| Konu: | TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE AZERBAYCAN CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ ARASINDA ARŞİV ALANINDA İŞBİRLİĞİ PROTOKOLÜNÜN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 23 |
| Tarih: | 28.11.2013 |
CHP GRUBU ADINA HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evet, bugün Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükûmeti Arasında Arşiv Alanında İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde söz almış bulunuyorum. Ama geçen hafta MHP grup başkan vekili hocamız arşivin önemini burada anlattı.
BÜLENT TURAN (İstanbul) - Azerbaycan'a gittin mi?
HAYDAR AKAR (Devamla) - Geliyorum.
Yalnız, çok daha önemli bir şey var. Biraz evvel, Artvin milletvekili arkadaşımızın vermiş olduğu araştırma önergesi hakkında burada konuştuk. Sevgili arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partisi Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan tarafından Cerattepe'de yapılan ihale yolsuzluğu ve Artvin'e yapılan ihanet burada belgeleriyle anlatıldı. Bir diğer Artvin Milletvekili, iktidar Milletvekili arkadaşımız İsrafil Bey de Uğur Bey'in bu söylemlerine karşı, ihale yolsuzluğuna, Artvin'de yapılan katliama karşı, ülkenin yatırıma ihtiyacı olduğunu, işte zaman zaman bazı tedbirler alındığını ifade etmeye çalıştı.
Şimdi, iki anlamda incelememiz gerekiyor. Bir: Önce ihale yolsuzluğuna bakalım. Bu konuyu, Cumhuriyet Halk Partisi Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan bundan önceki konuşmalarında, ihaleden önceki konuşmalarında birtakım belgeler göstererek bu kürsüden size, ihtiyaç olan malzemelerin Türkiye'de sadece bir firma tarafından üretildiğini ifade ederek adrese teslim bir ihale yapılacağını, bu ihalenin hangi firma tarafından alınacağını haykırdı ve noter tespiti yaptıracağını söyledi. Bakanın cevaplarını, Hükûmet yetkililerinin cevaplarını bu kürsüden dinlediniz. Evet, ben de şahidim, birlikte kalktım, Uğur Bayraktutan'la beraber bu ihalenin yapıldığı yere gittim ve çıkan sonuç...
BÜLENT TURAN (İstanbul) - Azerbaycan'a gittin mi?
HAYDAR AKAR (Devamla) - ...Uğur Bey'in burada ifade etmiş olduğu, "İhaleyi alacak." dediği firma ihaleden ikinci çıktı ama başka bir şey vardı, ihaleyi alan firma kendi taşeron firmasıydı, iş birliği yaptığı firmasıydı, ortaklıkları bulunan firmasıydı ama bunu da... Şirket artık her şeyi o kadar rahat yapıyordu ki boy boy gazetelere eleman ilanı verdi. Henüz devir yapılmamış. Yani biraz evvel konuşuldu, Sayın Bakan, "Bir şirket bir şirkete devreder." dediniz, bu da doğal, devredebilir ama ondan önce başka bir şey yapıldı Artvin'de, ikinci çıkan firma sanki ihaleyi kazanmış gibi Artvin'deki tüm istihdamı organize ediyor, eleman ihtiyaçlarını gazetelere boy boy veriyordu, bu, devirden önce yapılıyordu.
Şimdi, bu firma kim? Artvin'de altın aramaya çalışıyor. Altın Türkiye'nin ihtiyacı mı veya maden, ihtiyacı mı? İhtiyacı. Yatırım yapılmalı mı? Yapılmalı, bunda kimsenin bir kuşkusu yok ama yer Artvin olmamalı. Niye Artvin olmamalı bu yatırımın yapılacağı yer? Çünkü Türkiye'nin cennet köşelerinden bir tanesi Artvin. Artvin'in hemen yanına, Batum'a baktığınızda, turizmle kendisini geliştirmeye çalışan Acara Özerk Cumhuriyeti'nde bir kent. Gidip baktığınızda, "Buraya Türk yatırımcıları yollayalım, sanayicileri yollayalım." dediğinizde size şunu söylüyor: "Evet, bize yatırımcıları yollayın, sanayicileri yollayın ama sanayi adına Batum'a bir çivi çaktırmayız." Ne diyor? "Turizmci gelsin buraya, turizmci. Ben kalkınacaksam, bu kent kalkınacaksa turizmle kalkınacak." diyor. Biz de Artvin'in turizmle kalkınması konusunda hem iktidarın hem muhalefetin, kamuoyundaki veya Meclisteki tüm partilerin destek vermesi konusunda irade sergilemesini istiyoruz. Niye söylüyoruz bunu? Diyoruz ya, Artvin Türkiye'nin cennet köşelerinden bir tanesi, sanayiye mi ihtiyacı var Artvin'in? Hayır. İşte, ona sanayiyi öneriyorum, turizm sanayisini öneriyorum onlara, Hükûmete de bunu öneriyorum. Bakır işletmeleri ya da altın işletmeleri ya da maden açmalarına gerek yok Artvin'de. Turizmle Artvin kalkınabilir.
Size Kocaeli'den, sanayi kenti Kocaeli'den örnek vermek istiyorum: Şimdi, 112 kilometre sahilimiz var arkadaşlar, 43 tane liman, 2,6 kilometreye bir liman düşüyor Kocaeli'de ve Kocaelili denize hasret yaşıyor diyorum.
Bakın, Kocaeli'nin şehir merkezinde -hani "ÇED" falan diyorsunuz ya hikâyeden- ÇED raporları dahi alınmadan Büyükşehir taahhüt etti, "Yapacağım." dedi, "Tüm olumsuzlukları gidereceğim." dedi, bir demir çelik fabrikası kurdurdular. Bu demir çelik fabrikası -ihtiyaç vardı Türkiye'de çeliğe ve bunlar üretecekti- 75 kişiyi istihdam ediyordu sadece asgari ücretle arkadaşlar, yabancı bir yatırımdı. Ama hemen karşı kıyıda açılan 5 yıldızlı otel de yine asgari ücretle istihdam ediyordu, o, 100 kişiyi istihdam ediyordu. Demek ki sadece istihdam için bakır madenleri ya da altın madenleri açıp doğayı tahrip etmeye, Türkiye'nin en güzel köşelerini tahrip etmeye gerek yok diye düşünüyorum.
Şimdi, bu inşaat, bu firma, gerçekten Türkiye'de sabıkalı bir firma arkadaşlar. Ne kadar altında bir koku varsa ne kadar bir şaibe varsa bu firmayı bu ihalelerde görebilirsiniz. Bu firma bizim de yüksek hızlı tren hattımızı yapıyor arkadaşlar; evet, Eskişehir'den İstanbul'a olan, iki kademe olan yüksek hızlı tren hattımızı yapıyor. Bu firma... Şöyle bir şey getirdiler: Kentin valisi, kentin büyükşehir belediye başkanı, kentin milletvekilleri "millî menfaat" diye yine bir doğa harikası olan Maşukiye'de ocak açmaya çalıştılar, taş ocağı açmaya çalıştılar. Ne dediler? "Millî menfaat." Aslında ihaleyi firma birim fiyat üzerinden almıştı ve bu birim fiyatları da 50 kilometre uzaklıktaki Arifiye ocaklarına göre vermişti ama almak istediği, taş ocağı yapmak istediği yer demir yolu güzergâhına 500 metreydi, 500 metreydi. Firmanın kazanabileceği parayı düşünebiliyor musunuz? Trilyonlarca lira avantadan, beleşten para kazanacaktı. Kenti yönetenler bunlara destek veriyordu.
Kentin büyükşehir belediye başkanı sizin bir kadın milletvekilinize -bakın, AKP'li kadın arkadaşlarımın beni dinlemesini istiyorum- Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı sizin kadın milletvekili arkadaşınıza "çevreci..." "Nokta, nokta" diyorum, devamını getirmiyorum. Araştırın, bakın. Burada sadece eleştiriyorsunuz ama sizin söylediğiniz, sizin arkadaşlarınızın söylediği sözlere, kendi milletvekiliniz için söylediği sözlere bakmıyorsunuz. Bakarsanız o sözün altında kalamayacağınızı da göreceksiniz.
Şimdi, Türkiye'nin sadece Kocaelisi'nde, Türkiye'nin sadece Artvinin'de ihale yolsuzlukları yapılmıyor. Sayıştay belgelerini, Sayıştay belgelerini, Sayıştay raporlarını bu Meclise getirmeyerek, Meclis denetiminden kaçınarak bu ihaleleri aklıyorsunuz. Bunlarda hepinizin vebali var ama gün gelecek bunun hesabı sorulacaktır diyorum.
Evet, konumuza dönmek istiyorum çünkü gerçekten Türkiye sadece içeride değil, dış politikasıyla da evlere şenlik bir durumda, dünyada gülünç duruma düşmüş, sıkıntılı bir sürece girmiş bir dış politika anlayışıyla yönetilmektedir. Şimdi, dış politika konusunda Türkiye'yi, sizin dediğinizle "değerli yalnızlık" ortamına nasıl ittiğinizi kısaca da olsa vaktim yettiğince paylaşmak istiyorum sizlerle. Ama Azerbaycanlı kardeşlerimiz alınmasınlar, onlara da buradan çok güzel, küçük, tarihsel bir giriş yapmak istiyorum.
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra 30 Ağustos 1991 tarihinde bağımsızlığını kazanan, ilan eden Azerbaycan Cumhuriyeti'ni 9 Kasım 1991'de ilk tanıyan devlet Türkiye Cumhuriyeti devleti olmuştur, 1991 senesinde. Azerbaycan ile 14 Ocak 1992'de imzalanan protokolle diplomatik ilişki kurulmuştur. O tarihten günümüze çok sayıda anlaşmalar yaptık Azerbaycan Cumhuriyeti ile. Fakat sizin iktidarınız döneminde ilişkilerimiz maalesef o dönemlerde olduğu kadar iyi gelişmedi, her geçen gün biraz daha geriye gitti.
Haydar Aliyev'in "İki devlet, bir millet." söylemiyle, sizin iktidarınız dönemine kadar şekillenen Azerbaycan-Türkiye ilişkileri uzun yıllar boyunca duygusal ağırlığını korumuş fakat sizin iktidarınızda "sıfır sorun" söylemiyle bu ilişkilere, gerçekten en kadim dostumuz olan Azerbaycan ile ilişkilerimize büyük yara verilmiş bulunuluyor.
Herkesin çok iyi bilmesi gerekiyor ki, Azerbaycan ilişkilerimizin, daha çok, Azerbaycan-Ermenistan veya Türkiye-Ermenistan ilişkilerine bağlı olduğunu hepimiz bilmekteyiz sizlerle beraber. Ermenistan ile olan ilişkilerin geliştirilmesi konusunda Karabağ probleminin çözülmeden bir sonuca varılamayacağını göremeyecek kadar öngörüden yoksun, Genel Başkanımızın dediği gibi "çapsız" bir politika izlenmektedir. Bu politikanın sonucu çok basit düşünerek, Bursa'da oynanan Türkiye-Ermenistan millî maçında stada Azerbaycan bayraklarını almayarak sanki politik bir başarı kazanmış, Ermenistan'la olan ilişkileri geliştirmiş bulunuyorsunuz gibi bir havanın içerisine girdiniz.
Şimdi sormak istiyorum, merak ediyorum: O günler onları yapan Dışişleri Bakanınız... Dış politikanızın, bugün Ermenistan'la ilişkiler konusunda hangi noktaya geldiğini sorguluyor musunuz arkadaşlar? Evet, Ermenistan'la ilgili bugün hangi durumdayız? Azerbaycan'ı niçin küstürdük? Bugün Azerbaycan sadece Türkiye'yle olan ilişkilerde değil uluslararası platformda da Türkiye'ye niye zaman zaman desteğini esirgemektedir? Bu konuda bir özeleştiri yapmanız gerektiğini düşünüyorum.
Dışişleri Bakanını pek Mecliste görmediğimiz için biz de sizler gibi... Burada bir tırnak açmak istiyorum, sizin pek takip ettiğinizi düşünmüyorum çünkü Başbakanın ağzından çıkan sizin için bir buyruk teşkil etmektedir. Biz de bu dış politikayı yazılı ve görsel basından nasıl duvara tosladığınızı üzülerek izlemek durumunda kalıyoruz.
Sayın Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun açıklamalarına baktığınızda Ortadoğu'nun düzenleyici rolünü kendilerinin üstlendiğini ifade ediyor. Durum böyle olunca şimdi önce Irak politikamıza bir bakalım diyorum. Evet, Irak'ta son günlerde yine şov yapmaya başladınız. Nihayet Dışişleri Bakanınız Irak'a gitti ama Irak'a, şöyle bir geçmişe bakalım nereden nereye geldik.
Evet -hepimizin bildiği gibi- Irak'ta, bir gece baba Bush'un rüyasıyla beraber, baba Bush Irak'ta demokrasi olmadığını fark etmiş ve demiş ki: "Ben Irak'a demokrasi getireceğim." Bu demokrasinin olmayışı onu gerçekten rahatsız etmiş "Irak'ta kitle imha silahları var." diyerek -Irak'a bizim de, o dönemde sizin, Başbakanın da desteğiyle- Irak'ta bir istila hareketine girişmiş bulunuyor.
Evet, yine bu sırada neler yaptık biz? Amerika Irak'taki operasyonu yapabilmek için 80 bin askeri güneydoğuya yerleştirmek istedi; bunun için de Türkiye, Dubai'de gizli bir anlaşma yaptı 1 milyar dolarlık. Yani, 80 bin askeri güneydoğuya yerleştirecektiniz, karşılığında 1 milyar dolar alacaktınız. Ama Türkiye ne yaptı? Bu oyunu bozdu, Cumhuriyet Halk Partisi bu oyunu bozdu. Meclise tezkere geldiğinde Cumhuriyet Halk Partisinin karşı çıkması, şiddetle karşı çıkması, kamuoyunu ikna etmesi, Türk halkını inandırması, AKP'deki vicdan sahibi, vicdan sahibi milletvekilleri de bu tezkere aleyhinde oy kullanarak tezkerenin Meclisten geçmesine engel olmuşlardır. Ama, o vicdan sahibi arkadaşlarımız bugün bu Meclis sıralarında yok sevgili arkadaşlarım. "Onun için de sizler biat etmek durumundasınız." demiştim ta başında, biat etmeye devam ediyorsunuz.
İçinizden bir arkadaşımız şöyle bir açıklama yapıyor, bunları ben söylemiyorum arkadaşlarım, sizin arkadaşlarınız söylüyor: "Özgür, hür düşünen insanlarız. Sürü müyüz yani? Bir partiye girince ceketini, paltosunu kapıya asarak o partinin şeklini mi alacaksınız? İfade hürriyetin, düşünce hürriyetin olmayacak, her şeyi açıklayacak mısın? Ben rahatım, vekil olmak her şey değil. Önemli olan dosdoğru olabilmek, dik durabilmek. 'Birileri beni vekil yaptı.' diye doğru bildiğime yanlış demem ama iddia ediyorum, hiçbir zaman hakaret etmedim, küfür etmedim, 'Çözüm süreci iyi gitmiyor.' demek hakaret mi? Bence bunu söylemek medeni bir insanın, bir vekilin vebalidir. 'Mısır'da kaybetmeyelim!' dedim, çıkan netice meydanda. 'Kız-erkek meselesine dikkat edelim, bu başka tartışmalar getirir, suçu olmayan fiil getiremezsiniz.' dedim. Dershane meselesine de 'Bir sürü hukuksal, sosyolojik boyutu olacak.' dedim."
İlk defa bir milletvekiliniz gerçek düşüncelerini açıkladığı için -sizin içinizde de birçok milletvekilinin aynı şeyi düşündüğünü düşünüyorum- tedbirli olarak disiplin kuruluna sevk edildi. "Tedbirli olmak" ne demek biliyor musunuz? "Hiçbir faaliyete katılamamak" demek; oy kullanamazsınız, düşüncelerinizi açıklayamazsınız. Sizdeki demokrasi bu arkadaşlar.
BÜLENT TURAN (İstanbul) - Haydar Bey, avukat mısın?
HAYDAR AKAR (Devamla) - İçerisinde demokrasi olmayan bir partinin bu memlekete ileri demokrasi getirmesi, başka ülkelere demokrasi ihraç etmesi mümkün değil Sevgili Bülent Kardeşim.
BÜLENT TURAN (İstanbul) - Sen de Kamer'i disipline versene.
ŞENOL GÜRŞAN (Kırklareli) - Haydar Bey'e bir şiir okuyacağım ben şimdi buradan.
HAYDAR AKAR (Devamla) - Evet, okuyabilirsiniz tabii, bir sıkıntı yok.
Yine Irak'ta... Irak'a döneceğim, buradaki...
BÜLENT TURAN (İstanbul) - Ne yaptığın belli değil.
HAYDAR AKAR (Devamla) - Arada sizlerin nasıl biat ettiğinizi, nasıl el kaldırıp indirdiğinizi tezkereyle anlatmış oldum. Bakın, bir milletvekili arkadaşınızda, o dönemdeki tezkereye ret oyu veren arkadaşlarınız nasıl partinin milletvekilleri sırasında bugün oturmuyorsa bugün de tek kelime eden bir milletvekili arkadaşınız ihraç edildi. Sadece burada yapılmıyor bu. Sadece burada yapılmıyor ama o sizin tabii demokrasiye olan uzaklığınız olduğu için o konulara girmeyeceğim.
Şimdi, yine Irak'ta Amerika ve diğer işgalci güçler, demokrasi adına Irak'ı işgal ederken, binlerce Müslüman'ı öldürürken, Müslüman kadınlara tecavüz ederken, soruyorum, siz neredeydiniz?
BÜLENT TURAN (İstanbul) - Sen neredeydin?
HAYDAR AKAR (Devamla) - Ben buradaydım. Ben, o zaman da karşı çıkıyordum, bugün de karşı çıkıyorum. Ama siz neredeydiniz ülkeyi yönetenler olarak? Başbakanın, bırakın söz söylemeyi, Amerikan askerleri için "Duacı olduk, onların evlerine sağ salim ulaşmaları için duacıyız." dediğini yine hepimiz biliyoruz.
BÜLENT TURAN (İstanbul) - Azerbaycan'a ne zaman geleceksin?
HAYDAR AKAR (Devamla) - Yine Dışişleri Bakanı Davutoğlu Kuzey Irak'a ziyarette bulunmuş, Kerkük, Musul bölgesine gitme talebi kabul edilmemiş ve geriye dönmüştür. Türkiye Cumhuriyeti'nde tarihte ilk defa böyle bir olayla karşılaştık arkadaşlar. "Çapsız" dediğimiz, Genel Başkanın "çapsız" dediği Dışişleri Bakanı ki Türk tarihinin, Türkiye Cumhuriyeti'nin doksan yıllık tarihinin en kötü Dışişleri Bakanıdır, Irak'a gitmeye kalktı ama maalesef gidemedi.
BÜLENT TURAN (İstanbul) - Siz çaplısınız, biz çapsızız!
HAYDAR AKAR (Devamla) - Yine, Bakanınız -acıyorum ama söylemek zorundayım Sayın Bakanım- yanlışlıkla Irak diye Kayseri'ye inmek zorunda kaldı çünkü sokulmadı Irak'a. Ama ne yaptık biz? "İşinizi kolaylaştıralım." dedik, "Bu yanlışlarınızı düzeltelim." dedik. Genel Başkanımızla birlikte bir heyet Irak'a gitmiş, daha sonra ilişkilerin normale dönmesi için gereken çabaları göstermişiz.
BÜLENT TURAN (İstanbul) - Neden program yarım kaldı? Randevu mu vermediler?
HAYDAR AKAR (Devamla) - Yani sayemizde dış politikanın nasıl yapılması gerektiğini öğreniyorsunuz. Bizi de takdir ediyorsunuz, teşekkür ediyoruz, sağ olun.
Şimdi, Irak'ı çok uzatmayalım, Suriye'ye bir bakalım. Hani dış politikada sıfır sorun ilişkilerini görmemiz için Suriye'yi de görmemiz lazım.
BÜLENT TURAN (İstanbul) - Azerbaycan'ı göremezsiniz...
ŞENOL GÜRŞAN (Kırklareli) - Azerbaycan... Azerbaycan...
HAYDAR AKAR (Devamla) - Şimdi, Suriye'ye iki yıl öncesine kadar -bunlar klasik söylemler, artık Türkiye bunları biliyor- gittiniz, Hafız Esad'ın ailesiyle birlikte günlerce tatiller yaptınız, karşılıklı birbirinizi ağırladınız, Bakanlar Kurulu toplantıları yaptınız. Bizim geçmişte bununla ilgili düşüncemiz ne idi ise bugün de aynı ama sizin düşüncenizin değişmesinin gerekçesini herkes merak etti, hatta Suriye'nin diktatörü Hafız Esad da merak etti. Bir soru sordular, dediler ki: "Ne değişti Türkiye'yle aranızda, Başbakanla olan ilişkilerinizde, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanıyla ne değişti?" diye sordular. "Bana sormayın, değişen ben değilim, ben eski diktatör, bugün de diktatörüm ama sizin Başbakanınız değişti." dedi. Başbakan neyi görmemişti kırk yıllık Baas rejiminde, demokrasi olmadığını Suriye'de de bir günde fark etmişti?
BÜLENT TURAN (İstanbul) - 120 bin kişi öldü, 120 bin.
HAYDAR AKAR (Devamla) - Ama birden Başbakanımıza bir ilham geldi ve kendisine örnek aldığı demokrasi dışındaki değişik yönetim şekilleriyle yönetilen bu ülkelere demokrasiyi getirmek istedi.
BÜLENT TURAN (İstanbul) - 120 bin kişi öldü Haydar Bey, bilmiyorsan...
HAYDAR AKAR (Devamla) - Evet, insanlara sormazlar mı "Senin ülkende demokrasi var mı?" diye.
BÜLENT TURAN (İstanbul) - Hafız Esad değil, Beşar Esad, bilmiyorsan...
HAYDAR AKAR (Devamla) - Halkın iradesiyle seçilmiş milletvekillerinin tutuklu bulundurulması, parasız eğitim isteyen öğrencilerin on dokuz ay hapis yattığı -ki anayasal bir haktır parasız eğitim, belki farkında değilsiniz, özele yönlendirmeye çalışıyorsunuz- Hükûmet tarafından dizayn edilmiş özel mahkemelerin ne hâle geldiğini, 12 Eylül darbesinde bile 23 gazeteci tutukluyken bugün 100'ün üzerinde gazetecinin tutuklu bulunması, taslak hâlinde kitapların toplatıldığı, hukuk bağımsızlığının ortadan kalktığı, yolsuzlukları örtbas etmek için özel kanunlar çıkartıldığı... 4734 sayılı Kanun'a bakarsanız, 3'üncü -istisnalar- maddesine kaç defa ekleme yapıldığını çok rahatlıkla göreceksiniz. Yine, Sayıştay raporlarının Meclis denetiminden kaçırıldığını, Deniz Feneri'ndeki savcıların ne hâle getirildiğini... TRT 3'ün yayınlarının kesilerek muhalefetin sesinin kısıldığı bir ülkede tabii ki demokrasiden ne kadar söz edilebilir? Aslında size sorulması gereken soru bu. Demokrasiyi ihraç etmeye kalkıyorsunuz ama kendi ülkenizdeki demokraside...
BÜLENT TURAN (İstanbul) - Anlaşmanın başlığı ne Haydar Bey, söyler misiniz? Değinmediğiniz konu kalmadı, konu ne ya, bir söyle konuyu. Anlaşmanın konusu...
HAYDAR AKAR (Devamla) - Şimdi dış politikayla konuşuyoruz, Azerbaycan'la...
BÜLENT TURAN (İstanbul) - Hayır, dış politika değil, anlaşma ne?
HAYDAR AKAR (Devamla) - Anlaşmayı söyledim sevgili kardeşim.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Sayın Hatip, lütfen...
BÜLENT TURAN (İstanbul) - Söyle bakayım anlaşmayı, söyle anlaşmayı, söyle anlaşmayı!
HAYDAR AKAR (Devamla) - Azerbaycan'la ilgili, arşiv anlaşması.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen karşılıklı konuşmayın.
HAYDAR AKAR (Devamla) - Bunu istiyorum ek süre olarak, Bülent provoke ediyor ama sayemde dış politikada bir şeyler öğreneceksin.
BÜLENT TURAN (İstanbul) - Sayın Başkan, burası grup toplantısı değil, her şeyi söyledi, çorba gibi...
HAYDAR AKAR (Devamla) - Şimdi, Suriye'yle ilgili şunu da söyleyeyim sevgili arkadaşlar: Dün bakana bazı sorular sordum ama Suriye'de daha, henüz iç savaş başlamazken, siz Suriye'ye terörist ihraç etmezken 10 bin kişilik çadırları hazırladınız, Türkiye'de bunu yaptınız bu ülkeye. Şimdi, benim kentimde, Karamürsel ilçesinde 2 tane kardeşim Suriye'deki çatışmalarda öldü, 2'si de Özgür Suriye Ordusu'na gitti. Bakan diyor ki: "Biz sınırları kontrol edemiyoruz." Dün, sizin Bakanınız söylüyor: "Kusura bakmayın, biz sınırlarımızı kontrol etmiyoruz." dedi.
Bülent bu işler ciddi işler, senin gibi dalga geçmeye gelmez bu işler. Hayatta bir işi doğru yap, dikkat et.
BÜLENT TURAN (İstanbul) - Hangi konuyu? Konuyu anlatmadın ki.
BAŞKAN - Sayın Milletvekili, burası Türkiye Büyük Millet Meclisi, lütfen laf atmayın. Lütfen siz de lafa cevap vermeyin, lütfen.
HAYDAR AKAR (Devamla) - Sen ölen 2 Kocaelili vatandaşın hesabını vermek zorundasın Bülent...
BÜLENT TURAN (İstanbul) - Bize laf attığı için laf atıyorum Başkanım.
HAYDAR AKAR (Devamla) - ...bu hesabı veremezsen burada konuşmayacaksın, orada Şam şeytanı gibi de sırıtmayacaksın diyor, teşekkür ediyorum; hepinize, sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)