GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: BDP GRUBUNUN, TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ GÜNDEMİNİN "GENEL GÖRÜŞME VE MECLİS ARAŞTIRMASI YAPILMASINA DAİR ÖNGÖRÜŞMELER" KISMININ 68'İNCİ SIRASINDA YER ALAN (10/104) ESAS NUMARALI SEÇİM VE PARTİLER REJİMİNİN YOL AÇTIĞI SORUNLARIN ARAŞTIRILMASI VE ÇÖZÜM YOLLARININ BELİRLENMESİ AMACIYLA MECLİS ARAŞTIRMASI AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGESİNİN GÖRÜŞMELERİNİN, GENEL KURULUN 13 HAZİRAN 2013 PERŞEMBE GÜNKÜ BİRLEŞİMİNDE YAPILMASINA İLİŞKİN
Yasama Yılı:3
Birleşim:120
Tarih:13.06.2013

OĞUZ OYAN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; seçim sistemi üzerine bir grup önerisi var BDP'nin. Seçim sistemi aslında AKP'nin 12 Eylüle göbekten bağlı olduğunu tescil eden bir sistemdir. Bu sistemin arkasına sığınarak Mecliste büyük bir çoğunluğu elde etmeyi sürekli olarak gündeminde tutmuştur ve bugün Anayasa'yı bile değiştirmeye girişmekte ama buna dokunmayı asla gündemine getirmemektedir. Aslında tabii aynı zamanda bu sistem genel başkanlar sultası da yaratmaktadır ama bu sultanın AKP'ye ısmarlama bir elbise gibi uyduğunu da bugün herhâlde görüyoruz tam da başkanlık sultası. O sulta Türkiye'ye de aslında bir otokratik sulta olarak giydirilmeye çalışılıyor.

Efendim, şimdi, bizim grup olarak iki önerimiz var: 2011'de yüzde 5 önerdik seçim barajını, 2013'te, daha yakın tarihte yüzde 3 olarak önerdik. Bir şey söyleyelim, bunu hatta yüzde 0'a bile düşürmeyi düşünmeliyiz. Neden? Çünkü kitleler Taksim'den diyorlar ki: "Biz Mecliste temsil edilmiyoruz, bizim de temsil edilmemiz lazım." Dolayısıyla mümkün olduğu kadar bu siyasi partilere sığmayan kitlelerin de siyasi kanallarını açmamız gerekiyor.

Şimdi iktidar bu Taksim meselesinde Gezi'de, bir de referandum meselesini diline doladı yani "Bu aman çok demokratik bir sistem olur." diye. Değerli arkadaşlarım, plebisiter demokrasi ta lll. Napolyon'dan, 1848'den itibaren otokratik bir yönetimin baskıcı uygulaması olarak gündeme gelmiştir, bir demokrasi aracı olarak kullanılması enderdir. Taksim Gezi meselesi ile sınırlı olmayan bir olay ama sadece.

Taksim Gezi meselesine bakarsak şunu söyleyeyim:

Bir; hukuki süreç yürüyor, yani bir yürütmeyi durdurma var. Siz, yürütmesi durdurulmuş bir planı nasıl uygulayabilirsiniz, nasıl referanduma sunabilirsiniz?

İkincisi; kitleler İstanbul'u çok aşan bir kitlesellikle, çok aşan bir tepki düzeyiyle "hayır" dediler buna. Neye "hayır" dediler? Yeşile karşı parkların betonlaşmasına karşı tavır getirdiler. İkincisi, Topçu Kışlası üzerinden, 31 Mart vakası üzerinden bir gericiliği yeniden şahlandırmak isteyen, yeniden cilalamak isteyen bir zihniyete "hayır" dediler. Siz eğer Topçu Kışlası için "tarih" diyorsanız, o zaman İzmir'de, Konak Meydanı'nda Menderes'in yıktırdığı Taşkışla'yı da mı yapacaksınız? Sizin Sultanahmet'in arkasındaki o görünümü bozan binaları yıktırmaya yüreğiniz, gücünüz yeter mi? Onları yaptırmamak göreviniz vardı yapmadınız. Hadi şimdi gelin, küsmek müsmekle olmaz devletsen, doğayı koruyorsan, tarihi koruyorsan senin Topçu Kışla'ndan çok daha eski bir tarihi, 16, 17'nci yüzyıl tarihini simgeleyen bir yapıyı koruyun önce.

HALUK İPEK (Ankara) - Onu da koruyacağız.

OĞUZ OYAN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bu insanlar tepkilerini dile getiriyorlar. Daha ne yapsınlar? Siyaset eğer toplumsal tepkilere duyarlı değilse orada demokrasiden bahsedilemez.

Bakın ben size bir örnek vereyim: Benzer bir olay kırk yıl önce Paris'te oldu. Haller bölgesi -Paris'in tam merkezinde- yıkılıyordu. 1971 yılında buna ilişkin proje başlatıldı, yıkım başladı. Parisliler işgal ettiler orayı. İşgal ettiler, direndiler. Direndiler, ne yaptılar? Orada tiyatro gösterilerinden, müzik dinletileri, vesaire müthiş bir kitleselliğe ulaştı. Polisin bir kere olsun, bırakın gaz maz bir kere olsun yaklaşmadığı bir alan oldu orası. Müdahaleyi bırakın yaklaşmadı bile çünkü orada toplum vardı, o halkın sesi vardı. Sonra, yeni Cumhurbaşkanı Valery Giscard d'Estaing bu projeyi durdurdu, yeni bir proje? Çünkü o proje çok kütleseldi, esnekliği yoktu, çok işlevli değildi. Dolayısıyla onun yerine bu işlevleri taşıyan bir şeyin gelmesi gerekiyordu. Yeni bir proje yapıldı. Bu yeni proje 1975'te yapıldı, 1978'te uygulanmasına başlandı. Ama bir değişiklik daha olmuştu, 1977'de Jacques Chirac Paris Belediye Başkanı olmuştu. Jacques Chirac bu projeyi de durdurdu, uluslararası yarışma açtı ve 1981'de yani 1971'den tam on yıl sonra bu proje uygulanmaya başlandı. Bugün Paris'e gidenlerin, herkesin uğradığı "Forum des Halle" denilen bölge işte böyle bir bölgedir, böyle bir düşünen, uygar, medeni, demokratik bir ülkenin yaptığı bir olaydır. Kırk yıl sonra sizin ileri demokrasiniz Fransa'nın kırk yıl öncesinin fersah fersah gerisindedir.

Değerli arkadaşlarım, insanlar niye direniyorlar? Direniş niye var? Direniş, cumhuriyet yıkıcılığınadır. "Yetmiş beş yıllık cumhuriyet boşa geçmiş zamandır." diyen bizzat Başbakanın eşi tarafından eline tutuşturulmuş metinden? Bunadır, bu zihniyetedir.

Direniş, yeşile, doğaya rant gözüyle bakılmasınadır, çevre yağmasınadır. Üçüncü köprüye zamanında belediye başkanı iken "cinayettir" diyen Recep Tayyip Erdoğan'la aynı düşüncede olanların tepkisidir. "Cinayettir." diyordu. Evet, cinayettir, İstanbul'un bütün sulak alanlarını, ormanlarını yok etme projesidir.

AKP'nin bugüne kadar yaptıklarına direnmedir, bugünden sonra yapacaklarına direnmedir. Yani toplumun önüne koyduğu projeye, yeni toplum projesine direniyor insanlar, medyayı teslim almasına direniyorlar, özgürlüğün yok olmasına direniyorlar, şiddet uygulanmasına direniyorlar, şiddet oldukça daha fazla direniyorlar. Şiddeti yetmeyip bir de yalana dolana savrulmasına iktidarın direniyorlar, her şeyi ters düz etmesine. Provokatörlerle, eli sopalı polislerle yani desteklediği birtakım molotofkokteylcilerle, bütün bunlarla aslında bu direnişi itibarsızlaştırmaya çalışan bir iktidara direniyorlar.

Gençlere baskıya direniyorlar. Bu olaylar daha başlamadan yazılı soruma cevap aldım; 606 üniversite öğrencisi "Parasız eğitim istiyoruz." dedikleri için ya da iktidara eleştiri yaptıkları için hapse atılmışlardır ve hâlen tutuklular. Bu tabii, Taksim olayları öncesi, bundan sonra kaç kişi daha girdi, girecek, ayrı mesele. Yüzlerce öğrenciyi yani tutuklu bulunan medya mensuplarının 10 katı kadar öğrenciyi siz içeride tutuyorsunuz. Tabii, içeride olup bu arada okul eğitimi süren 2 bin küsur de bir şey oldu, notta iletiliyor.

Değerli arkadaşlarım, bu direnme pervasızca yapılan yolsuzluklaradır. Hukukun bu konuda ele geçirilmesine, Danıştayın dahi ortadan kaldırılmasına, Türkiye'de her türlü denetimin ortadan kaldırılmasına, Sayıştay raporu olmadan bütçe görüşülmesine -istediğiniz her şeyi koyun, bunların belki bir bölümüne ama hepsine, burada ne söylüyorsam- yargının ele geçirilmesine direniyor insanlar, düzmece iddianamelere direniyorlar. Toplumun aydınlık kesimlerine, muhaliflerine yargıyı bir baskı aracı, hatta bir şiddet aracı... Çünkü özgürlüklerin böylesi haksızca insanların elinden alınması bir şiddet uygulamasıdır. Buna direniyorlar. Bu, aslında bir öfke birikiminin patlamasıdır.

Değerli arkadaşlarım, siz, sadece bu geçmiş on bir yıla değil geleceğe dönük planlar yapıyorsunuz. Bu planlarınızda 2023 hedefleriniz var, hatta 2071'e kadar uzanabiliyorsunuz. Yani biz gitmemek üzere geldik diyorsunuz; biz, siyasal değişimden yana değiliz, iktidar değişiminden yana değiliz; biz, elimize geçirdik bırakmayız diyorsunuz ve biz, bu toplumda bir mühendislik, bir toplum mühendisliği uyguluyoruz, bunu bitirmeden gitmeyiz diyorsunuz. Bu bir despotluktur. Buna direnmektedir. Bu, bir teokratik faşist siyasal bir yapı inşasıdır. Buna direnmedir.

Değerli arkadaşlarım, bakın, ben size söyleyeyim: Bu öylesine tabana yayılmıştır ki sokağa çıkanlardan daha fazlası evlerinden tepki verdiler. Ellerinde çanak çömlekleriyle, tencere tavalarıyla, bayraklarıyla tepki verdiler. Kendi mahallelerinde sokağa çıkarak -belki Kızılay'a, Taksim'e gitmediler- kendi semtlerinde milyonlarca insan tepki verdi. Daha ne olsun?

Bu öylesine yaygın ki köyleri, herkesi kapsıyor. Geçenlerde cumartesi günü beş köyün ortak toplantısında 2/B'lerle ilgili insanlar feryat ediyorlar. 2/B konusunda rayiç değerler inanılmaz yüksek. Bir kadın -ki tanırdım onu- dedi ki: "Ben ekmek satarak hayatımı kazanıyorum. Zilyetliğimi, toprağımı elimden almaya çalışıyorlar. Yeter Tayyip! Sana hakkımızı vermeyeceğiz, halk artık senin karşında duracak." diyor ve arkasından elimden mikrofonu alıp "Çanakkale İçinde" türküsünü söylüyor. Siz bu milleti bu noktaya getirdiniz.

Tabii bir şey var. Uzlaşmayı bilmediğiniz için çok iyi bir şey yaptınız, milletin bütün bir araya gelmez şeylerini birleştirdiniz. Size belki de teşekkür etmemiz lazım. Ama tabii şunu da unutmayın: Halk insanı vezir de yapar, rezil de yapar. Ve sizin şu an yaptığınız en iyi şey halka öz güvenini kazandırmak oldu; halka vurdukça, halka şiddet uyguladıkça halk kendine güvenini artırdı ve dolayısıyla, sizin yıkılıp gideceğinize olan inancı pekişti.

Selam olsun zorbalığa direnenlere. (CHP sıralarından alkışlar)