| Konu: | SÖZLEŞMELİ ERBAŞ VE ER KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI VE CUMHURİYET HALK PARTİSİ GRUP BAŞKANVEKİLİ YALOVA MİLLETVEKİLİ MUHARREM İNCE'NİN; TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ İÇ HİZMET KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 139 |
| Tarih: | 13.07.2013 |
MHP GRUBU ADINA OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarı üzerine grubum adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle vurgulamak isterim ki, temel kanun usulüyle görüşmekte olduğumuz bu tasarı, Millî Savunma Komisyonundaki zorlama birleştirmeler sebebiyle, maddelerin birbirleriyle ihatası düşünüldüğünde, torba kanun niteliğine büründürülmüş ve deyim yerindeyse, zorba kanun hâline gelmiştir.
Görüşmekte olduğumuz bu tasarının içinde yer alan ana kısımlardan ilki 6191 sayılı Sözleşmeli Er ve Erbaş Kanunu ile ilgili getirilen değişikliklerdir. Tasarıyla getirilen bu değişiklikler, genel itibarıyla 2011 yılında yine bu Hükûmet tarafından yapılan ve sözleşmeli er ve erbaş teminiyle ilgili kanun düzenlemesinin başarısızlığının itirafnamesi niteliğindedir.
Uzağı gören, kalıcı kanun yapımında sınıfta kalan ve kendi yaptığı kanunları bile sık sık değiştiren Hükûmetin yeni bir acemi uygulamasıyla daha karşı karşıyayız. Bu tespit ve kanaatimin ispatı olarak, Hükûmetin sunmuş olduğu tasarının genel gerekçesini dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Genel gerekçede, iç güvenlikte görev yapacak sözleşmeli er ve erbaş alımında tahsis edilen kadroların bile doldurulamadığı, çalışanların ise şartların ağırlığı karşısında sistemden ayrıldığı ifade edilmektedir.
O hâlde sormak lazım bu kürsüden ve soruyoruz: Ey Hükûmet, 2011 yılında bu kanunu yaparken bunları neden düşünmediniz? Yedi yıl çalışan erbaş ve erlere kamuda başka uygun kadrolara geçiş hakkı tanınması elbette sözleşmeli er ve erbaş olmayı cazip hâle getirecektir. Ancak, inşallah, uzman çavuşların memurluğa geçişinde olduğu gibi, bu insanlarımızı da torpil için iktidar milletvekillerinin insafına ve takibine havale etmezsiniz.
Tasarı kapsamındaki bir kısım değişiklikler ise Türk Silahlı Kuvvetlerinin bazı güncel ihtiyaçlarının karşılanması ve uygulamada karşılaşılan kimi aksaklıkların giderilmesiyle ilgilidir. Örneğin, terörle mücadelede kaçırılan askerlerin özlük işleri ve sözleşmeleriyle ilgili değişiklik, askerî okullardaki öğretmenlik meselesine ilişkin değişiklik ve mağduriyet giderici nitelikteki diğer değişiklikler bize göre de doğru ve isabetli kararlardır ancak birden fazla ili kapsayan olaylarda kuvvet kullanımıyla ilgili olarak 5442 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu'nun 11'inci maddesinde yapılan değişiklikle valilerin isteği yerine Bakanlar Kurulu tarafından belirlenecek esaslara göre yürütme hangi aksaklığı gidermeye yönelik bir değişikliktir ya da bu değişiklik hangi güncel ihtiyacımızı karşılayacaktır, merak etmekteyiz.
Tasarı kapsamındaki en kritik değişiklik ise Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'na ilişkindir. Bu değişikliklerden ilki askerlik hizmetinin tanımının yapıldığı TSK İç Hizmet Kanunu'nun 2'nci maddesindeki "Askerlik: Türk vatanını, istiklal ve Cumhuriyetini korumak için harb sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir." ifadesinin "Askerlik, harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir." biçiminde değiştirilmesidir. Yani, bu değişikliğin gerçekleşmesiyle, askerlik tanımından "Türk vatanını, istiklal ve Cumhuriyetini korumak" ifadeleri çıkarılmış oldu. Kanunun mevcut hâli askerliği "Türk vatanını, istiklal ve Cumhuriyetini korumak için harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyeti" olarak tanımlarken, hazırlanan yeni tasarıda askerlik yalnızca "harp sanatını öğrenmek ve yapmak"la sınırlandırılmış durumda yani askerliğin mana ve ehemmiyeti sakıncalı bir şekilde daraltılmıştır. Millî ve manevi değerlerden soyutlanmış ve sadece harp üzerine bina edilmiş askerlik tanımı Türk milletine ve Türk devlet felsefesine aşırı ölçüde terstir. Bu hükümle, paralı askerlerle vatan ve millet görevini ifa eden Mehmetçik arasında hiçbir fark kalmamıştır. Türk vatanını, istiklal ve cumhuriyetini koruma amacı AKP Hükûmetinin tasarısıyla yok edilmiştir.
Bu değişikliklerin ikincisi, belki de en önemlisi TSK İç Hizmet Kanunu'nun meşhur 35'inci maddesine ilişkin. Hemen belirtmek isterim ki, askerî darbelere hukuki meşruiyet zemini olarak algılanmasının önüne geçilmesi için bu madde hükmünün yeniden düzenlenmesi doğru bir adımdır.
Tabii ki, hiçbir demokratik düşünce, silahlı güçlerin, hangi gerekçeyle olursa olsun, milletin oylarıyla seçilen yöneticilerin görevine son vermesini haklı gösteremez ve kabul etmemiz mümkün değildir. Ancak, AKP'nin her zaman yaptığı gibi, doğrularla eğrileri aynı sepete koyma hastalığı burada da maalesef en somut şekliyle tezahür etmiştir. Çünkü, getirilen yeni hüküm, millî güvenlik anlayışını sadece dış güvenlik ile kısıtlayıp iç güvenlik unsurunu TSK'nın görev kapsamından çıkarmayı hedeflemiştir ve çıkarmıştır. Başka bir ifadeyle, söz konusu tasarı, ülkenin varlığı ve bütünlüğüne yönelik iç tehditler konusunda silahlı kuvvetleri tamamen etkisiz hâle getirmeye yöneliktir. Bu yönüyle bakıldığında, Hükûmetin sürdürmekte olduğu çözülme sürecinde İmralı canisiyle yaptığı mutabakatın ikinci aşaması olarak adlandırdıkları dönemin ilk adımlarının gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Özellikle, olağan güvenlik önlemleriyle engellenemeyecek boyuttaki iç güvenlik sorunlarında silahlı kuvvetler kullanılamayacak ve bu yolla, birileri ülkenin herhangi bir bölgesini işgal bile edebilecektir. Etnik bölücülüğün yaygın bir hâle geldiği bu günlerde, bu nevi adımların, Türkiye Cumhuriyeti devletine ve Türk milletine faydadan çok, bölücü faaliyetleri özendireceği açıktır. İktidar tasarısında, iç tehditlerin artık hiç kalmadığı aldatmacasıyla, tamamen dikkatleri dışarıya verme görüntüsü altında, açıkça PKK'ya ve bölücü çevrelere taviz verilmektedir. Hükûmet bu aczini de demokratikleşme safsatalarıyla gizlemeye çalışmaktadır. Türkiye'de iç tehdidin sonlandığını söylemek tam bir akıl tutulmasıdır. Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak için tetikte bekleyen mihraklar bu tasarıyla yeni bir kazanım elde etmiş ve yeni bir aşamaya geçmiş olacaklardır.
İzah ettiğimiz bu gelişmeler Hükûmetin kimlerle emel ve hedef birliği yaptığını bir kez daha alenileştirmiştir. Bu tasarı kanunlaşırsa, millî birliğimiz, millî kimliğimiz, bölünmez bütünlüğümüz ve millî varlığımız korumasızlığa ve savunmasızlığa terk edilmiş olacaktır. 35'inci maddenin bu yeni hâli, açıkça, PKK'ya ve bölücü çevrelere bir tavizdir. Oslo'dan İmralı'ya kadar teröre sunulan ödünlerin ileri bir adımıdır. AKP Hükûmeti iç tehditlerin bittiğine nasıl ve hangi verilerle karar verebilmektedir? Terör sorunu sona ermiş midir? Bölücülük tehdidi kalkmış mıdır? Türkiye huzura kavuşmuş, dirlik ve düzene ulaşmış mıdır? İşte bu sorulara verilebilecek en ufak olumlu bir cevap dahi yoktur.
Askerî darbelerin sadece hukuk yoluyla engellemeyeceği muhakkaktır. Bununla beraber, TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35'inci maddesinin değiştirilmesi bazı bakımlardan sembolik öneme sahiptir. Doğru bir adımla yola çıkılmış olmasına rağmen, başta bölücü terörle mücadele olmak üzere yurt içinden gelebilecek tehditlerin göz ardı edilmesi çok talihsiz ve omurgasız bir siyasi duruşu ortaya koymaktadır.
Bir başka açıdan, TSK İç Hizmet Kanunu'nun 2'nci ve 35'inci maddelerinin tasarıda belirtilen yönde değiştirilmesi Anayasa'mıza da aykırıdır. Zira, Anayasa'mızın 117, 119, 120, 121 ve 122'nci maddeleri Türk Silahlı Kuvvetlerine hem dış güvenlik hem de iç güvenlik bakımından görev ve sorumluluklar yüklediği hâlde, tasarı ile bu görevin sadece dış güvenlikle sınırlandırılması ve iç güvenliğin tamamen kapsam dışı bırakılması Anayasa'mıza açıkça aykırılık teşkil etmektedir. Bu nedenlerle, sınırları kanunlarla belirlenen hâllerde, sivil idarenin kontrolünde olmak kaydıyla, silahlı kuvvetlerin millî güvenliğe yönelebilecek iç, dış tüm tehditlere karşı kullanılabilmesine imkân tanınması gerekiyor. Oysaki bu tasarı bütün bu imkânları elden alıyor.
Son zamanlarda gazetelere baktığımız vakit, bir taraftan tehditler geliyor, "Öcalan'la varılan mutabakatlara riayet edilmiyor. Eğer bunlara riayet edilmez ise Kürt halkı kendi öz savunmasını yerine getirecektir. Eğer bunlara riayet edilmez ise -ki şart koyuyor- AKP ya bu verdiği sözleri yerine getirecek ya da kaybolup gidecektir." deniliyor. Bunu ben söylemiyorum, Remzi Kartal söylüyor. Şimdi, biz de bu kanuna baktığımız vakit merak ediyoruz, "Acaba bu kanunun alelacele buraya getirilmesinde bu tehditler mi etkili olmuştur?" diyoruz. Çünkü, buradan çıkarılan "Türk" kelimesinin Anayasa'dan çıkarılması için de yoğun bir baskı altındayız. Bu tehditlerle bu memleketi idare edemezsiniz. Bu coğrafyada eğer dik durmak istiyorsanız, aklınızı başınıza devşireceksiniz, bu coğrafyada yaşamanın gereklerini yerine getireceksiniz. Üç buçuk eşkıyanın önünde eğer diz çökerseniz hayat hakkınızı elinizden alırlar.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)