| Konu: | ONUNCU KALKINMA PLANININ (2014-2018) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA SUNULDUĞUNA DAİR BAŞBAKANLIK TEZKERESİ (S. SAYISI: 476) |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 127 |
| Tarih: | 01.07.2013 |
MEHMET MUŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planı, birinci bölüm üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, öncelikle "kalkınma" kavramının, "kalkınma" olgusunun ne olduğuna değinmek istiyorum. Her sosyal kavram gibi "kalkınma" kavramının tanımı içerisinde bazı anlam karışıklıkları, algı karışıklıkları bulunmaktadır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bir fenomen hâline gelen "kalkınma" kavramı, çeşitli alanlardan geçerek, çeşitli evrimlerden geçerek bugünkü tanımına ulaşmıştır. Ben, birinci aşamada kalkınmanın nasıl tanımlandığından başlamak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, geleneksel iktisatta, kalkınma, uzun bir dönem toplam millî gelirde meydana gelen artış olarak tanımlandı, ölçüldü. Daha sonra, bunun yeterli bir ölçüm olmadığı ve salt ülkenin toplam millî gelirindeki artışın toplumun refahını yansıtmayacağından hareketle, bunun kişi başına düşen millî gelir olarak ölçülmeye başladığı ikinci dönem başlar. İkinci dönemden sonra, sadece kişi başına millî gelirin ölçülmesiyle yine kalkınmanın tam olarak ifade edilemeyeceği fark edildiğinden dolayı, kişi başına millî gelirden, artık, yavaş yavaş, gelir adaletsizliğinden gelir adaletsizliğindeki dengesizliklere ve kişi başına millî gelirden fakirliğin azaltılmasına doğru, tanımda bir kayma olduğunu görüyoruz. Son aşamada, bugün kullandığımız "kalkınma" kavramı ise insani gelişmişlik üzerine oturmuştur ve burada sadece, sırf iktisadi bir doktrin değil, aynı zamanda sosyal ve siyasi bir hüviyet kazanmıştır "kalkınma" kavramı. İşte bu noktada ben, özellikle İnsani Gelişme Endeksi'ne atıflarda bulunmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, İnsani Gelişme Endeksi, gelir, yaşam süresi ve eğitim olmak üzere, bunlara eşit olarak katsayılar uygulanmak suretiyle hesaplanan bir insani endekstir. Bizim Türkiye olarak 2000 yılında sahip olduğumuz endeks 0,645 idi. Sıfır ile 1 arasında bir range var, 1'e doğru yaklaştıkça insani gelişmişlik güçleniyor, Sıfıra doğru yaklaştıkça ülkenin İnsani Gelişmişlik Endeksi zayıflıyor. Biz 2000'de 0,645 idik, bu dönemde dünya 0,639 idi, Avrupa ve Orta Asya ortalaması ise 0,709 idi. 2012'ye geldiğimiz zaman bizler İnsani Gelişmişlik Endeksi'mizi 0,722'ye çıkartıyoruz, dünya bu dönemde 0,694'e geliyor ve Avrupa ve Orta Asya ortalaması ise 0,771'e geliyor. Dünya ve Avrupa ve Orta Asya ortalamasındaki İnsani Gelişmişlik Endeksi'nde meydana gelen iyileşme yüzde 9 iken, bizde bu yüzde 12'dir. Yine başka bir açıdan baktığımız zaman, 2000'de Türkiye'nin İnsani Gelişmişlik Endeksi'nin Avrupa ve Orta Asya'ya oranı yüzde 90 iken, bugün itibarıyla bu oran yüzde 94'e çıkmıştır yani bir kötüleşme değil, aslında İnsani Gelişmişlik Endeksi'nde bir iyileşme vardır. Tabii, bu endeksin kısa zaman içerisinde çok daha yukarılara çıkartılması zor ama 2000'le 2012 arasında biz, dünya ile mukayese ettiğimiz zaman daha iyiye, Avrupa'yla mukayese ettiğimiz zaman ise makasın çok daha kapatıldığını buradan rahatlıkla görebiliyoruz.
Değerli milletvekilleri, kalkınma noktasında şunu üzülerek ifade etmek durumundayım: Dünyada çeşitli kalkınma dalgaları meydana gelmişti. Bunlardan bir tanesi, modern dönemde Amerika, Fransa, İngiltere gibi ülkelerin yakaladığı kalkınma dalgası idi. Maalesef, bu kalkınma sürecini bizler kaçırdık. Daha sonra ise özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Japonya ve Almanya'nın başını çektiği bir kalkınma dalgası dünyada yaşandı. Bizler bu kalkınma dalgasını da kaçırdık ve son olarak 1960 sonrası Güney Kore, Singapur, Hong Kong, Tayvan gibi ülkelerin yakalamış olduğu bir kalkınma dalgası vardı dünyada, biz bu kalkınma dalgasını da, yine üzülerek ifade ediyorum, kaçırdık. Şimdi bizler, on yıllık iktidarımız boyunca, bir taraftan bu kaçırdığımız kalkınma dalgalarında ortaya çıkan farkı kapatma, bir taraftan da bilişim, yüksek teknoloji alanında dünyayla rekabet, hatta dünyada önde gelen bir ülke olma noktasında çalışmalar yürütüyoruz.
Değerli milletvekilleri, Türkiye özellikle son on yılda yakaladığı istikrar ile? Birinci sınıf ekonomi olabilmenin temel bazı kriterleri vardır ve Türkiye, bu kriterlerde birinci sınıf gelişmiş ekonomi olmasına imkân verecek bu oranları, bu göstergeleri yakalamıştır. Ben bunlardan birkaçını sizlere ifade etmek istiyorum.
Bakın değerli milletvekilleri, kronik sorun olarak görülen ve ülkelerin gelişmiş ekonomi olma noktasında en büyük handikaplarından bir tanesi de enflasyondur. Bizler enflasyonu 2001'de yüzde 68 seviyelerinden bugün itibarıyla yüzde 6 seviyelerine düşürdük. Bir diğer önemli gösterge ise ülkedeki faiz oranlarıdır. Bu faiz oranları yine 2002'de yüzde 60 seviyesindeydi, bugün itibarıyla bunlar da yüzde 5-6 seviyesine düşmüş durumdadır.
Değerli milletvekilleri, yine, uyguladığımız sıkı mali politikalarla kamu harcamalarını kontrol altına aldık ve ülkenin özellikle risk oluşturan toplam borcunun millî gelire oranını yüzde 78'den yüzde 36'ya düşürdük. Bu ciddi bir risk oluşturur ülkeler için ve bu da artık bizim büyük ekonomi olma adına yapacağımız yürüyüşte arzu edilen bir noktaya gelmiş durumda.
Bir diğeri, değerli milletvekilleri -bu maalesef pek ifade edilmez, pek görülmez ama- özellikle toplam kamu borcu içerisindeki döviz cinsinin oranıdır. Bakın, 2002 yılında toplam kamu borcunun yüzde 58'i döviz cinsi idi. İşte, doların o dönemde 670 liradan 1 milyon 700 bin liraya çıkması durumunda kamunun borcu 3 kat artmıştı. Çok ciddi bir kur riskiyle karşı karşıyaydı kamu. Bugün geldiğimiz noktada, on yılda biz bunu yüzde 27'ye düşürmüş durumdayız. Elimizdeki döviz rezervlerini de dikkate aldığınız zaman, bugün ülke olası bir kur riskinden kurtulmuştur yani kur riski gibi, ülkeyi derinden etkileyecek bir faktör artık ortadan kalkmıştır.
Bir diğeri, değerli milletvekilleri, yine, ülkeler için çok ciddi risk oluşturan faizlerin sabit faizli mi yoksa değişken faizli mi olduğu konusudur. İlk iktidara geldiğimizde toplam kamu borçlarının yüzde 55'i değişken faizliydi, yüzde 55, ciddi bir risk unsuruydu; bugün bunlar da yüzde 40'a düşürülmüş durumda.
Değerli milletvekilleri, işte, tüm bu politikalar neticesinde Onuncu Kalkınma Planı'nı hazırladık. 2014-2018 dönemini kapsayan ekonomi stratejilerimizi içeren Onuncu Kalkınma Planı 2023 vizyonuyla uyumlu ve onun bir yol haritası niteliğindedir. Yine, bu program, sosyal yönü güçlü, sosyal politikaları güçlü bir plan olarak hazırlanmıştır.
Değerli milletvekilleri, her sosyal davranış niyet ve iradeye dayanır. Onuncu Kalkınma Planı bir niyettir, bir niyet beyanıdır. Bunu başarıya ulaştıracak olan, o hedefleri, ifade ettiğimiz hedefleri gerçekleştirecek olan ise ortaya koyacağımız iradedir.
Değerli milletvekilleri, tabii, bu benden önce de ifade edildi. Plan hazırlanıyorken katılımcı bir yaklaşımla hazırlandı. Yaklaşık 3 bin kişi, 3 bin yurttaşımız, sektör temsilcileri, kamudan, toplumun diğer kesimlerinden katılımcının fikirleri alınarak plan hazırlandı ve onların görüşlerine önem verilerek plan en ince detayına kadar ince elenerek sık dokunarak hazırlandı.
Bakınız değerli milletvekilleri, Onuncu Kalkınma Planı'mız dört ana sacayağı üzerine oturuyor: Bunlardan ilki nitelikli insan veya nitelikli emek, güçlü toplum; diğeri yenilikçi üretim, istikrarlı yüksek büyüme; bir diğeri yaşanılabilir mekânlar, sürdürülebilir çevre ve sonuncusu ise kalkınma için uluslararası iş birliğidir.
Değerli milletvekilleri, nitelikli insan, güçlü toplumda bireysel ve toplumsal nitelik ve yetkinliği yükseltmek üzere, temel hak ve özgürlükler, demokratikleşme, adalet, temel sağlık ve eğitim hizmetleri gibi alanlarda, istihdam gibi alanlarda reformlara devam edileceğini Onuncu Kalkınma Planı'nda görüyoruz.
Bir diğeri, değerli milletvekilleri, özellikle ürettiğimiz ürünlerin yüksek teknoloji ürünleri olabilmesi adına araştırma ve geliştirmeye ayrılacak olan kaynakların oranıdır. Bakınız, burada da birinci sınıf ekonomi olma adına yüksek teknolojili, katma değeri yüksek ürün üretme adına bu AR-GE çalışmalarının artırılması lazım. AR-GE harcamalarının bugün itibarıyla millî gelire oranı yüzde 0,86'dır 2018'de yüzde 1,8'e yükseltilmesi planlanıyor. Yine, özel sektör payının yüzde 43,2'den yüzde 60'a, yerli patentin 4.500 civarından 16 bine çıkartılması öngörülmektedir.
Değerli milletvekilleri, çok önemli bir oranı da sizlerle burada paylaşmak istiyorum: Yüksek teknoloji sektörlerinin imalat sanayisi ihracatı içerisindeki payı bugün yüzde 3,7 iken 2018 sonunda bu, yüzde 5,5'e çıkartılacaktır. Eğer ihracatın 277 milyar dolara çıkacağı hesap edilirse oradaki artış daha iyi bir şekilde görülebilir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)