| Konu: | ORTA ASYA VE KAFKASLAR BÖLGESEL BALIKÇILIK VE SU ÜRÜNLERİ YETİŞTİRİCİLİĞİ KOMİSYONU ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 120 |
| Tarih: | 13.06.2013 |
CHP GRUBU ADINA ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, 27 Mayısta Taksim Gezi Parkı'nda üç beş ağacın kesilmesiyle başlayan ve bugüne kadar Türkiye'nin gündemini işgal eden ve hâlen işgal etmekte olan süreçte, aslında siyaset kurumunun, siyasetçilerin, başta iktidar partisi, Hükûmet olmak üzere tüm siyaset kurumunun çok sorumlu davranmasını gerektiren bir süreçten geçiyoruz. Aslında başta Sayın Başbakan ve iktidar partisi olmak üzere tüm siyaset kurumu, Türkiye'nin ne kadar ağır bir süreçten geçtiğinin farkında değil. Belki de farkında ama farkında olduğunu fark ettirmiyor.
Şimdi, burada üç beş ağaç aslında bize çok şeyler öğretti. İktidarıyla, muhalefetiyle, basını, televizyonları, yazılı ve görsel basını çok şeyler öğretti. Aslında öğrenmemiz gerekiyor ama öyle anlaşılıyor ki hâlen, daha, siyaset kurumu olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak hepimiz ama hepimiz bu olaylardan ders çıkarmamışıza benziyor. Aslında yazılı basının da, görsel basında da, televizyonların da, sivil toplum kuruluşlarının da ve halkın da buradan çok ciddi dersler çıkarması gerekiyor idi. Bu olayların nedenlerini tespit ederken falanca ya da filanca kurum, kuruluşu ya da siyasi partiyi suçlamak değil amacım. Burada bu olayları sanki "A" kuruluşu ya da "B" kuruluşu tertiplemiş, bu olayların sevk ve organizasyonu belli bir kurumun tekelindeymiş gibi, sürekli, çıkan arkadaşlarımız birbirlerini suçluyor yani olayların altında herkes suçlu arıyor.
Arkadaşlar, farz edin ki olayların altında ben varım; bu, sonucu değiştirmiyor. Önemli olan, bizim sorumlu davranarak bu olayların demokrasiyi ve insan haklarını tehdit etmeyecek tarzda çözülmesine katkı sağlamamızdır, siyaset kurumunun görevi budur.
Şimdi, yorumlara baktığımız zaman, iktidar partisine bakıyoruz, iktidar partisi sözcüsü arkadaşlarımız sanki Cumhuriyet Halk Partisinin bu olayları sevk ve idare ettiği ya da çıkardığı izlenimini verecek şekilde konuşuyor. Çok açık söylüyorum, ben Cumhuriyet Halk Partisi milletvekiliyim, keşke öyle olsaydı; bu olaylar, bırakın Cumhuriyet Halk Partisini bir siyasi partimizin organizasyonunda, kontrolünde olan olaylar olsaydı. Bunu Sayın Başbakan da biliyor, AKP'deki milletvekili arkadaşlarımızın hepsi de biliyor. İlk defa hepimiz ama hepimiz, bu Parlamentoda görev yapan hepimiz, iktidarıyla muhalefetiyle böyle bir olayla karşı karşıyayız. Ben şahsen bu olayları daha henüz çözemedim.
Şimdi, olayların arkasında kimisi Ergenekon'u arıyor, kimisi "Faiz lobisi." diyor, kimisi Cumhuriyet Halk Partisini arıyor, kimisi BDP'yi arıyor ve hep birbirimize karşı duruş sergilemeye çalışıyoruz. Arkadaşlar, bu olayların arkasında bunların olmadığını hepimiz biliyoruz. Aslında burada sorumlu olan tek kurum vardır, eğer Türkiye Cumhuriyeti devleti bir hukuk devletiyse sorumlu olan siyaset kurumudur ve Hükûmettir çünkü Hükûmet Türkiye'nin yönetilmesinden ya da yönetilememesinden dolayı sorumluluğa sahiptir. Türkiye'nin yönetilmesi için gerekli kamu gücünü ve kudretini kullanma yetkisi Hükûmettedir. Dolayısıyla, kamu gücünü kullanma yetkisine sahip olan Hükûmetin, ülkeyi yönetirken çıkan tüm sorunlardan da sorumlu olacağı ilkesi demokratik hukuk devletinin temel ilkesidir. Sorumluluğumuzu başkalarının üzerine atarak var olan şeyleri örtemeyiz. Önemli olan, demin de söylediğim gibi, olayların çözülmesidir. Elbette ki toplumsal olaylarda meydana gelen kimi şiddet olaylarını benimsememiz mümkün değildir. Hiç kimsenin ama hiç kimsenin bu şiddet olayını? İster polis yapsın isterse demokratik toplantı ve gösteri hakkını kullanma iddiasında olan kitleler yapsın bunu onaylamamız mümkün değildir ama şöyle bir hava görüyorum iktidar partisi milletvekili arkadaşlarımda: Sanki oradaki kitleler benim tekelimdeymiş gibi, ben onları yönlendiriyormuşum gibi, "Efendim, onlar şiddet uyguluyor, görmüyor musunuz?" E, görüyoruz. Onların şiddet uygulamasının önüne geçmek için gerekli olan kamu kudretini kullanma hakkı ve yetkisi bende değil ki, iktidar olarak sende.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, burada, kürsüde defalarca dile getirildi, polislere sivil kişilerin ya da bazı milletvekili arkadaşlarımızın takındığı tavırlar eleştiri konusu oldu. Niye çifte standart kullanıyoruz? Polislerin de, bırakın sivil halka uyguladığı şiddeti -onu şimdi okuyacağım- milletvekillerine yaptığı küfürler var. Ben bu kürsüde söylüyorum, bir polis arkadaş bana küfretti. Ben o küfrü kendisine iade ediyorum. Tokat Milletvekilimiz Orhan Düzgün'e küfretti, milletvekili olduğunu bilerek küfretti. Erzincan Milletvekilimiz Muharrem Işık'ı Cumhuriyet Halk Partisi Ankara il binasının kapısının girişinde dövdü milletvekili olduğunu bilerek.
Şimdi, bir AKP milletvekili düşünün, kendi il binasına girerken kapıda -CHP'nin iktidarda olduğunu düşünün- polisler tarafından dövülüyor. E, peki arkadaşım, bunları niye kınamıyorsunuz? Televizyon ekranlarında görüyoruz, İzmir Kordonboyu'nda oturan insanlara biber gazı sıkıldığını duyuyoruz.
Şimdi, arkadaşlar, bakın, bu olayları "A" ya da "B" partisinin üstüne atmakla sorumluluktan kurtulamayız. Beş günde Amerika Birleşik Devletleri'nden beş uyarı geldi. Hükûmetin stratejik ortağı Amerika Birleşik Devletleri, Obama Sayın Başbakanın dostu, "Dostum" diye konuşuyor Obama'yla ama onların ne söylediklerini hepimiz biliyoruz. Bu olayları Hükûmet vandalizmle, şiddetle suçluyor ama Amerika Birleşik Devletleri'nin Beyaz Saray'ında yapılan açıklamalarda bu olayların hepsinin barışçıl gösteriler olduğu söyleniliyor.
Şimdi, bugün, Avrupa Birliği Parlamentosu kararlar aldı. Bu kararlara niye değinmiyorsunuz burada? Düne kadar o Sosyalist Grup Başkanını Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanının Suriye'yle ilgili olayda alkışlıyordunuz ama şimdi de "Sayın Erdoğan'ın bu olaylara tepkisi cahilce." dediği zaman ve şiddetle kınadığı zaman niye bunu söylemiyorsunuz? Düne kadar Cumhuriyet Halk Partisinin Avrupa'dan kovulduğunu söylüyordunuz. Şimdi ben size okuyorum -Avrupa Birliğinden sorumlu Bakanımız da burada- Avrupa Parlamentosunun bugün aldığı kararları okuyorum. Değerli milletvekilleri, burada "Bu olayların sorumlusu Cumhuriyet Halk Partisidir." demiyor. Burada, sizin söylediğiniz gibi, "Bu olayların sorumlusu sivil kişiler." demiyor. Ben hepsini okumayacağım ama şunu söylüyorum: "Türkiye Hükûmeti neoliberal ekonomik reformlar ve Avrupa Birliğine katılım süreciyle bağlantılı deregülasyonlar konusunda hızlı bir tempoda ilerlemekte iken insan haklarına saygı gibi politik ve demokratik reformlarda aksine, çok yavaş bir ilerleme kaydetmiştir.
2) Protestoculara karşı sistematik şiddet Türkiye'de yaygın bir olgu hâline gelmiştir." Tekrar okuyorum arkadaşlar: "Protestoculara karşı sistematik şiddet Türkiye'de yaygın bir olgu hâline gelmiştir."
Devam ediyorum: "Gezi Parkı'nın yeniden yapılandırılmasına karşı başlayan protestolar hızla baskıya, polis şiddetine ve protestoculara kullanılan şiddete karşı bir tepki hareketine dönüşmüştür.
Göz yaşartıcı gaz polis tarafından barışçıl protestoculara karşı yaygın olarak kullanılmış ve helikopterlerden diğer birçok bu gibi şeyler protestocuların olmadığı yaşam alanlarına bırakılmış, gereklilik ve oran prensipleri yok sayılarak yine bazı olaylarda evlere göz yaşartıcı gaz atılmıştır.
Türkiye devletinin sosyal ağları ve İnternet erişimini kesme girişiminde bulunmuş olduğuna dair ciddi kaygılar vardır. Hükûmet karşıtı
toplantıların gündeminden bilgi akışını kesme girişimlerinde bulunulmuş, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan sosyal medyayı bir tehdit olarak nitelendirmiştir." Hepsini okumuyorum, geçiyorum.
"Bir diğer temel memnuniyetsizlik sebebi ise, Erdoğan'ın Suriye ile ilişkiler konusunda benimsediği dış politikalar, Suriye'deki iç savaş üzerindeki müdahaleci duruşu, muhalif güçlerle iş birliği -ülke sınırları içindekilerle bile- ve komşu ülkedeki savaş iklimini Türkiye'ye taşımasıdır.
Çevik kuvvetin siyasi partileri hedef aldığı, ofislere ve Nazım Hikmet Kültür Merkezine bir saldırı gerçekleştirdiği açıktır. Türkiye, hâlihazırda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından, eylemcilerin haklarının ihlal edilmesi ve gözaltına alınanlara kötü muamele yüzünden 3 kez mahkûm edilmiştir. O demokratik bir hak olan protesto etme hakkı artan bir tehlike ve tehdit altındadır. Dünya üzerindeki insanların neoliberal ve antisosyal politikalara karşı öfkesi de aynı şekilde artmaktadır. Türk çevik kuvvetinin siyasi partileri hedef almasını kınıyoruz. Türk Hükûmetine, protestoculara karşı uyguladığı şiddetin hemen durdurulması ve gözaltında bulunan barışçıl protestocuların tamamının serbest bırakılması çağrısında bulunuyoruz. Göstericilerin, demokrasiye, demokratik haklar, insan hakları ve özgürlüklerine saygı taleplerinin yanında olduğumuzu ifade ediyor ve vatandaşlık hakları, kadın hakları, sosyal ve ekonomik hakların hiçbir dinî inanış tarafından göz ardı edilmemesi gerektiğine inanıyoruz." Demek ki değerli milletvekilleri, Avrupa Parlamentosu göstericilerin yanında, demek ki onlar da çapulcu.
"Ana akım Türk medyasının olayları göz ardı etme girişimlerini kınıyoruz. Türk Hükûmetine, otoriter yönetim tarzına son vermesi ve şiddetin yükselmemesi ve daha fazla insanın mağdur olmaması için, protestocuların örgütleriyle görüşmeler düzenlemesi çağrısında bulunuyoruz.
Türk yetkililer tarafından yapılan ve durumu normalleştirmeye yardım etmek yerine alevlendiren ve daha çok huzursuzluğa neden olan açıklamaları kınıyoruz."
Değerli arkadaşlarım, bu çok önemli. Bakın, "Türk yetkililer tarafından yapılan ve durumu normalleştirmeye yardım etmek yerine alevlendiren ve daha çok huzursuzluğa neden olan açıklamaları kınıyoruz."
"Başkanımıza, bu kararı, Konseye, Komisyona, Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Komisyon Başkan Yardımcısına, Avrupa Konseyi Genel Sekreterine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başkanına, üye devletlerin hükûmet ve parlamentolarına, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türk Hükûmetine iletilmesi için talimat veriyoruz."
Değerli arkadaşlarım, bunlar herhangi bir muhalefet partisinin görüşleri değil, Avrupa Parlamentosunun görüşleri. Hani, ikide bir Avrupa Birliğine girmek için özen gösterdiğimiz Parlamentonun Türkiye'de olup bitenlerle ilgili çektiği fotoğraf budur.
Buna karşılık Dışişleri Bakanımız bir açıklama yaptı, onu da üzüntüyle karşıladığımı söylemek istiyorum: "Bu, `yok' hükmündedir." dedi. Keşke, biz "Yok hükmünde." dediğimiz zaman bir şey yok olsa. Yani biz gözümüzü yumduğumuz zaman yaşamdaki gerçekler, doğadaki gerçekler ortadan kaybolmuyor, yok olmuyor, onlar var, varlıklarını devam ettiriyorlar. Bugün de Türkiye böyle bir olayla karşı karşıya. Bu olayları, sadece o toplantı içerisindeki birkaç kendini bilmezin yaptığı eylemlerle özdeşleştirerek, sanki onların eylemiymiş gibi göstererek gerçekleri gizlememiz mümkün değildir.
Sevgili arkadaşlarım, bütün partilerden milletvekili arkadaşlarıma söylüyorum: Bizler de geçmişte gençlik hareketlerinin içinden geldik. Ben böyle bir hareket görmedim. Siz el ele tutuşmuş iki genci, birbirleriyle gülerek, el ele tutuşarak gözaltına alınan iki genci gördünüz mü? Dün gördünüz, polis yaralanıyor, polisi tedavi etmek için uğraşıyorlar. İktidar olarak, muhalefet olarak, siyaset kurumu olarak biz olayların bu olumlu yüzünü görmek durumundayız. Yani, iktidar partisi milletvekili arkadaşlarım muhalefet partisini suçluyor. Ya, hepiniz de bu Avrupa basınında, Amerika'da, dışarıda, Türkiye'de çıkan olayları en az benim kadar okuyorsunuz, biliyorsunuz. Bir tanesi bile bu olayları bizim nitelendirdiğimiz gibi "şiddet olayı" diye nitelendirmiyor.
Bakın, benden önce Sayın Bülent Turan konuştu; aslında güzeldi Bülent'in konuşması, ben gelişimde de dinledim. Tabii ki buradan sadece iktidar partisi değil, muhalefet de ders çıkarmak zorundadır, hepimiz ders çıkarmak zorundayız. Ayırarak yapamayız bunu. Ama hepimiz de üslubumuzu düzeltmek durumundayız öncelikle. Yani, eğer biz Türkiye'de bugün yaşanan bu olayları normalleştirmek istiyorsak, hayatı normal hâle çekmek istiyorsak önce bu Parlamentonun kullandığı dilin temiz olması lazım. Biz burada iki sene daha görev yapacağız ama bu üslupla, birbirimize saldırgan tavırlarla, kürsüde konuşan arkadaşımızın konuşmasını engelleyecek bir davranış göstererek bu olayları önlememiz mümkün değildir. Yani, "Bu kürsü milletin kürsüsüdür." diyoruz. Buraya çıkan arkadaşımız düşüncelerini söyleyecek. İktidar partisine ve Sayın Başbakana yönelik her türlü eleştiriyi "hakaret" olarak nitelendirip bir manevi baskı uygulamak çok doğru değildir. Elbette ki hakaret ile eleştirileri birbirinden ayırmak lazım. Yani, siyasi mücadele siyaset üzerinden olur, hakaretle siyasi mücadele olmaz ama benim söylediğim konu şudur: Bu Parlamentoda kullanılan dilden ben bir milletvekili olarak memnun değilim. Bizim topluma örnek olmamız gerekirken, topluma en sorumlu davranılması gereken bir süreçte birbirimizi suçluyoruz. Bunun altında kim var? Ben varım, ne yapacaksınız, ne olacak? Olay çözülüyor mu? Ben deminden de söyledim, bunun nedenlerini araştırırken iktidar partisini suçlamak için de nedenlerini bulmak istemedim çünkü nedenleri konusunda iktidarın tavrını eleştirmemizin artık bir anlamı kalmamıştır. Sonuçlarını ortadan kaldırmamız için nedenlerini ortadan kaldırmamız lazım. O nedenle, sorumlu bir dil kullanmak başta Başbakanın görevidir.
Son sözüm şudur değerli arkadaşlarım: Cumhuriyet Halk Partisi miting yapma kararı almıştı bu olaylar olmadan önce. Biz Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri olarak bu mitinglerin bu süreçte iptal edilmesi gerekliliğine inandık ve bunu partimizin yetkili organlarına ilettik ve bunun gereği yapıldı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) - Ama şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi -tabii, saygı duyuyorum, başka bir parti, iç işlerine karışmak istemem ama- böyle bir süreçte, gövde gösterisi niteliğinde miting yapıyor. Eğer bu mitingleri biz yapmış olsaydık, bu gösterileri biz organize etmiş olsaydık ya da MHP, BDP, anlarım, o zaman o gösteriyi yapabilirdiniz ama bunun bir tarafı yok, bunun bir tarafı yoktur değerli arkadaşlarım.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) - Bakın, birbirimize laf atarak, birbirimize, böyle, kürsülere, konuşmalara sataşarak bir yere varamayacağımızı söyledim. İki sene istesek de istemesek de bu çatının altında siyaset yapacağız.
Ben dün bir AKP ilçe başkan yardımcımla konuştum, dedi ki: "Biz et tırnak gibiyiz Sayın Vekilim. Hiç merak etme, bizi kimse ayıramaz." Bakın arkadaşlar, hepimiz sorumlu davranmak durumundayız.
BAŞKAN - Sayın Öztürk, lütfen?
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) - Tüm Parlamentoyu iktidarıyla, muhalefetiyle sorumlu davranmaya davet ediyorum.
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)