| Konu: | CHP GRUBUNUN, BOLU MİLLETVEKİLİ TANJU ÖZCAN VE 20 MİLLETVEKİLİNİN BELEDİYE KANUNU'NUN 11'İNCİ MADDESİ KAPSAMINDA BELEDİYELERE DÂHİL EDİLEN KÖYLERİN SORUNLARININ ARAŞTIRILARAK ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA 4/7/2012 TARİHİNDE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA VERMİŞ OLDUĞU MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGESİNİN, GENEL KURULUN 8 EKİM 2013 SALI GÜNKÜ BİRLEŞİMİNDE SUNUŞLARDA OKUNMASINA VE GÖRÜŞMELERİNİN AYNI TARİHLİ BİRLEŞİMİNDE YAPILMASINA İLİŞKİN ÖNERİSİ |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 4 |
| Tarih: | 08.10.2013 |
DEMİR ÇELİK (Muş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi şahsım ve partim adına saygı ve sevgiyle selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.
Cumhuriyet Halk Partisinin grup önerisi aleyhine söz aldıysam da önerinin lehine konuşacağımı ifade etmek istiyorum öncelikle.
Evet, beş ay sonrasında, biz 2014'ün 30 Martında yerel yönetimler seçimine bir kez daha tanıklık edeceğiz. O seçimin örgütlenmesi faaliyeti ve süreci içerisinde olduğumuz bugünlerde, bu grup önerisini öncelikle önemsediğimi ve bu manada da grubun önerisinin Meclisin iradesiyle araştırmaya çevrilmesi istencimizi ifade etmek istedim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ulus üniter devlet, çıktığından bu yana, yaklaşık dört yüz yıllık tarihî geçmişine rağmen çözemediği üç temel çelişkiyle karşı karşıyadır onlar da merkezî devletle kimlik arası çelişki, merkezî devletle çevre arası çelişki, merkezî devlet ile inançlar, kültürler arası çelişkidir. Türkiye Cumhuriyeti de doksan yıllık geçmişine rağmen, bu çelişkileri demokratik ve meşru noktada çözeceğine, merkezî devletin inkârcı, katı merkeziyetçi yapısı ve zihniyetine uygun, yeniden ve yeniden şekillendirmek durumu ve zaruretiyle karşı karşıya kalmıştır. 1580 sayılı Belediye Yasası 1900'lü yıllardan 2005'e kadar değiştirilmeden, müdahale edilmeden bu sorunun ötelenmesine, ertelenmesine hizmet etmeye çalışılmış ise de mevcut AKP iktidarı tarafından 2005 yılında 1580 sayılı Yasa 5393 sayılı Belediye Yasası'yla değiştirilmek istenmiş ancak imzalamaktan imtina ettiği Avrupa Konseyi Bölgesel Yerel Yönetimler Özerklik Şartı çerçevesinde yeniden şekillendireceğine yani idari ve mali özerkliğe sahip bir yerel yönetimler algısını, yerel yönetimler modelini Türkiye'ye kazandıracağına, yine işe arkadan dolanarak devleti ve devletin kutsiyetini, bekasını esas alan; kenti, kentliyi, toplumu, toplulukları hiçe sayan, bu yönüyle de halkın temel meşru taleplerini görmemezlikten gelen bir algıyla yaklaşmıştır. Zihniyet değişmemiştir, bugün de yapılmak istenen bundan farklı değil.
Yakın zamanda bu Meclisten 2/B Yasası yani orman vasfını yitiren alanların kentsel dönüşüme tabi tutulması ama aynı zamanda kentsel dönüşüm projesiyle de kentin ve kentlinin olan, halkın, toplumun ve toplulukların olan alanları -başta inşaat sektörü olmak üzere- rantiyecilere peşkeş çekmeye yönelik bir çalışmanın da cereyan ettiği bir Meclis pratiğiyle karşı karşı kalındı.
İktidar yetinmedi, kendi ikbali ve iktidarının selameti açısından her kanunda ve yasada olduğuna benzer şekilde yerel yönetimler yasasında da her türlü keyfiyete ve kendi lehine olabilecek uygulamalara da girişerek semti mevcut belediyeden koparıp kendi iktidarına yarayacak başka bir belediyeye bağlamayı, mahalleyi ya da köyü mevcut statüsünden koparıp yeni Büyükşehir Belediyesi Yasası'yla farklı statülere yol açtı. Dünya Mersin'e giderken biz tersine gidiyoruz. Dünya merkezî devlet yapısından ademimerkeziyetçiliğe, yerinden yönetime ve yerellik ilkesine bağlı olarak toplulukların, kimliklerin kendi öz gücüyle kendisini yönetmesi aşaması arayışı ve onun pratik uygulamaları içerisindeyken biz yerel yönetimleri güçlendireceğimize, idari, mali özerkliğe kavuşturacağımıza, önce Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlıyoruz, yetinmiyoruz, üzerine de Başbakana bağlı bir hiyerarşik ilişkiyle kentlinin iradesini, seçilmişi, halkın iradesini hiçe sayıyoruz. Bu, demokratik değil, günümüz demokrasisinin diyalog ve müzakere demokrasisi olduğu gerçeğiyle bağdaşmaz, örtüşmez ama aynı zihniyet -her alanda olduğu gibi- yakın zamanda açıklanan demokratikleşme paketinde de kendisini gösterdiği için, yabancısı olduğumuz bir konu değil.
Bizim "demokrasi" diye bir kaygımız yok. Hâlbuki 1 Ekimde, Meclis Başkanı Sayın Cemil Çiçek, Türkiye Meclisinin üç önemli değerine vurgu yaparken bağımsızlık, cumhuriyet ve demokrasi üçlemesinin değerinin bilinmesi gerektiğinin altını çizmişti. Bağımsız olup olmadığımız tartışılır; cumhuriyetle yönetildiğimiz, evet, kesindir ama demokrasinin işletilmesi ve demokratik olmadığımız attığımız her adımda bellidir. Çoğunluğa dayalı demokrasiyle, her şeyi bir oldubittiyle yapmak isteyen iktidar, Yerel Yönetimler Yasası'na da, Belediye ve Büyükşehir Belediyesi Yasası'na da kendisine göre yeni bir kapsam, yeni bir sınır, yeni bir çerçeve çizmiştir; çizdiğiyle yetinse amenna.
Demokratikleşme paketini tartıştığımız, parmakların tetikten çekildiği, silahların sustuğu, şiddetin son bulması umudunun toplumun çoğunluklu kesiminde pekiştiği, güçlendiği bir noktada demokratik siyasete fırsat vermesi gerekenler, demokratik siyasetin aktörlerini zindandan, cezaevinden, hapishanelerden özgürlüklerine kavuşturması gerekenler suspus. Bu ne lahana, bu ne perhiz? Sormazlar mı? Şiddet ve silah dışında işi ve tek işi siyaset üretmek olan 22 tane belediye başkanımız şu anda cezaevinde. 22 tane belediye başkanımızın mevcut, var olan, işi olan siyaseti ürettiği için belediye başkanlığı yetkisi, halk iradesi gasbedilmiş. Hangi demokrasiden, hangi demokratikleşmeden bahsediyoruz?
Yetinmiyorlar, yine, halk iradesinin tecelli ettiği yerel yönetimlerde, belediye meclisinden 83 arkadaşımız, il genel meclisinden 37 arkadaşımız cezaevinde. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cezaevinde olan bu arkadaşlarımız, 14 Nisan 2009'da tutuklandıklarının üzerinden dört buçuk yıl geçmiş, yani suçlandıkları cezayı, örgüt üyesi olmakla suçlandıkları cezayı almış olsalar bile, yatmaları gereken infazı tamamlamış bulundukları hâlde hâlâ demir parmaklıkların arkasında özgürlüklerini bekliyorlar ve biz buna da "demokrasi" diyoruz, "ileri demokrasi" diyoruz, "demokratikleşme" diyoruz.
Bir şeye karar vermek zorundayız: Ya gerçekten doksan yıllık kazanımlarımızı, demokrasiyle demokratik katılımcılıkla pekiştirip halkları, kimlikleri, kültürleri olduğu gibi, yerellerimizi de özgürlüğüne, özerkliğine kavuşturacağız ya da dün olduğu gibi, yine, merkeziyetçi, inkârcı, imhacı politikalarımızla, biz, devleti, toplumu, halkı, 76 milyonu buradan yönetmeye kalkışacağız. Bunun mümkün olmadığını yaşadığımız onca acıya rağmen biz bilince çıkarmışken ve otuz beş yıldır kanayan ölüm, öldürme üzerine ısrarcı bulunuyor olmamızdan kaynaklı kaybettiğimiz emekler, kaynaklar ve israf ettiğimiz zaman göz ardı edilerek bu iyi niyet heba edilmemeli. Bu manada da her şeyde olduğu gibi keyfî ve kendine göreci yaklaşım günümüz demokrasisiyle bağdaşmaz; asıl ve esas olan toplumu, demokratik kitle örgütlerini, sivil toplum örgütlerini ve toplum bileşenlerini dikkate almak, dikkate değer bulmak, onların eleştirileri, önerileri tarzında yasal ve anayasal faaliyeti yürütmektir. Yasama organı olan Meclis bunu yapmadan kapalı kapılar ardında sivil bürokrasinin, asker bürokrasinin bir kısım korkuları, tercihleriyle şekillendirecekleri yasalar, yarın öbür gün tarihin gelişmişlikleri karşısında paçavraya dönüp, çöp sepetine atılmaya mahkûmdur.
Gelin, henüz yol yakınken her şeyden önce yaşama ve yaşatma üzerine toplumun ekseriyetinde, yüzde 80'inde beliren demokratik çözüm iradesini, biz, sivil, demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasayla taçlandırarak ama ona bağlı yasal ve anayasal değişiklikleri de yaparak halkımızı, kimliklerimizi, inançlarımızı, topluluklarımızı özgürleştirelim; özgürleştirdiğimiz bu Türkiye'de de yerel yönetimlerimizi idari, mali özerkliğe kavuşturup, siyasal özerkliğe sahip bölgesel yönetimlerle demokratik cumhuriyette bir arada yaşama iradesini geliştirelim diyor, saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)