| Konu: | ONUNCU KALKINMA PLANININ (2014-2018) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA SUNULDUĞUNA DAİR BAŞBAKANLIK TEZKERESİ (S. SAYISI: 476) |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 127 |
| Tarih: | 01.07.2013 |
MHP GRUBU ADINA ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planı'nın üçüncü bölümü üzerine, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Kalkınma planları, Türkiye'nin geleceğine perspektif sunan çok önemli resmî belgelerden birisidir. Planın daha ilk cümlesinde, ülkemizin 2023 hedefleri doğrultusunda, toplumumuzu yüksek refah seviyesine ulaştırma yolunda önemli bir kilometre taşı olacağı belirtilmektedir. Ancak, bu 221 sayfalık planın hiçbir yerinde biz bu 2023 hedefini görebilmiş değiliz. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda "Lider ülke Türkiye 2023" perspektifi ve hedefi vardı. Fakat, bu planın bazı yerlerinde bu 2023 hedefinden bahsetmesini doğrusu anlayabilmiş değiliz, bunların devletin resmî belgelerine girmiş olması gerekir.
Bir örnek daha vermek istiyorum. Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek'in gelir vergisi tasarısını sunarken şu ifadeleri kullandığını iyi hatırlıyorum: "Hükûmetimizin nüfus politikası gereği 3'üncü çocuğa da işte gelir vergisinde destek veriyoruz, avantajını vergi indiriminde yüzde 5'ten yüzde 10'a çıkarıyoruz." demiş idi. Şimdi, Hükûmetin nüfus politikasını hangi resmî dokümandan göreceğiz ve okuyacağız? Devletin resmî dokümanına, resmî belgesine girmiş değil.
Nüfus politikasına baktığımızda, yine bu kalkınma planında da göremiyoruz. Yalnız bu 2023 hedefi veya bu 3 çocuk meselesi nerede var? Sayın Başbakanın iki dudağı arasında var. Yani, biz, Sayın Başbakanın iki dudağından çıkanı kanun ve kalkınma planı veya programı mı sayacağız? Devletin, hükûmetin resmî belgelerine ve kararlarına dayanmadığı sürece bunların hiçbir anlamı yoktur. Aksi takdirde, bu Türkiye'nin keyfî ve tek kişi yönetimine yönlendirildiğini ve girdiğini ifade eder. Buna özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, kalkınma planlarının üçüncü bölümü bize planın, dolayısıyla Hükûmetin uygulanabilir programlardan yoksun olduğunu, başarılı bir kalkınma programı ortaya koyamadığını ve "2023 lider ülke Türkiye" vizyonundan fazlasıyla uzaklaştığını göstermektedir.
Üçüncü bölümde, "Öncelikli Dönüşüm Programları" adı altında 25 program açıklanmaktadır. Ancak ekonominin yapısal sorunlarına çözüm programı bu üçüncü bölümde yoktur. Dolaylı vergilerden doğrudan vergilere geçişle ilgili bir niyet dahi yoktur. Vergi adaleti sağlamayı amaçlayan bir program yoktur. Kayıt dışılıkta vergiyi doğuran olayın kavranmasına ilişkin bir program yoktur. İthalata dayalı tüketen ekonomiden üreten ekonomiye geçiş programı yoktur. Eğitimde yaşanan nicelik ve nitelik sorunu burada yoktur. İmalat sanayisinin ihtiyaç duyduğu ve girdilerin üretimine yönelik kapsamlı, kararlı ve uygulanabilir bir program yoktur. Tarımsal kalkınmanın nasıl sağlanacağına dair bir öngörü yoktur, program bir tarafa. Plandaki bu öncelikli dönüşüm programlarında kamu gelirlerinin kalitesinin artırılması programı ve başlığı var.
Vergiler gelir dağılımının ve fiyat istikrarının sağlanmasında önemli bir araçtır ancak Hükûmet vergileri sadece harcamaların finansmanı olarak görmektedir. Kamu gelirlerinin kalitesinin artırılması hedeflenirken vergi adaleti ve dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki yüksek oranı sürekli göz ardı edilmektedir. Vergi gelirleri içerisinde dolaylı vergilerin payındaki artış adaletsizliği daha da artırmaktadır. Toplam vergi gelirleri içerisinde dolaylı vergilerin payı 2002'de yüzde 64 iken 2012'de yüzde 67'ye yükselmiştir ve 2013 Mayıs ayı itibarıyla bu oran yüzde 67,4'tür.
Yine, 2013 Ocak-Mayıs döneminde dolaylı vergilerde hızlı bir artış gözlenmektedir ve bu dönemde doğrudan vergilerdeki artış yüzde 6,9 iken dolaylı vergilerdeki artış yüzde 25,4'tür. Dâhilde alınan KDV'deki artış yüzde 19, ÖTV'deki artış yüzde 27, ithalde alınan KDV'deki artış yüzde 29'dur. Petrol ve doğal gazdan alınan ÖTV'de yüzde 41,5, damga vergisinde yüzde 30, harçlarda yüzde 42 ve bu artışta sürekli olağanüstü bir şekilde dolaylı vergiler de gözlenmektedir.
Değerli milletvekilleri, bütün bu verdiklerimiz, bütün bunlar 2013'te yüzde 4 büyüme hedefi, yüzde 5,3 enflasyon hedefi ve yüzde 7,80 yeniden değerleme oranı olan bir ülkenin geldiği nokta ve bir ülkenin tablosu olabilir mi? Yani hedeflerle, planlarla hiç alakası olmayan bir duruma gelmiştir ve bugün itibarıyla Türkiye'nin vergi denklemi şudur değerli arkadaşlar: Ücret stopajları 2012 yılı itibarıyla yüzde 20,3; artı, tüketimden alınan vergiler, ÖTV, KDV toplamı yüzde 39,5; ithalden alınan vergiler, katma değer vergisi ve gümrük vergileri, bir de bankacılık faaliyetlerinden elde edilen gelirleri de dâhil edebiliriz. Kurumlar vergisi rekortmenlerinin ilk 100'ü içerisinde 22 bankanın yer aldığını hatırlayacak olursak ne demek istediğimiz daha da ortaya çıkar. 2012'de ücretlerden alınan stopajın toplam vergi gelirleri içerisindeki oranı yüzde 20,3 değerli arkadaşlar. Oysa bu dönemde beyana dayalı gelir vergisinin payı ise yüzde 1,1'dir, 3,5 milyar lira. Yani, bu, fakirden alıp zengine vermenin görüntüsüdür.
Planda yurtiçi tasarrufların artırılması ve israfın önlenmesi programını görüyoruz. Tasarruf açığı Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı üçüz açıktan birisidir; cari açık, tasarruf açığı ve bütçe açığı. Tasarruf ekonomik kalkınmanın iki ayağından birisidir; birisi tasarruf, diğeri yatırım. AKP bu temel ilkenin varlığından sanki haberdar değil ki on buçuk yıldır vatandaşlarımızı borçlandırmaya dayalı bir ekonomik yaklaşım ile tasarruf oranlarını sürekli düşürmüştür. 2002'de tasarrufların millî gelire oranı yüzde 18,6 iken 2012'de yüzde 14,3'e düşmüştür. Onuncu Kalkınma Planı sonunda toplam tasarrufların yüzde 19'a ulaşması öngörülmektedir, bu rakam 2002'deki oranın birazcık üzerindedir. 2012 yılı içerisinde Hükûmet yurt içi tasarrufların artması için bireysel emeklilik, risk sigortası, altın hesapları gibi bazı uygulamalar getirmiştir. Bütün bu uygulamalar yalnız 2018 hedefleri için yeterli değildir çünkü sorun vatandaşların tasarruf edecek parasının ve yeterli gelirinin olmamasıdır. Milyonlarca vatandaş, gelecek beş yılını, on yılını devamlı borç ödeyerek geçirecektir ve Adalet Kalkınma Partisi bu bakımdan hem ülkenin hem de vatandaşların geleceğini yemiştir.
Hanehalkı borçlarının harcanabilir gelire oranıyla tasarruf oranları arasında doğrudan bir bağlantı vardır. Bu oran 2002'de yüzde 4,7 iken 2012'de yüzde 50,7'dir yani vatandaşımız gelirinin yarısını borca vermektedir, borca ödemektedir. Bu borçluluk oranlarıyla 2018'in tasarruf hedefi sadece boş bir hayaldir. Velhasılıkelam, değerli arkadaşlar, bu ekonomi politikasının devamı hâlinde ekonomide hedeflenen tasarruf oranlarına ulaşmak mümkün olmayacaktır.
Programın diğer bir alt başlığı israfın önlenmesi şeklindedir. İsrafı vatandaşlarımızın üzerine yıkan bir yaklaşım burada ortaya konulmaktadır. Adalet Kalkınma Partisi vatandaşa nasihat vermeyi bıraksın, öncelikle kendi Hükûmetinin uygulamalarına baksın. Kamudaki israf ne olacak? Kamudaki israfı göz ardı ederek vatandaşa israf üzerine, tasarruf üzerine ahkâm kesemezsiniz. Sayın Başbakan 4 Eylül 2009'da israf konusunda şöyle demişti: "Biz israf ekonomisini çözüp de verim ekonomisine geçtiğimiz gün, inanın, şu anda bulunduğumuz noktanın çok daha ötesinde oluruz ama israf ekonomisinden kurtulacağız." Tam aksine, israf ekonomisine doğru bir kayış var. Ele verir talkımı kendi yutar salkımı olmaz. Ne yazık ki Hükûmetin kendisinde bu hedefi benimseyen bakanları göremiyoruz, bakanlar birbirinden şikâyetçi, Maliye Bakanı hepsinden şikâyetçi. Bir taraftan örtülü ödenek harcamaları her geçen yıl rekor kırıyor, sadece 2012'de 694 milyon liradır. Bir taraftan kamuda taşıt kullanımında dünya rekoruna doğru gidiliyor; 90 bin taşıt hâlihazırda varken 2013 bütçesine 7.492 adet yeni taşıt alımı için ödenek konulmuştur. Bir de kiralanan binlerce araç var. Bütçe Kanunu'na göre kamuda kiralanacak bir aracın aylık kira bedeli en fazla 10.860 liradır -bunlar kamuoyuna yansıdığı için çok ayrıntılı devam etmiyoruz- ancak 2012'de toplam bina kirasıyla birlikte araç kira harcaması 218 milyon Türk liradır. Bence tetkike muhtaç bir rakamdır.
Başbakanlığa uçak alımı, kamu kurumlarının bina kiraları, Dışişleri Bakanının konut kirası, Çankaya'da beş yıldır bir türlü bitirilemeyen tadilat ve onarımlar ve müsteşar evlerinin aidat giderleri ve dahi birçok keyfî harcama; döşeme, demirbaş ve mefruşat giderleri. AKP yönetiminde kamu harcamalarında israf zirve noktasındadır. İsraftan vazgeçilmesi ancak bir zihniyet değişimiyle mümkündür. Kamu harcamalarını lüks ve konforun, keyfî harcamaları yandaş zenginleştirmenin bir aracı olarak gördüğünüz müddetçe israf ekonomisi girdabından çıkamazsınız. Böyle bir zihniyetle de kamu harcamalarının akılcılığı ve verimli kullanımı mümkün değildir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikli dönüşüm programları içerisinde tarıma dair tek program tarımda su kullanımının etkinleştirilmesi programıdır yani tarımdaki tek programı su kullanımı olan AKP çiftçimize yine sırtını dönmektedir, bunun anlamı da budur. Eğer bu üçüncü bölümdeki programda sadece su kullanımını bir programa almışsanız çiftçiye sırtınızı dönmüşsünüz demektir. Bugün, tarım âdeta can çekişmektedir. Üretici fukaralaşmış, borca batmıştır. 2002'de tarımsal kredi borcu olan çiftçilerin borç tutarı 530 milyon Türk lirasıydı, 2012 itibarıyla ise çiftçilerimizin bankalara ve tarım kredi kooperatiflerine olan borcu 30 milyar Türk lirasını aşmıştır ve bu borç, on buçuk yılda neredeyse 60 kata varan nispette katlanmıştır.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanının "Kredileri artırdık." diye övündüğü durum, üreticiyi üreticilik yapamaz duruma getirmiştir. Kaldı ki bir hükûmetin, çiftçiyi, esnafı borçlandırmakla övünmemesi gerekir çünkü bizim vatandaşlarımız diyor ki: "En iyi hükûmet, halkını borçlandırmayan hükûmettir." Bu Hükûmet, halkı borçlandırarak âdeta borç girdabının içerisine mahkûm etmiş -çünkü yıllarca borç yiğidin kamçısıdır diye borca özendirildi- artık borç çiftçinin, esnafın prangası hâline gelmiştir. Bu politikadan kesinlikle vazgeçilmesi gerekir. Çiftçi her gün üretimden uzaklaşmaktadır. İşlenen tarımsal alanlar itibarıyla da öyledir.