| Konu: | GÜNEYDOĞU AVRUPA SAVUNMA BAKANLARI SÜRECİ ÇERÇEVESİNDE KOORDİNASYON KOMİTESİ ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 9 |
| Tarih: | 24.10.2013 |
CHP GRUBU ADINA SEDEF KÜÇÜK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 322 sıra Sayılı Kanun Tasarısı üzerine söz aldım, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, "En iyi zamanlardı, en kötü zamanlardı." diye başlar Charles Dickens'ın "İki Şehrin Hikâyesi" eseri. Ve devam eder "Bilgelik çağı idi, aptallık çağı idi. İnanç devriydi, şüphecilik devriydi. Aydınlığın mevsimiydi, karanlığın mevsimiydi. Umudun baharıydı, umutsuzluk kışıydı." İşte yaşadığımız çağ da, yaşadığımız bölge olan Orta Doğu da bugün tam Dickens'ın anlattığı gibi. Belki yirmi yıl sonra tarihçiler yaşadığımız döneme ve yaşadığımız coğrafyaya baktıklarında büyük umutları ve hayal kırıklıklarını, büyük değişimleri ve bu değişimlerin yarattığı çelişkileri görecekler. Dünyanın yeniden biçimlendiğini anlatacaklar. Hem değişimin yarattığı heyecanı hem de ödenen bedelleri yazacaklar. Ödenen bedeller derken değişen veya değişeceği öngörülen sınırlardan bahsetmiyorum. Bahsettiğim bedel insanların hayatlarıdır. Birer sayıya indirgediklerimiz, her gün gazetelerde birer istatistik olarak okuduklarımız, televizyonda rakam olarak gördüklerimiz insan hayatlarıdır ve sözü edilen her bir ölümün ardında da bir trajedi yatmaktadır. Bütün bu ölümlerin başka trajedilerin doğumuna neden olacağı da aşikârdır.
Son bir yıl içinde Orta Doğu'da bombalı saldırılarda ve çatışmalarda ölen insan sayısı Avrupa'nın orta boy bir kentinin nüfusu kadardır, yalnızca Suriye'de ölenlerin sayısı 100 binlerle ifade edilmektedir. Milyonlarca insan doğdukları topraklardan göç etmek zorunda kalmıştır. Bu yalnızca Suriye'yle sınırlı değildir, Batı Afrika'dan Afganistan'a kadar her yerde kan ve barut kokusu vardır. Bu sorun yalnızca son üç yılın, beş yılın sorunu değildir; Orta Doğu'nun tarihi kanlı bir tarihtir, bir şiddet tarihidir ancak bölge giderek daha fazla istikrarsızlığın, savaşın ve kanın içine batmaktadır. Bu kan ve barut kokusunun Orta Doğu'yla sınırlı kalması da mümkün değildir; yayılması ve kalıcılaşması artık kaçınılmaz görünmektedir. Bunlar hepimizin yakından bildiği ve özellikle son iki yıl içinde tanık olduğu gelişmeler ancak sorun ne olduğunu saptamakta değil, sorun ülkemizin karar vericilerinin buna karşı ne yaptığındadır. (CHP sıralarından alkışlar) Bunun için Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarında izlenen dış politikanın sonuçlarına bakmak gerektiğini düşünüyorum.
Türkiye son beş yılda bölgede lider ülke olma hevesiyle çıktığı yolda yalnızca bölgede değil hemen her platformda yalnızlaşmaya başlamıştır. (CHP sıralarından alkışlar) Bu yalnızlaşma giderek bir izolasyona dönüşmektedir. Nitekim kimi bürokratlar bu yanlış dış politika anlayışını savunmak adına "değerli yalnızlık" diye uluslararası dış politika literatüründe çok da anlamlı sayılmayacak bir kavramın arkasına saklanmak zorunda kalmışlardır. Doğu Akdeniz'de ilişkimizin normal ve dostane sayılabileceği hiçbir ülke kalmamıştır, komşu Irak Hükûmetiyle ilişkiler oldukça gerilemiştir, İran ve Rusya ile Orta Doğu'da alınan pozisyon nedeniyle ilişkilerimiz gerilimlidir. Bazı ülkeler Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının mezhep odaklı dış politika yaklaşımını saldırgan bulmaktadır. Özellikle, Suriye'de iktidarın destek verdiği bazı örgütlerin yaptıkları kabul edilemez eylemlerde Türkiye'nin de sorumlu olduğuna dair bir algı vardır. Bütün bu gelişmeler değerli yalnızlığın aslında dış politikanın iflasından başka bir anlam taşımadığının kanıtıdır. Elbette dış politika yalnızca çıkarlar üzerine kurulmamalıdır, elbette ilkeli olmak gerekir ama bütün bunlar yapılırken de düşmanlık yaratılmamalıdır çünkü bu kadim coğrafyada dostluklar ve ittifaklar ne kadar geçiciyse düşmanlıklar da o kadar kalıcıdır. Bu nedenle, politika oluştururken uzun soluklu ve halkları kendimize düşman etmeyecek stratejiler gereklidir.
Türkiye'de dış politika Adalet ve Kalkınma Partisi dönemine kadar siyasetler üstü algılanmış ve politikalar buna göre oluşturulmuştur. Geleneksel Türk dış politikası özellikle Orta Doğu'da dengeleri sert bir biçimde bozacak yaklaşımlardan sakınmak üzere kuruluyken Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı sonrasında çatışan taraflar arasında mezhepsel saiklerle tercihlerde bulunulmuş, politikalar böyle belirlenmiştir. Özellikle, modern, demokratik ve laik bir devletin politikalarını mezhepçi kutuplaşma üzerine oturtmasını kabul etmemizin mümkün olmadığını belirtmek isterim. Mezhep temelli kutuplaşmaların tarafı olmanın ve yapılan ideolojik tercihlerin orta vadede Türkiye'yi cihatçı akımların yaratacağı olumsuzluklarla karşı karşıya bırakma tehlikesi göz ardı edilecek bir tehdit değildir. Görünen odur ki Orta Doğu'ya Türk modeli sunmak ve Orta Doğu'yu Türkiye'ye benzetmek adına çıkılan yolda Türkiye hızla Orta Doğululaşma eğilimine girmiştir, bu da oldukça tehlikeli bir süreçtir.
Suriye'de rejime karşı savaşan aşırı yapılanmalar Türkiye yolunu kullanmakta, lojistik destek sağlamakta, dış işleri ve güvenlik güçleri de bunlara göz yummaktadır. Elbette bunların sonuçları vardır ve ortaya çıkmaya başlamıştır. El Kaide ve uzantısı örgütler Türkiye'yi tehdit edecek kadar küstahlaşabilmektedirler. Bu güçlerin Arap ülkelerinde yaşanan değişim sonrası bölgede ortaya çıkan boşluğu doldurmak için attığı adımlar Batılı ülkeleri kaygılandırdığı kadar Türk halkını da kaygılandırmaktadır.
Değerli milletvekilleri, dış politikalarda yapılan yanlışlıklar konusunda Cumhuriyet Halk Partisi her fırsatta iktidarı uyardı, sorunların barışçıl yöntemlerle uzlaştırarak çözümü konusunda yol gösterdi, "Yurtta barış, dünyada barış." ilkesini sürekli hatırlattı; mezhep temelli oluşturulan politikaların eninde sonunda ülkemize zarar vereceği her fırsatta anlatıldı, kısa vadeli çıkarlar üzerine kurulan stratejilerin El Kaide gibi radikal grupları besleyeceği, bunun da ağır sonuçlarının olacağı sürekli vurgulandı ancak iktidar, her konuda olduğu gibi bu konuda da uyarılara kulak asmak yerine bildiğini okudu; maalesef sonuç ortada.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın başında dediğim gibi, tarih bugünleri yazacak; Türkiye'nin aldığı tavrı ve bu tavrın sonuçlarını da yazacak. Bu dönem anlatılırken ülkemizin, savaşın ve çatışmaların bir parçası olarak değil, kalıcı ve sürdürülebilir bir barışın mimarı olan, buna katkı veren bir ülke olarak anılmasının gelecek kuşaklara bırakılacak en önemli miras olduğunu düşünüyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)