| Konu: | TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ İÇTÜZÜĞÜNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR İÇTÜZÜK TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 16 |
| Tarih: | 13.11.2013 |
CHP GRUBU ADINA AYŞE GÜLSÜN BİLGEHAN (Ankara) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri, Meclis İç Tüzük değişikliğiyle ilgili kanun teklifinin tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini belirtmek için söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün değiştireceğimiz Meclis İçtüzüğü'nün 56'ncı maddesi sadece üç paragraftan oluşmaktadır. Kadınların kıyafetine de üç kelimeden oluşan bir cümle ile değinilmektedir. "Bayanlar tayyör giyerler." diyor. İşte, biz, bugün bu bölümü değiştiriyoruz. Geç, zamanlaması kötü, tuhaf bir değişiklik yapacağız.
Öncelikle, dil çoktan değişmeliydi. Artık, hepinizin bildiği gibi "bayan" denmiyor, "kadın" deniyor. Ayrıca, toplumsal cinsiyet eşitliği, insan haklarının önemli bir parçası ve sözlüklere de girmiş. Örneğin "bilim adamı" yerine "bilim insanı" çok daha güzel bir deyim. Bu vesileyle, bu deyimi çok kullanan Erdal İnönü'yü de belki anmak gerekir.
Tayyör, Fransızcada "takım elbise" yerine kullanılıyor. Zaten etek-ceket, pantolon-ceket olarak da anlaşılabilirdi. Görünen şu ki: Asırlar içerisinde kadınların kıyafetleri değişmiştir. Önemli olan, kadının bir birey olarak ne giyeceğine karar verecek özgürlüğe ve güce sahip olmasıdır. Burada, arkadaşımız Şafak Pavey'in onurlu duruşunu hatırlıyorum. İki yıl önce kendisine kıyafet ayrımcılığı yapılmasını reddetmiş, kurallara saygılı olacağını belirtmişti, çok doğru yapmıştı. Çünkü dünyanın pek çok parlamentosunu, meclisini görüyoruz, gerçekten her yerin kendine göre usulleri var.
Örneğin, Fransa'da Meclis Başkanı Genel Kurula Cumhuriyet Muhafızlarının çaldığı trompetler eşliğinde giriyor, hâlâ böyle oluyor. En son, Sayın Tekelioğlu'nun başkanlığında bir karma parlamenter heyetle gittik ve biz de buna şahit olduk. Fransa Meclisi eş cinsel evliliği onayladı ama Fransız İhtilali'nden gelen bu geleneği değiştirmedi. Ayrıca, vatandaşa saygı özenli bir kıyafet gerektiriyor. Bu açıdan, milletvekillerinin kıyafetlerinin belli kurala bağlı olmasının da doğru olduğunu düşünüyorum. Ama gerçekten şu anda tek derdimiz pantolon mu? Unutmayalım, bugün İç Tüzük'ünde kadınlara pantolon giyme hakkını tanıyan bu Meclis, 1926 yılında Medeni Kanun'u kabul etti. Bizim o zaman elde ettiğimiz haklara ulaşmak için bugün, Arap Baharı'nı gerçekleştirmeye çalışan ülkeler mücadele ediyorlar. Şu son birkaç gün içerisinde, Sosyalist Enternasyonalde, pek çok Arap ülkesinin temsilcisiyle beraber olduk.
Medeni Kanun, 1926'da, kadınlara yasa önünde eşit vatandaşlık hakkı verdi, tek eşli evliliği getirdi, tek taraflı boşanmayı kaldırarak kadına da boşanma hakkını verdi. O zamana kadar, sadece hanedan mensubu kadınlar eşlerinden ayrılabilirlerdi, diğerlerine "Boş ol." demek yeterliydi. Medeni Kanun mahkemelerde eşitliği getirdi, 1 erkeğe karşı 2 kadının şahitliğini kaldırdı. Medeni Kanun'un yürürlüğe girmesiyle mecelle tarihe karıştı. Böylece, örneğin miras hukukundaki haksızlıklar düzeltildi. Bunlardan biri de yetim hakkını koruyan maddedir. Mecelleye göre, evli ve çocukları olan evlat babadan önce ölünce, miras açılmadığı için, ailenin mirasından mahrum bırakılıyordu, yetimlerin hakkı öbür kardeşler arasında pay ediliyordu. Medeni Kanun, yetim hakkını korumuştur. Türkiye'nin iki yüz yıldır yanlış yolda olduğunu düşünenler bunları bilmezler mi? Kendi anneleri, eşleri, kızları, bizler bu haklardan yararlanmadık mı?
Laiklik, kadınların ve demokrasinin en büyük teminatıdır. Başbakan da herhâlde bu gerçeğe karşı değil ki Mısır'daki arkadaşlarına Türkiye'yi örnek göstermişti. Ancak, laikliğin sadece kadın kıyafeti üzerinden kendisini ispat etmesi ne kadar yanlışsa, inancın da en çok kadında görünür olması haksızlık değil midir? Sayın Başbakan, şimdi, iki yüz yıllık yanlış yol yorumunu bize nasıl açıklayabilir? Eğer Batılılaşmaya karşı ise, yıllardır Brüksel'de ne için uğraşıyoruz? (CHP sıralarından alkışlar)
Ayrıca Sayın Başbakana Avrupa kültürünün Anadolu'da doğduğunu da hatırlatmak isterim. İki yüz yıl geriye dönünce, o dönemde gerçekleştirilen Tanzimat hareketleri, Anayasa, ilk Meclis, azınlık hakları, hepsine karşı mı çıkıyor?
Bir hatırlatma daha yapmak istiyorum. Çok takdir ettiği Osmanlının son topraklarını korumak için savaşanlar sonradan cumhuriyeti kuranlardır.
Başbakan, ayrıca "İki yüz yıldır halka görüşü sorulmuyor." diyor. Peki, şimdi soruluyor mu? Şimdi de sorulmuyor. Ama iki yüz yıl içinde değişenler var. Bazıları artık siz sormadan fikirlerini belirtiyorlar. İşte, pek çoğumuzun anlayamadığı Gezi eylemcileri. Onları açıkçası biz de zorlukla anlayabildik ama aramızdaki fark, biz onların zekâsına, mizah anlayışlarına, cesaretlerine şapka çıkarıyoruz ve onlara saygı duyuyoruz.
Bir taraftan, 18 yaşındakilere milletvekili olma önerisini getirirken, o insanların nerede oturduklarını kurcalamayı anlamakta zorluk çekiyoruz. Bunun yerine 16 yaşında evlilik oranı artan kız çocuklarının durumunu düzeltmek daha iyi olmaz mı? Bugün, Türkiye'de 18 yaşında evlenen kızların, gelin olanların oranı genele baktığımızda üçte 1.
Bakın, geçenlerde yabancı bir siyasetçi bizimle ilgili ne dedi: "Yolda giderken hep dikiz aynasına bakarsanız sonunda duvara toslarsınız."
Biz, iki yüz yılı, yetmiş, seksen yılı bırakalım da on bir yıldır iktidarda olan AKP döneminde kadın hakları ne durumdadır, ona bakalım.
Gerçekten insaf! Kadın-erkek eşitliğinde 120'nci sıradayız. Dünya Ekonomik Forumu'nun 2013 Küresel Cinsiyet Eşitliği Sıralaması yeni yayımlandı. Türkiye, kadınların eğitim düzeyi açısından 104, ekonomi ve fırsat eşitliği bakımından 127 ve kadınların iş gücüne katılımı bakımından 123'üncü sıradadır. Avrupa ve Orta Asya ülkeleri arasında ise sondan bir önceki sırada geliyoruz. Göstergede sürekli gerileyen Türkiye, dünya sıralamasında Nepal, Mali, Çad, Yemen gibi ülkelerle birlikte en altta bulunan 15 ülke arasında yer alıyor. Bu ürkütücü tablo karşımızdayken kadının özgürlüğünden söz edilebilir mi?
Kadınların ekonomik bağımsızlığı var mı? En önemli konu, aslında bu ekonomik eşitsizlik. Çalışma hayatına katılım, tarım dışı sektörlere baktığımızda, sadece ve sadece yüzde 24. Bu, gerçekten dünya sıralamasında çok çok gerilerde geldiğimizi gösteriyor. Bir örnek vereceğim, İzlanda'da aynı oran yüzde 81, yani İzlanda'daki kadınların yüzde 81'i ekonomiye katılırken, Türkiye'deki kadınların kentlerde sadece yüzde 24'ü katılabiliyor. Ve Türkiye'deki kadınların sadece yüzde 33'ünün bankada hesabı var. Çalışanların yüzde 57,8'i de kayıt dışı, sosyal güvenceden yoksun.
Yürürlüğe giren, evlenen kadınlara kıdem tazminatıyla işten ayrılma hakkı, uzun doğum izni gibi uygulamalar kadın istihdamını cesaretlendirici değildir, tam tersine işverenleri ürkütmektedir.
Bir taraftan, Başbakan sürekli 3 çocuk çağrısı yapıyor, bir taraftan da kadınların çalışmaları isteniyor. Çalışan kadınlara aile-iş yaşamı dengesini sağlamaları için gerekli kurumsal ve yapısal destekler, tam gün okul, ucuz ve kaliteli kreş verilmiyor.
Bunun sonucunu da, endişe verici bir şekilde yüksekokul mezunu kadınlar arasında görüyoruz. Eskiden, en azından yüksekokul mezunu kadınlar çalışırlardı, bu oran daha yüksekti, artık çalışmıyorlar. 1989 yılında yüzde 81,3 olan bu oran, 10 puan düşmüş durumda.
Bakıyoruz, kamuda çalışanların oranı yüzde 34. Ama yönetici kadrosunda yine çok az kadın var, hem de yıllar geçtikçe daha da azalmış.
Örneğin, Hazine Müsteşarlığında sadece 1 kadın yönetici var, oysa, ben hatırlıyorum, Hazine Müsteşarı bir zamanlar bir kadındı. BDDK ve SPK'da hiç kadın yönetici yok. Merkez Bankası Banka Meclis üyeleri, başkan yardımcıları arasında da yok. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, HSYK başkanları erkek. Hele yargıda gerçekten bir gerileme var, HSYK'da yüzde 33 olan kadın oranı yüzde 3'e düşmüş. Yani bunu açıklamak mümkün değil. Üniversite rektörleri içinde kadınların oranı sadece yüzde 5. Bu arada, yapılan seçimleri kazanan 5 kadın aday rektör atanmamış. Yani bunu da anlamak mümkün değil çünkü bu aslında tam bir pozitif önlem, olumlu ayrımcılık olabilirdi, üstelik zaten kazanmışlar, hakları ama o 5 kadın da atanmamış. Bakıyoruz, ilk ve ortaöğretimde pek çok kadın çalışan, kadın öğretmen var ama onların da yönetici sayısı sürekli olarak azalmış.
Şimdi, en son olarak şunu söylemek istiyorum: Kadınların çalışabilmesi için mutlaka ev ve aile işlerinin paylaşılması gerekiyor. Yani devlet bir yerde ne kadar çok önlem alırsa, ne kadar yardımcı olmaya çalışırsa çalışsın aslında iş aile içinde bitiyor. Şimdi, bir veri vereceğim, Avrupa Konseyinin yaptığı bir çalışma. Oradaki yapılan çalışmada aile ve ev işlerini paylaşımda erkeklerin oranına bakıldı, yüzde 70 oranıyla İsveç 1'nci gelirken, yüzde 17 ile Türkiye sonuncu geldi. Yani Türkiye'deki erkeklerden bahsediyorum. AB'deki erkeklerin günlük ev işlerini paylaşımı, ev işlerine katılması günlük dört saat, bizde kırk dakika. Oysa yasalarda ileride görünüyoruz. Avrupa Konseyinin kadına yönelik şiddetle ilgili en önemli anlaşmasını iki yıl önce burada hep birlikte kabul ettik, onayladık. İstanbul Sözleşmesi'ni ilk imzalayan ve onaylayan ülke olarak kendimizi gururla Avrupa Konseyinde gösteriyoruz. Oysa uygulamaya baktığımızda, kadınların bu yasadan haberleri yok, polis ve yargı güçleri yeteri kadar bilgilendirilmedi ve hâlâ kadınlar en güven içinde olmaları gereken yerde, yani evlerinde kendilerini en çok seven kişi olarak düşündükleri ve mutlaka da sevdikleri eşleri, bazen de eski eşleri tarafından öldürülmeye devam ediyorlar.
Demek ki mesele zihniyet ve özgürlük kavramının yorumunda. Bireysel seçim için, kadınların yaşam tarzlarını belirleyebilmeleri için önce korkusuz olmaları gerek. Oysa Türkiye'de kadınların yüzde 40'ı şiddet görüyor. 2002'de 66 kadın öldürülürken, şiddetle mücadele eden kadın örgütlerinin belirlemelerine göre, 2012 yılında eşleri veya aile bireyleri tarafından öldürülen kadın sayısı 155. 2009-2012 yılları arasında ise 666 kadın aile içi şiddetin hedefi olarak yaşamını yitirdi.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; peki, Tüzük'ümüzdeki tek kusur pantolon muydu? Türkiye Büyük Millet Meclisinde bugün kadınların temsil oranı yüzde 14'ü biraz geçiyor, oysa hepimiz biliyoruz ki 1935'te, ilk defa cumhuriyet tarihinde kadınlar bu Meclise girdiklerinde, bu oranla biz dünya 2'ncisi idik, bugün dünya 103'üncüsüyüz.
Türkiye Büyük Millet Meclisinde yönetici olma oranları da bu düzeyi yakalayamıyor. 12 grup başkan vekilinin yalnızca 2'si kadın. 17 ihtisas komisyonunun başkanlarından 1'i kadın neyse ki, o da Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunun başkanlığını sürdürüyor. 25 bakanlık içinde sadece 1'i kadın, o da aileden sorumlu. Bu dönemde 4 kadın başkan vekilinden 3'ünün kadın olması ise tek tesellimiz oldu diyebilirim.
Hepimiz kendimize şu soruyu sorabiliriz: Zorunlu ya da gönüllü kota uygulanıyor mu partiler arasında? Uygulayan partiler var, ama henüz sonucunu da görmedik.
Madem İç Tüzük konuşuyoruz, konuşmamın sonuna gelirken, acaba milletvekilleri olarak, kadın ve erkek milletvekilleri olarak denetim görevini de yeterince yapabiliyor muyuz? Gittiğimiz ülkelerdeki meclislere baktık, oradaki milletvekili ya da senatörlerin nasıl çalıştıklarına baktık. Gördük ki örneğin, İngiltere Parlamentosunda 1 dönemde 47 bin yazılı soru önergesinin 42 bini yanıtlanmış. Aslında ayrıca, yazılı ve sözlü olarak İngiltere Parlamentosunda tam 100 bin soru önergesi verilmiş. Fransız Parlamentosunda 28 bin yazılı soru önergesi verilmiş, bunların 17 bini yanıt bulmuş. Bizim Parlamentomuzda ise geçen dönemde sözlü ve yazılı toplam soru önergeleri 22.500 civarında, bunun da ancak 13.500'ü cevap bulmuş yani 10 bin soru önergesine de cevap verilmemiş.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, tamamen başka bir konuya geçiyorum. Bakın, ülkemizde son çocuk felci olayı yani polio vakası 1998'de görülmüştü. Dünya Sağlık Örgütü Suriye'de polio virüsünün varlığını açıkladı şu son günlerde yani çocuk felcinin yeniden görülmeye başladığını açıkladı ve ülkemizin hastalık bulaşması riski altında olduğunu da belirtti. Suriyeli mültecilerin yerleştirildiği kamplar başta olmak üzere bütün o bölgede; Malatya, Osmaniye, Kahramanmaraş, Adıyaman, Şırnak, Urfa ve Mardin'de yeniden önemli bir oranda aşılama seferberliğinin başlatılması gerektiğini duyurdu. Yani, Türkiye'de polio alarmı, çocuk felci alarmı verildi. Demek ki belki şöyle bitirebilirim: Bugün Türkiye'de polio alarmı verilirken Meclisimiz kadın milletvekillerinin pantolon giymesine izin verdi. E, ben de hayırlı olsun diyeyim.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)