| Konu: | SAĞLIK BAKANLIĞINCA KAMU ÖZEL İŞ BİRLİĞİ MODELİ İLE TESİS YAPTIRILMASI, YENİLENMESİ VE HİZMET ALINMASI İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TASARI VE TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 67 |
| Tarih: | 19.02.2013 |
CHP GRUBU ADINA RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 417 sıra sayılı Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İşbirliği Modeliyle Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini belirtmek üzere söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, şimdi, bu kamu-özel iş birliği modeli üzerine konuşuyoruz. Eskiden beri yap-işlet-devret ve yap-işlet formlarıyla zaten uygulamada olan bir model bu ve öncelikle de ulaştırma ve enerji alanlarında yoğunlaşmış durumda. Şimdi getirilen, bu kanun tasarısıyla getirilmek istenen, yap-kirala-devret adında bir model ve bunun sağlık ve aynı zamanda da eğitimde de gündeme alınmak istendiğini görüyoruz.
Burada karşımıza çıkan olgu şu: Kamu altyapı yatırımları dünyanın hemen her yerinde kamu tarafından, devlet tarafından yapılır. Yani, belli altyapı yatırımları vardır; bunlar fiziki altyapı, sosyal altyapı diye ayrılır. Özellikle sosyal altyapı yatırımları dediğimiz eğitim ve sağlık hizmetleri, sağlık yatırımları dünyanın hemen hemen bütün ülkelerinde kamu tarafından, devlet tarafından yerine getirilir. Bu, aynı zamanda, sosyal devlet olmanın da getirdiği bir sorumluluktur. Özel sektör elbette modelin içinde vardır, özel sektör de yatırım yapacak; bir ekonominin bütünü yalnızca kamu yatırımlarından, kamunun yaptığı yatırımlardan, hizmetlerden ibaret değil. Ancak buradaki mantık şudur: Kamunun altyapı yatırımları alanında uzmanlaşması, özel sektörün de dış ticarete konu olan sektörler dediğimiz, üretimi artıranpeik ihracata dönük olan sektörlerde yoğunlaşması beklenir. Yani, diğer bir deyişle, kamu yatırımlarıyla özel yatırımlar arasında bir ikame değil bir tamamlayıcılık ilişkisi vardır ve aynı zamanda, kamu yatırımlarının artmasının ekonomideki büyüme hızını, potansiyel üretimi, potansiyel çıktıyı arttırdığı ve ekonomiyi daha yüksek büyüme hızlarına ulaştırdığı bilinmektedir.
Şimdi, tabii, bu konu gündeme gelince ve özellikle sağlık alanında, kamu, altyapı yatırımları yapma sorumluluğunu özel sektöre bu modelle birlikte devretmek isteyince rakamlara bir bakayım dedim. Karşıma çıkan olgu şudur değerli arkadaşlar: AKP döneminde 2002-2011 arası -2012 yılı rakamları henüz kesinleşmedi- kamu sabit sermaye yatırımlarının millî gelir içindeki payı düşmüştür. 2002 yılında AKP iktidara geldiği zaman yüzde 4,9 olan kamu yatırımlarının millî gelir içindeki payı 2011 yılında yüzde 4,1'e düşmüştür. Peki -kamu yatırımları onlu sektör ayrımında izlenir Kalkınma Bakanlığı tarafından- sağlığın payı ne kadardır diye baktığımızda, 2002 yılında yüzde 5,1'miş, 2011 yılında yüzde 5'e düşmüş. Diğer bir bakış da kamu sağlık yatırımlarının, kamunun yaptığı sağlık yatırımlarının millî gelir içindeki, gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payıdır. O açıdan da baktığımızda, 2002 yılında binde 3'tür, 2011 yılında binde 2'ye gerilemiştir.
Değerli arkadaşlar, binde 2'lik bir rakamdan bahsediyoruz yani kamunun bu alanlardan çekilmesinin, kamuda bütçe açıklarını artırmayalım, bütçe açığı olacak." diye bir şey söylenmesinin bu bahsettiğim rakamlarla doğru olması mümkün mü? Kamunun altyapı yatırımları alanını terk etmesi aynı zamanda özel sektörü hızla bu alana sokmakta ve ekonominin potansiyel büyüme hızını azaltmaktadır.
Diğer bir konu: Bunu Sayın Bakan da çok iyi biliyor, önceki Bakan ve şimdiki Bakan zamanında da söyledik, dedik ki: Bu yatırımı kamu yapsaydı yani kamu yatırım programına alınsaydı ne kadara mal olacaktı? Kamu-özel iş birliği modeliyle ne kadara mal olacak? Fakat ne yazık ki bu karşılaştırmayı göremedik değerli arkadaşlar, oysa bizim bu karşılaştırmayı görmeye ihtiyacımız var.
5018 sayılı Kanun'da düzenleyici etki analizi vardır. Gelirler ve giderlere ilişkin getirilen birtakım hükümlerin, yasaların ne olduğunu, ne getirip ne götürdüğünü, yalnızca kısa dönemde de değil, orta, uzun dönemde de ne getirip ne götürdüğünü bilmek için bu düzenleyici etki analizinin yapılmasına ihtiyaç vardır. Ancak biz ısrarla talep etmemize rağmen bunun önümüze getirmemesinden anlıyoruz ki böyle bir düzenleyici etki analizi bu kanun tasarısında yapılmamıştır. Bu, çok büyük bir eksikliktir ve kanun hükümlerinin hiçe sayılmasıdır.
Diğer bir konu, sabit yatırım tutarı ile toplam kira bedelinin karşılaştırılmasıdır. Bakın, gene komisyonda ısrarla söyledik; bunları karşılıklı olarak görelim, maliyetleriyle görelim dedik. En son önümüze bir Kayseri Şehir Hastanesine ilişkin rakamları verdiler, onun üzerine biraz tartıştık. Orada da şunu görüyoruz biz değerli arkadaşlar: Şu anda bir sabit yatırım bedeli var yani ihaleyle artık kamu yapmıyor bu işi, siz özel sektöre bir ihale açıyorsunuz, bir yüklenici firmaya veriyorsunuz o yapıyor, cebinizden para çıkmıyor. Ama sonra ne oluyor? Otuz yıla kadar varan sürelerle siz ona kira ödüyorsunuz. Böyle bir model var mı arkadaşlar? Yani burada cebinizden para çıkıyor ama şu anda çıkmıyor. O zaman şu karşılaştırmayı yapmanız lazım: O sabit sermaye yatırımının bugünkü tutarıyla kira bedellerini otuz yıllık süre için topladığınızda nasıl bir karşılaştırma ortaya çıkıyor? Burada da gördüğümüz ne yazık ki şudur: Kira bedelleri sabit yatırım tutarlarını 4-5 kat artırmaktadır. Burada, iktisatta, bir kural vardır "bugünkü değer kuralı" diye yani şudur aslında: Siz bir yatırım yaptığınız zaman o parayı oraya bağlıyorsunuz, başka yerlere bağlayamıyorsunuz; yoksa onunla gider başka yatırım yaparsanız, onu bankaya yatırırsınız oradan para alırsınız. O açıdan belli bir faiz, belli bir iskonto oranıyla o parayı bugüne getirirsiniz. Öyle mi" diyoruz. Öyle de değil çünkü kiralar sabit olsaydı, artmasıydı öyle olabilirdi ama ne yazık ki üç ayda bir -dönem sonu diye söylenmiş, bu üç ay diye bize ifade edildi- ÜFE, TÜFE ortalaması kadar bedel artırılıyor. Aynı zamanda, döviz kurundaki artış bunu geçtiği zaman da o döviz kuru artışı da kira bedeline ekleniyor.
Şimdi değerli arkadaşlar, bakın, Türkiye'nin iktisat tarihini hepimiz biliyoruz. Türkiye, dört beş yıl, altı yıl gibi aralıklarla, belli aralıklarla krize giren bir ülkedir. Ekonominin yapısal problemleri vardır, ekonomi üst üste dört beş yıl hızlı büyür, ondan sonra birdenbire ciddi daralma yılı olur, kriz yılı olur ve bu da kendini döviz kurlarında gösterir. Döviz kuru birdenbire ikiye katlanır. İsterseniz vereyim: Değerli arkadaşlar, 2000 yılında 1 doların TL karşılığı 624 bin liraymış, 2001 yılında, krizde 1 milyon 225 bin liraya çıkmış yani yüzde 100 artmış. Yani o dönem içinde böyle bir model uygulanmış olsaydı kira bedeli ÜFE, TÜFE kadar, ikisinin ortalaması kadar, aynı zamanda kur arttığı için yüzde 100 de artmış olacaktı. Böyle bir şeyi kabul etmek mümkün mü?
Değerli arkadaşlar, bu nasıl bir model, nasıl bir bedel şeyi? Zaten, siz sonuçta kirayı artırıyorsunuz, bir de üstüne üstlük kira bedellerini topladığınız zaman bugünkü değerden sabit olarak baktığınızda da hiç değişmediğini varsaydığınızda da bir bakıyorsunuz ciddi farklar çıkıyor. Bu tabii, büyük, ciddi sakıncalar içeriyor.
Gene başka bir sakınca, hazine garantileri değerli arkadaşlar. Bu model, hazine garantileri yoluyla bir koşullu yükümlülük yaratmaktadır. Koşullu yükümlülük şu demek: Şu anda bir yükümlülüğünüz yok ancak belli koşullar gerçekleştiği zaman o yükümlülük ortaya çıkacak demektir ve bunun sonucunda da hazine buna garanti verecektir. Yani bugün bütçe açığı artmıyor ama gelecekte herhangi bir biçimde -ki, çok uzun süreler konuşuluyor arkadaşlar, iki yıl, üç yıl, beş yıl değil, yirmi beş-otuz yıldan bahsediyoruz- bir sorun olduğunda hazine buna garanti verecek. Maliye literatüründe kuşaklar arası bütçeleme yaklaşımı vardır. Yani, siz, gelecek kuşakları, çocuklarımızı, torunlarımızı bu şekilde borç altına sokuyorsunuz ve ne olduğu belirsiz, ne olduğunu bilmediğimiz bir borç içine sokuyorsunuz çünkü her an gerçekleştiği zaman herhangi bir kriz durumu bu şekilde bir borçta yükselme olacak. Son bir noktaya değineyim, ondan sonra? Zamanımız bitiyor tabii.
Değerli arkadaşlar, aslında bu konuya ilişkin olarak tabii, söylenecek birçok şey var ama bir nokta şudur: Hazine garantisi konusunda, biliyorsunuz -alt komisyon üyesiydim ben, orada da, sonra üst Komisyonda da ayrıntılı biçimde tartıştık.- şimdi, bakın, bir yüklenici var, diyelim ki ihaleyi aldı. Yüklenici ne yapacak onu? Sonuçta gidecek, bir kısmını dışarıdan borçlanacak çünkü büyük rakamlardan bahsediyoruz. Gidecek, yabancı bir bankadan borç alacak. Yabancı banka bu, hazine garantisi olmasaydı ona borç verir miydi? Belki vermeyecek, belki projeyi beğenmeyecek, belki geri dönüşünün olmadığını düşünecek ama siz hazine garantisi verdiğiniz zaman, o zaman onu verir çünkü yabancı bankanın, oradaki kreditörün kaybedeceği hiçbir şey yok; Nasıl olsa ödeyemediği zaman hazine devreye girecek, bu borcu sonuna kadar ödeyecektir değerli arkadaşlar.
Böyle bir kanun tasarısı kabul edilebilir değildir. Son derece kapsamı genişletmekte, kamunun yapması gereken temel alanları, altyapı alanlarını böyle bir modelle özel sektöre devretmektedir.
Bu nedenlerle bu kanun tasarısına karşı olduğumuzu tekrar belirtiyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.