| Konu: | ORTA ASYA VE KAFKASLAR BÖLGESEL BALIKÇILIK VE SU ÜRÜNLERİ YETİŞTİRİCİLİĞİ KOMİSYONU ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 125 |
| Tarih: | 26.06.2013 |
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Yargı Hizmetleri ile İlgili Olarak Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerine söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bugüne kadar Adalet Komisyonundan geçen kanun tasarılarına baktığımız zaman, bu kanun tasarılarına ya "yargı hizmetlerinin etkinleştirilmesi ve verimlileştirilmesi üzerine bazı kanunlarda yapılması gerekli kanun değişiklikleri" denilmiştir ya da işte "yargıdaki sorunların aşılması üzerine Danıştay ve Yargıtay kanunlarında değişiklik yapılmasına ilişkin kanun tasarısı" denilmiştir. Bir kanun gelmiştir, onunla Yargıtay ve Danıştaydaki daire sayıları, üye sayıları azaltılmaya çalışılmıştır; arkasından, başka bir kanun tasarısı gelmiştir, bunun tam zıttı, bu sefer de artırılmaya çalışılmıştır.
Şimdi, bu görüşülmekte olan kanun tasarısıyla ilgili, daha önce görüştüğümüz hususlar yeniden bu tasarının bir taraflarına sıkıştırılmıştır. Bu, şunu gösteriyor değerli arkadaşlarım: Adalet ve Kalkınma Partisi sürecinde Türkiye Büyük Millet Meclisi çoğunluk baskısının altında yönetilmeye çalışılmaktadır. Aslında komisyonlarda ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda uyulması gereken kurallar ve yöntemlere uyulmamaktadır, kanun yapma tekniğine uyulmamaktadır. Âdeta komisyonlarda "Ben yaptım, oldu." anlayışıyla sadece komisyonlardan geçirmiş olmak için kanunlar geçirilmekte, Genel Kurulda da yine çoğunluğun parmaklarıyla bu işler halledilmektedir. Aslında gerçekten bugün yaşadığımız çoğunlukçu demokrasidir, çoğulcu demokrasi değildir.
Değerli arkadaşlar, Sayın Başbakan açıklama yaptı, "Polisimizi yedirtmeyiz." dedi. Son zamanlarda bu yedirtmeme muhabbeti çok sıkça gündeme geldi, geliyor sanki birileri, birilerini yemeye çalışıyormuş gibi. Hiç kimsenin hiç kimseyi yemeye çalıştığı falan yok ama bakın, bu Türkiye'de kimisinin "Ergenekon", kimisinin "faiz lobisi", bazı insanların da "dış güçlerden kaynaklandı" dediği, kimilerinin de "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'ndan ve Anayasa'dan kaynaklanan protesto etme hakkını kullandık." dedikleri olaylarla ilgili olarak 4 vatandaşımız öldü 1 polisle birlikte ama bunlardan bir tanesi polis kurşunuyla öldürülen Ethem Sarısülük'tür.
Bunu şu nedenle önemsiyorum: Ethem Sarısülük, bu olaylar sırasında televizyon kameralarında polis tarafından öldürüldüğü açığa çıkmasına rağmen, bu polisin kimliği uzun müddet kamuoyundan saklanmıştır, açıklanmamıştır; Daha sonra bu polisin kimliği bildirilmiştir, açıklanmıştır, bu sırada da Sayın Başbakan "Biz polisimizi yedirtmeyiz." demiştir.
Değerli arkadaşlarım, bu polis de bizim polisimiz, sokaktaki protesto hakkını kullanan yurttaşlar da bizim yurttaşlarımız ama önemli olan buradaki konu şudur: Hep tartışılıyor "Efendim, polis orantılı mı, orantısız mı güç kullandı?" diye. Öncelikle polisin görevi güç kullanmak değildir, polisin görevi, Anayasa'da ve Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'nda hüküm altına alınan bu toplantı ve gösteri yapma hakkını kullanmasını sağlamaktır. Aslında polis, vatandaşın bu protesto hakkını kullanmasının koşullarını yaratmak için eğer gerekliyse güç kullanmak zoruna kalabilir.
Şimdi, burada, güç kullanmanın, orantılı ya da orantısız olmaktan daha önce iki tane koşulu vardır. Birinci koşul: Güç kullanmanın gerekliliği var mıdır, yok mudur? Öncelikle bunun tespit edilmesi lazım. Şimdi, bu olaylarda dünya kamuoyunda da, Türkiye kamuoyunda da genel kanı, olayların başlamasına neden olanın polis olduğudur. Burada da Ethem Sarısülük ölmüş. En sonunda, kamuoyu baskısı üzerine bunu mahkemeye çıkartmak zorunda kalmışlar ve mahkeme şöyle bir karar veriyor, -polisin aslında bu kişiyi öldürdüğünü kabul ediyor, belinden silah çıkartarak öldürdüğünü kabul ediyor- aynen şunu söylüyor, diyor ki: "Göstericiler tarafından prefabrik bir kulübenin arkasına sıkıştırıldığı ve kalabalık bir grup tarafından taşlanmaya maruz bırakıldığı, -ama televizyondaki görüntülere baktığınızda aslında böyle bir durum da söz konusu değil- bu sırada şüphelinin belinden tabancasını çıkardığı ve havaya doğru üç el ateş ettiği, bu esnada maktulün aniden yere düştüğü, -ya, bu ne biçim havaya doğru ateş etmek ki bir adam aniden yere düşüyor; demek ki havaya doğru ateş etmemiş, hedef göstererek ateş etmiş ve bir kişi düşmüş- şüphelinin arkasını dönerek grubun aksi yönünde koşmaya devam ettiği, bu sırada beline ve sırtına atılan taşların isabet etmeye devam ettiği?" Vallahi, televizyon ekranlarından ben bunu seyrettim, hiç böyle bir görüntüyü görmedim, mahkemenin tespit ettiği gibi. Ama değerli arkadaşlarım, burada, arkasından da bunun meşru müdafaa sınırları içerisinde kalabileceğini düşünerek tutuksuz yargılanmasına karar veriyor.
Şimdi, ben sormak istiyorum hepimize: Böyle bir olay sıradan vatandaşlar arasında olsaydı, bir vatandaşımız bir başkasına bunu yapsaydı gerçekten mahkemeler bunu serbest bırakır mıydı, o vatandaşı serbest bırakırlar mıydı? Yani, ben kural olarak tutuklu yargılanmayı savunan bir insan değilim, bunu Meclisteki bütün arkadaşlarımız bilirler ama burada çifte standart var.
Benim dikkatinize sunmak istediğim konu şudur: Değerli arkadaşlarım, şimdi, bakın, Sayın Başbakan "PKK örgütüyle yapılan, kimisinin `çözüm süreci,' kimisinin `barış süreci,' kimisinin `çözülme süreci' dediği süreçle ilgili olarak biz güvenlikçi politikalara ne olursa olsun dönmeyeceğiz yani özgürlükçü politikalar izleyeceğiz." dedi bu süreçle ilgili olarak. Peki, doğuda gerçekten bu sorunun çözülmesi için siz "Güvenlikçi politikaları uygulamayacağız, özgürlükçü politikaları uygulayacağız." diyorsunuz, o zaman, batıda protesto hakkını kullanan insanların üzerinde neden güvenlikçi politikaları izlemekte ısrar ediyorsunuz? Orada da özgürlükçü politikaları uygulayın. Yani, doğru, güvenlikçi politikalarla ülkenin doğusunda bir yere gidememişseniz, batısında da bir yere gidemezsiniz. Devlet terörüyle ve devlet terörünün uygulanmasına aracılık yapan polis şiddeti ve polis terörüyle bir yere varmanız mümkün değil. O zaman, İstanbul Taksim'de, Ankara Kızılay Meydanı'nda, Kennedy Caddesi'nde, ne bileyim, Dikmen sokaklarında gerçekten protesto hakkını kullanan insanlara karşı neden polis terörünü uyguluyorsunuz? Efendim, provokatörler varmış, ışık lambalarını yıkıyorlarmış, sağı solu yakıp yıkıyorlarmış. E, yakıp yıktırma, işte polisin görevi bu zaten, polisin görevi onu ayırmak. Yani, Anayasa'dan ve Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'ndan kaynaklanan hakkını kullanmak isteyenler ile bu hakkını kullanmaya çalışanları, provoke edenler, onu, o hareketi baltalamaya çalışanlar arasında polisin görevi bunları tespit edip o kitlenin içerisinden bunu almak. E, bu olmuyor değerli arkadaşlarım ama bakıyoruz bu olaylarla ilgili dünya basınında çok ciddi eleştiriler çıkıyor. Tabii, Sayın Başbakan, Türkiye'deki basını kendisine bağımlı hâle getirdiği için, Türkiye'deki basın artık siyasal iktidara bağımlı yayın politikaları izlediği için, şimdi, Başbakan yurt dışındaki basını da bu şekilde hizaya getirmeye çalışıyor anlaşılan. Ama hizaya getiremediği için onlara ateş püskürüyor. Bugüne kadar Avrupa Birliğiyle ilgili hep söylediniz, Avrupa Birliğinin dostu olarak AKP'yi gösterdiniz, Cumhuriyet Halk Partisi ve diğer muhalefet partileri "Avrupa Birliğine gireceksek onurlu girelim." dedikleri zaman onları Avrupa Birliğine karşı olmakla suçladınız ama Avrupa Birliğinin organı Avrupa Parlamentosu yenilir yutulur cinsten olmayan sert kararlar aldı, şimdi de bunun karşısında söyleye söyleye bir tek şey söylüyorsunuz: "Efendim, bu kararlar yoktur." E, doğru. Avrupa Birliğinin 2012 İlerleme Raporu'nda Sayın Egemen Bağış alternatif bir rapor hazırlamıştı?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) - ?ama buna kargalar bile gülecektir.