GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: BDP GRUBUNUN, BDP GRUP BAŞKAN VEKİLİ IĞDIR MİLLETVEKİLİ PERVİN BULDAN TARAFINDAN TÜRKİYE'NİN SURİYE'DEKİ ROLÜNE VE TÜRKİYE'NİN ÖZGÜR SURİYE ORDUSUNA VERDİĞİ DESTEĞE İLİŞKİN İDDİALARIN ARAŞTIRILMASI AMACIYLA 1/2/2013 TARİHİNDE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA VERİLMİŞ OLAN MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGESİNİN, GENEL KURULUN 6 KASIM 2013 ÇARŞAMBA GÜNKÜ BİRLEŞİMİNDE SUNUŞLARDA OKUNMASINA VE GÖRÜŞMELERİNİN AYNI TARİHLİ BİRLEŞİMİNDE YAPILMASINA İLİŞKİN
Yasama Yılı:4
Birleşim:13
Tarih:06.11.2013

DEMİR ÇELİK (Muş) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partimizin Suriye ve Rojava Kürdistan'daki gelişmelere ilişkin Meclis araştırması yapılmasına dair genelgeyi sizlerle paylaşmak adına söz almış bulunmaktayım, hepinizi şahsım ve partim adına saygıyla selamlıyorum.

2010'dan bu yana, komşumuz ve en uzun sınıra sahip olan Suriye komşumuzda sürüp giden anlaşılması zor bir kısım ilişkiler, giderek sınır boyunda nice acıların yaşanmasına neden olmaktadır.

"Rojava" olarak ifade edilen, yoğunluklu olarak Kürtlerin yaşadığı; 3,5 milyonla 4 milyon arasında bir Kürt nüfusundan bahsedilen bölge, 1916'da -yani birinci emperyalist paylaşım savaşında- ikiye ayrıştırılır. Sanayi Devrimi'nin ürünü olan ulus üniter devletler, emperyalist bir kısım çıkarlara hizmet etsin diye, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarıyla nasıl ki coğrafyalar paylaşıldı, bölüşüldü, ortaklaştırıldı, Orta Doğu da tam da Birinci Dünya Savaşı'nın bu hükümranlık ilişkisine bağlı olarak paylaşıldı. Bir ulustan, yani bir Arap ulusundan, halkından 23 ülke, 23 devlet yaratıldı. Bir Kürt ve Kürdistan coğrafyasından da, daha önce 1639'da Safevi ve Osmanlı Devleti arasında ayrıştırılan coğrafya bir kez daha Türkiye-Suriye-Irak arasında parçalanarak bölüştürüldü, ayrıştırıldı. Bölüştürülen, ayrıştırılan bu coğrafya o günden bu yana hısım olan, akraba olan, kardeş olan köyler, kasabalar, iller, ilçeler içinden demir yolu geçirilerek bir kısmı Suriye topraklarında, öbürü Türkiye'de kalmak üzere ayrıştırıldı. Yetinilmedi, demir yolunun sağında ve solunda yani hattın aşağısında ve yukarısında mayından tarlalar oluşturuldu. Mayından tarlalar neredeyse Türkiye coğrafyasının binde 1'ine tekabül edebilecek bir büyüklüktedir ve bu mayın tarlalarında organik tarım dâhil olmak üzere her türlü tarımın yapılabilme kapasitesi ve potansiyelinin olduğu bir alandır. Ama inkârcı, katı merkeziyetçi ulus devlet, orada da "Kürtler kimliğini, dilini, kültürünü özgürce yaşamasın." diye mayınlı tarlalarla ayrıştırdığı, bölüştürdüğü bu coğrafyayı tel örerek, zaman zaman gümrük duvarları zırhının arkasına sığınarak insani yardımlardan da, insani dayanışmadan da kesimleri alıkoydu.

2010'dan bu yana Suriye'de olup bitenlere baktığımızda perde arkasında görünen farklıdır, dile getirilen, konuşulmak istenen çok daha farklıdır. 2010'da ve öncesinde Esad diktatördü, Esad'ın babası diktatördü, Saddam'ın kendisi diktatördü. Bu diktatörler Baas rejiminin katı merkeziyetçi devlet yapılanmaları neticesinde oradaki Kürtlerin kimliğini, dilini, kültürünü yasaklayan ve Arap sömürgeciliğinin hegemonik ilişkisini dayatan bir konumdaydı. 2010 öncesinde nasıl ki diktatördü, bugün de diktatör olduğu için Esad'a "Hayır." diyen ama küresel ve bölgesel aktörlerin de yedeğine düşmeden, kendi öz gücüne, öz yönetim organlarına dayanarak Kürtler 2011 19 Temmuzunda kansız, silahsız, şiddetsiz bir devrim hamlesiyle kendilerini yönetmeye kalkıştılar. "Bir Arap gibi, bir Kürt gibi, bir Türk gibi, bir Fars gibi, benim de halk olmaktan ileri gelen haklarım vardır ama coğrafyamda yaşayan Süryani'si, Arap'ı, Keldani'si, Türkmen'i ve Kürt'ü olarak biz kendi kendimizi yönetmek istiyoruz." dediler. Kime ne zararı vardı? Aksine, demokratik olan öz yönetim herkese faydalıydı, yararlıydı ama egemenden ve iktidardan beslenenlerin korkulu rüyası olduğu için de savaş Esad'a karşıymış gibi havale edildi ama bizatihi orada açığa çıkan öz yönetimi engelleyen, öz yönetimi kaldıran bir noktaya sıçratıldı. Direkt müdahaleler yapılmadı. Bölgesel aktörler, oradaki Rojava devrimini engellemeye çalışmak elbette ki insani ve ahlaki olmadığı için dolaylı yollardan işe engel olmaya çalıştılar. Nasıl yaptılar? Küresel güç olan El Kaide, El Nusra'yı lojistik desteklerle, askerî, siyasi ve ekonomik desteklerle besleyerek Rojava devrimini baltalayan, engelleyen, Kürtlerin diğer halklarla oluşturduğu öz yönetimi engelleyen bir noktadan işin içerisine girdiler.

TİGEM Ceylanpınar, Ceylanpınar'dan Suruç'a, Kızıltepe'ye, Nusaybin'e, oradan Antakya'ya, 910 kilometrelik sınır hattı insani yardımlara kapalı. İnsanlar ticari ilişkilerini sürdüremiyor. Kuzeyden güneydeki kardeşlerine ilaç ve sağlık malzemesi başta olmak üzere, gönderilmek istenilen insani yardımlara engel konuluyor. Üç aydır Nusaybin kapısında bekleyen ambulansların en nihayetinde üç gün öncesinde geçişine izin verildi ama üç aydan beridir aynı kapıda, insanlar buğdaylarını öğütsünler diye buradan gönderdiğimiz mekanik değirmenler hâlâ Nusaybin kapısında bekletiliyor. Eczacılar Birliğinin, Eczacılar Odasının, Tabipler Birliğinin ve Tabipler Odasının medikal ve ilaç yönlü yardımları engellendi. İnsanların gıda yardımı, giyim yardımları engellendi. Ne adına? "Orada kimlik adına, kültür adına yeni bir umut, yeni bir iddia yeşermesin, kaybolsun." adına. O nedenle biz Rojava'daki devrimi iyi okumak, iyi anlamak gerektiğine inanıyoruz. Her şeyden önce kendi ülkelerindeki diktatöryal rejime, Baasçı rejime karşı bir isyanın, bir karşı çıkışın adıdır, adresidir. İsyan, meşru olmasıyla birlikte şiddete ve kana bulaşmadığı için de vicdanlara ve insani duyarlılıklara da muhtaç bir konumdadır. Orayı ekonomik ambargoya tabii tutarak, bir kısım siyasal ve diplomatik ilişkilere mahkûm kılarak, yalnızlaştırıp izolasyona tabi tutarak teslim alacağını sananlar aldanıyor. Tarih boyunca hiçbir halk, hiçbir toplum kendi kimliğinden, kültüründen, öz gücünden vazgeçmemiştir, her türlü zulme rağmen.

Biz 1939 Hitler faşizmini tanırız, biz 1929-1930 Mussolini faşizmini tanırız, yerle bir edildi. Onların duvardan kaleleri yıkılıp yerine özgürlüklerin fışkırdığı bir Avrupa'da bugün sınırlar yoksa, bugün sınırsız Avrupa'da herkes her türlü insani, ticari ilişkisini meşru ve demokratik zeminde yürütüyorsa -günümüzün ruhu- sınırsız, sorunsuz, baskı ve herhangi bir engele tabi olmaksızın, Orta Doğu devletler konfederasyonuna dayalı bir ilişkiyle herkes insani olan, meşru olan ilişkilerini geliştirebilmeli. Bu ilişki kültürel olabilir, sosyal olabilir, ekolojik olabilir, demokratik olabilir; buradan herkes faydalanır.

Türkiye 90 yıldır Kürt'ü inkâr ederek, kimliğini, kültürünü yadsıyarak, anayasal ve yasal güvenceye tabi tutmadığından kazançlı mı çıktı? Otuz beş yıldır kaybedilen mali kaynaklar 1 trilyon dolar, 50 bin civarında kaybettiğimiz insan kaynağı... Psikolojik eşiklerle ayrıştırdığımız, karşıtlaştırdığımız, karşı karşıya koyduğumuz Türk-Kürt düşmanlığı yerine, biz, gönülden birliği, barış içerisinde demokratik ortak vatanda birlikte yaşama iradesini herkesten ve her şeyden esirgemeli, kollamalı, sahip çıkmalıyız. Bu ülkenin 780 bin kilometrekaresinde 76 milyon insan, özgür, demokratik öz yönetim ilkesi çerçevesinde kendisini, kendisiyle birlikte kentini, coğrafyasını yönetebilme hakkına sahiptir. Bu hak, doğal ve demokratiktir. Doğal ve demokratik olanı yadsıyıp üzerine ulus üniter devletin militarist algılarıyla yaklaşmak, yönelmek aykırıdır. Doğanın kendisine aykırıdır. Beşerî olan insani farklılıklarımıza aykırıdır. Ben bu manada Barış ve Demokrasi Partisinin yani Partimizin, Suriye ve Rojava'daki gelişmelerin Meclis nezdinde araştırmaya tabi tutulacak kadar değerli ve kıymetli olduğunu... Bunun da halklarımıza kazandıracağına olan inancımdan hepinizi saygı ve sevgiyle selamlayarak saygılarımı sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)