradesi arkasında da kalmak, olması gerekendi.

Bütün bu süreçler yaşanmadı, yaşanmıyor. Gerek Sağlıkta Dönüşüm Yasası'nda gerekse tartışacağımız 480 sıra sayılı sağlıktaki ilgili yasal değişiklikler bu manada eksik kalmıştır, demokratik olmaktan uzak kalmıştır. Antidemokratik uygulamalarla sayısal çokluğa ve çoğunluğa bağlı olarak iktidar partisi bu gündemi geçirmenin arayışı içerisindedir.

Bu ve benzeri yasalar doksan yıllık cumhuriyet tarihimizde çokça geçirildi, geçiriliyor. Doksan yıl boyunca, AKP iktidarları öncesinde, onlarca kez "Sağlığa neşter vuracağım. Radikal değişikliklerle sorunu çözeceğim." iddiasında bulunan hükûmetler nasıl ki sorunu çözemediyse, kangrenleşmenin önüne geçemedilerse AKP iktidarı da on bir yıllık iktidarı döneminde başta sağlık olmak üzere, el attığı, "Çözeceğim." iddiasında bulunup çözümsüzlükteki ısrarını ortaya çıkardığı bir kaosu yaşatmaktadır Türkiye halklarına, Türkiye'nin 70 milyon insanına. Buradan şu söylenebilir: Peki, niçin yapılmaktadır bütün bu olup bitenler? Yani, on bir yıldır iktidarda olan bir siyasal iktidarın alternatif üretemememizden kaynaklı bir oldubittiyle toplumu ve toplumun gündemini işgal etme hakkını kendisinde görüyor olması her şeyden önce demokrasiyle bağdaşır ve barışık olmadığının altını çizmek gerekiyor ama buna rağmen de onları da doğruya davet etmek görevimizin gereği olduğundan hareketle de biz bu kürsüden buna dair düşüncelerimizi, eleştirilerimizi de söylemeye devam edeceğiz. Sayın Bakanım, bu manada da sizin soruna olan duyarlılığınız bilinciyle bu eleştirilerimizin dikkate alınması gerektiğinin de altını çizmek istiyorum.

Evet, doksan yıl boyuncu ulus üniter devletin o katı, merkeziyetçi, hiyerarşik ilişkisiyle soruna yaklaştığımız için, toplumun temel ihtiyaçlarını karşılamaktan öte, dar, elitist siyasetin öngördüğü bir kısım ihtiyaçları karşılama anlayışı ve acelesiyle hareket ettiğimiz için Meclis asli görevini yapmıyor. Özgürlükleri, demokrasiyi, ortaklaşmayı, diyaloğu, müzakereyi ve barışı esas alan bir algıdan çok, günü kurtaran bir kısım palyatif çözümlerle gündemi işgal etmeye devam ediyoruz. Buna hakkımız da yok, buna lüksümüz de yok.

Evet, sağlık önemlidir. Sağlık, bireyin olduğu kadar toplumun da en temel ihtiyaçlarından biridir, biz bunu yadsımıyoruz. Sağlık, bu manada açığa çıkan toplumsal dinamiklerin yeni ihtiyaçlarının karşılanması adına her gün ve her gün yeniden değişmek zorunda olan bir kısım ihtiyaçlarla bizi karşı karşıya bırakabilir ama bu ihtiyaçlar hastanın, bireyin ve toplumun ihtiyaçlarını karşılama esasına göre mi olacak, yoksa küresel emperyal güçlerin neoliberal politikalarının, onların ulusal ölçekte ülke nezdindeki uzantıları olan bir kısım finans kurumlarının, bir kısım tekellerin, tröstlerin çıkarlarına dayalı bir ilişki mi olacak? İşte burada karar vermek durumundayız. Eğer sağlık dediğimiz şey ruhsal ve bedensel olduğu kadar siyasal ve sosyal iyi olma hâliyse burada bireyin olduğu kadar toplumun da bu iyilik hâllerini esas alan yasal düzenlemeleri yapmak, bu manada da işe meşruiyet kazandırmak Meclisin görevidir. Biz bu anlayışın yanında ve arkasında oluruz ama söz konusu olan toplum değilse, toplum esas alınma yerine bir kısım dar çıkar çevrelerinin olanaklarını, imkânlarını çoğaltmak, büyütmek, palazlandırmak toplum ve toplum ihtiyaçlarını hiçleştirmekse buna da karşı oluruz. Karşı olmak da bizim ötemizde "İnsanım." diyen herkesin, bu manada da sorumluluk sahibi olan herkesin görevi olması gerekiyor. Bu yönüyle de evet, doksan yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihi böylesi birçok değişikliklere, kanun tekliflerine sahne olmuştur, şahitlik yapmıştır, benzeri uygulamalar da devam edecektir. 1945 İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya yaşanan savaşın siyasal ve sosyal travmalarını tedavi etmek, rehabilite etmek, iyileştirmek adına sosyal devlet politikalarının gereği olarak bir sosyalizasyona evrildi. Bu sosyalizasyon toplumun temel ihtiyaçlarının meşru zeminde karşılanmasına fırsat vermiş olmasıyla birlikte 1970-1975'lerde neoliberal politikaların babası olan Reagan'dan başlayıp Mrs. Thatcher'e, oradan da küresel emperyal güçlerin o dönemin iktidarlarından bugüne devam eden bir anti sosyal, toplum dışı hegemonik ve hiyerarşik ilişkilerin ihtiyaçlarını esas alan bir algıya doğru da hızla dünyamız, küresel geleceğimiz evrilmektedir. Bunu görmekte yarar var. Bu manada da son otuz yıl, son kırk yıllık geçmişe baktığımızda sağlık da pazarda alınıp satılan bir mala, bir metaya dönüştürülmüştür. Toplumun ihtiyacını karşılamaktan çok piyasalaştırılmıştır, ticarileştirilmiştir, taşeronlaştırılmıştır. Bu özellikleriyle iyilik hâllerine hizmet eden, iyilik hâllerini pekiştiren bir algı yerine mevcut hegemonik gücün büyümesine, palazlanmasına yol açarken birey ve toplum da buradan olumsuz manada nasibini almaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; o yönüyle, Türkiye bu neoliberal politikaların etki alanına 1980'lerden bu yana, özellikle de 12 Eylül 1980 askerî darbesiyle hızla hazırlandı, hâlâ da bu hazırlık bitmiş tükenmiş değil. Buna dair de AKP iktidarı son on bir yıldır bu neoliberal küresel emperyalin Türkiye ve bölgesel uzantısı pozisyonundan da kendini sıyırabilmiş, kurtarabilmiş değil; aksine, buna hizmet eden, çok da hevesli olduğu aşikâr olan bir kısım uygulamalara da her gün ama her gün imza atmaktadır. Öncelikle bunu görmek lazım, kamu hastaneleri devrinden, özelleştirmenin ürünü olarak her gün yeniden yanı başımızda, kentlerimizde, caddelerimizde ve alanlarımızda yükselen özel hastaneler bu manada ticarileştirilmiş sağlık hizmetlerinin kalitesini düşürmüştür; parayla alınıp satılan, bu manada da şişirilmiş faturalarla kamusal hizmetin suistimaline yol açacak bir kısım girişimlere de neden olmuştur. Bu yetmezmiş gibi, Tam Gün Yasası dâhil olmak üzere sağlık çalışanlarının yıllardır muzdarip olduğu bir kısım sorun ve problemlerini çözme arayışı her gün yeniden bir gündem oluşturmanın gerekçesi olmaya da devam ediyor.

Bakın, "sağlık" gibi en temel problem, üniversitede akademik kariyerini yürüten hekimlerin var olan özgünlüklerine, özel koşullarına indirgendiğinde, sağlık, sağlık olmaktan çıkar. Akademisyen pozisyonunda bulunan hekimlerin bir kısım çıkarlarını esas alan uygulama, toplumu görmekten, toplum ve toplum ihtiyaçlarını esas almaktan uzak bir durumla bizi karşı karşıya bıraktırır. Evet, toplumun sağlık ihtiyaçlarının, sağlık hizmetlerinin sürdürülebilmesi önemlidir, sağlık hizmetinin karşılanabilmesi önemlidir ama bu hizmet, erişilebilir, nitelikli, parasız ve ana dilde bir sağlık hizmeti olduğunda anlamlıdır. Siz, sağlık alanında yapacağınız değişiklikleri ve değişimleri, "reform" olarak adlandırdığınız bu değişimleri bu özelliklerinden azade tuttuğunuzda, sağlık fonksiyonunu yerine getirmek yerine bu, piyasalaştırılmış, ticarileştirilmiş olana hizmet etmekten öteye gitmeyecektir.

Bu manada da, özellikle toplumun iyilik hâline hizmet edecek sağlık uygulamaları, evet, ertelenmeden Meclisin gündemine getirilmelidir, ama Meclis, gelip geçici bir kısım palyatif çözümlerle dar bir kısım kesimin ihtiyaçlarını ve çıkarlarını esas alan zemine ve mekâna da dönüştürülmemelidir. Esas olan, 76 milyondur, 76 milyonun geleceğidir, çıkarıdır, onun ruhsal, bedensel, siyasal ve sosyal iyi olma hâlidir. Bizim de yapmamız gereken, üstesinden gelmemiz ve asıl yüklenmemiz gereken tarihsel rol de buna denk düşen bir iyilik hâli olmalıdır ama getirilmek istenenle bu algıdan çok, "performans ölçümü" adı altında kalitesiz hizmette öncelikle insanları bir yarışa teşvik ediyoruz. Kazanacağı paranın büyümesine hizmet edecek ama kendisine müracaat eden hastanın iyilik hâlini sağlamayan, tedavide gerekli rantabl sonucu sağlamak yerine daha çok hastaya erişmek, hızla erişebildiği hastalar üzerinden sağladığı bir kısım günlük ve aylık menfaatle de kendi yaşamını kolaylaştıran bir noktadan işe yaklaşıyoruz. Bu, günahtır, yazıktır. Evet, hekim, tedavinin olmazsa olmaz asli meslek sahibidir ama söz konusu olan insandır. İnsan sağlığı, hekimin bir kısım çıkarlarını sağlamanın aleti ve aracı durumuna dönüştürüldüğünde, insanı nesne hâline getirmiş oluruz. Hâlbuki özne olan, aktör olan, değişim ve dönüşümün aktörü olan insansa, insanın sağlığı da herkesten önce bu kamusal görevin kendisi olmalıdır.

Kamu, bu manada, sağlık çalışanlarının -başta hekim olmak üzere- özlük haklarını, sosyal haklarını iyileştirme görevini hasta üzerinden sağlamak yerine, hastayı kullanarak hasta üzerinden yarattığı bir kısım rantla bu işi paylaşmaya dönük bir yarışın içerisine koymak yerine -o, zaten edindiği meslek performansıyla hak kazandığının, kamusal alan tarafından sağlanması gereken bir durumdur o yönüyle de- performans ölçümü yerine, döner sermayeden alacağı payın büyüklüğü ve kaygısı yerine... Hekim, belki toplumumuzda en çok ve en uzun süreli mesleki hizmeti gören, bu mesleki hizmetinden sonra da yaşama aktif olarak en geç katılan bir meslek grubundan olmasının bir kısım dezavantajlarına sahip olabilir ama onun topluma ve toplum sağlığına kattığı emeği, kaliteyi düşündüğümüzde de bu geç katılımı esas alan, bu yanıyla da o meslek ve meslek erbabına pozitif yaklaşan bir algıyla soruna yaklaşmalıyız. Bu manada da toplumun bu iyilik hâllerini hiçleştirmek yerine, onları güçlü kılan, azami ölçüde de sağlık çalışanlarından -başta hekim olmak üzere- yararlanan algı olmalıdır.

Bugünün soruna yaklaşımdaki tutarsızlıklarının örneğini, yarın öbür gün gündemimize gelecek olan 2014 bütçesinde de görmek mümkündür. Bakın, bir ülkede, o ülkenin bütçesinin savaş dışı kaynaklara harcanıp harcanmadığının en büyük göstergesi bütçelerdir. 2014 bütçesinin yüzde 45'i mali hizmetlere, Maliye Bakanlığı ve cari harcamalara gitmek üzere düşünülüyor, yüzde 13'ü askerî, polis başta olmak üzere güvenlik harcamalarına düşünülüyor, ona en yakın rakam, Millî Eğitim Bakanlığının yüzde 12'si ama iş sağlığa gelince yüzde 4'lük bir baremle birçok bakanlığın, birçok genel müdürlüğün bütçesinden de geri bir pozisyondadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2014'teki payı yüzde 4 olan sağlık bütçesi harcamaları, kamu hastaneleriyle halk sağlığı merkezlerinde öngörülen harcamalar bütünüdür. Düşününüz ki, bugünün psikolojik, sosyal ve siyasal travmalarını enine ve derinliğine yaşayan toplumumuz, bu yüzde 4'lük payla, demin saydığım iyilik hâllerine nasıl ulaşabilir, nasıl erişebilir, nasıl sağlayabilir? Öngörülen tedavi harcamaları makul ve insani talepleri nasıl karşılayabilir? Bundan uzak; hâlbuki gaza, gaz bombalarına, savaş uçaklarına, tanka, topa milyar dolarlarımızı... Biz nasıl ki otuz yıldır 1 trilyon dolarla bu ülkenin geleceğini ve özgürlüklerini gasbedip, yarınlara erteleyip, öteleyen bir noktada yaklaştıysak, 2014 bütçesi de o zihniyetle hazırlanmıştır. O zihniyetle, özlemini duyduğumuz onurlu bir barış, özlemini duyduğumuz özgür yarınlar yine ertelenmiştir, ötelenmiştir; demokrasinin ruhuna ters olan... Bu manada diyalog esas alınmamıştır. Müzakereden yoksunluğun ortaya çıkardığı benmerkezci anlayış ve yaklaşımlarla da problem, Hükûmetin bizatihi başı olan Sayın Başbakanın keyfine, keyfî yaklaşımlarına ertelenmiştir. Yazıktır, günahtır. Bu manada da, toplum denilen dinamik yapının her gün büyüyen ihtiyaçları bizim keyfî yaklaşımlarımızla, bizim bir kısım kendine göreci yaklaşımlarımızla ötelenmemeli. Toplum dediğiniz şey, bu manada, siyasal ve sosyal iyilik hâline erişmediğinde kaosun da, krizin de sebebi olabilir. Bu kriz ekonomik olabilir, bu kriz siyasal olabilir.

Sayın Bakan, Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; bu yönüyle de, evet, Türkiye bir yol ayrımında. Neoliberal politikalarla, mevcut, var olan toplum dinamikleri esasına dayalı bir ilişkiyi mi esas alacak, doksan yıldır alışkanlık hâline getirdiği algı ve zihniyetle toplumu görmemede ısrar edip, topluma rağmen idari, siyasi yaklaşımlarla kendini dayatan; bu yönüyle de katı merkeziyetçi, otoriter zihniyetiyle kendini yaşatmaya mı çalışacak? Buna karar vermek zorundayız. Bu bir fırsattır, 2014'ün hemen arifesinde olduğumuz bugünlerde dört ay sonrasında kavuşacağımız yerel yönetimler seçimini dikkate aldığımızda, öncelikle bölgesel yönetimlerin siyasal özerkliği, yerel yönetimlerin idari, mali özerkliğine açık bir ülke ve o ülkenin zihniyetini oluşturan bir siyasal perspektifle soruna yaklaştığımızda onun içerisinde nitelikli sağlığı da, ana dilde parasız, nitelikli, erişilebilir eğitim hizmetini de görebiliriz ama buna yaklaşmadığımızda dün olduğu gibi bugün de hep düşman yaratırız, yarattığımız düşmanın korkuları ve sahip olduğumuz fobilerle, psikolojik bariyerler önünde toplumdan ürken, kaçan, uzaklaşan bir zihniyetle toplumun dışına iteriz.

Bu yönüyle ülke her şeyiyle hemen, şimdi, ertelenemez bir noktada barışı ve özgürlüğü esas alan bir yaklaşımla yaklaşmalı diyor, saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)