| Konu: | YARGILAMA SÜRELERİNİN UZUNLUĞU İLE MAHKEME KARARLARININ GEÇ VEYA KISMEN İCRA EDİLMESİ YA DA İCRA EDİLMEMESİ NEDENİYLE TAZMİNAT ÖDENMESİNE DAİR KANUN TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 31 |
| Tarih: | 29.11.2012 |
MHP GRUBU ADINA FARUK BAL (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 342 sıra sayılı Kanun Tasarısı'yla ilgili Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini arz etmek üzere huzurunuzdayım. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
Bu tasarı, makul sürede bitirilemeyen davaların mağdurlarının tazminine ilişkin bir tasarıdır. Yine bu tasarı, uzun süre tutuklu kalanların uğramış olduğu mağduriyeti giderme adına getirilmiş bir tasarıdır. Bu nedenle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine açılmış çok sayıda dava bulunmaktadır. Türkiye, 47 ülke içerisinde, maşallah, 2'nci sıraya kadar yükselmiştir. Buna bir çare olsun diye yüce Meclisin huzuruna getirilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, çare bu değildir, çünkü yüce Meclisin huzuruna getirilen sonuçtur. Yargının siyasallaşması, yargının hantallaşması, yargının günü geldiğinde güvenli bir liman olarak bütün vatandaşlarımızın huzûri kalb ile müracaat edebileceği bir yer olarak tanzim edilmesi gerekirken, yargının işleri uzatan, işleri zamanında göremeyen, insanları evinden, çoluğundan çocuğundan uzaklaştıran, haksız yere tutuklu kılan bir yer olduğunun ikrarıdır bu tasarı. Dolayısıyla, on yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri, yargının temel sorunlarının sebeplerini halledememiştir, Yargının temel sorunlarına çare aramamıştır, ortaya çıkan vahim duruma ve o durumun üstünü örtecek bir tasarıyla karşımızdadır.
Değerli arkadaşlarım, on yıl boyunca yargının teknoloji ihtiyacı vardır, teknolojiyle bütünleşmesi ve yargının emrine teknoloji girmesi gerekmektedir. Bu, artık manuel ya da elle iş görme devrinin aşıldığı dijital ve elektronik ortamda hizmetlerin sunulduğu 21'inci yüzyılın bir zaruretidir. Bu, gizli kapaklı bir şey değildir, en azından bu Mecliste Milliyetçi Hareket Partisinin millî yargı sistemini ben defalarca anlattım, oradan örnek alınabilirdi. Milliyetçi Hareket Partisinin yapay zekâ ile yargının hızlandırılması, yargı mensuplarının -hâkiminden kâtibine kadar- usul hatası yapması hâlinde yapay zekâ modellemesiyle geliştirilmiş programlarla hızlı, etkin ve adil bir sonuca ulaştırılmasına ilişkin çözümlerine Adalet ve Kalkınma Partisi kulak tıkamıştır. Yine, yargının delilleri derleme, toplama, bunları bir bütün hâlinde elinde teraziyle bekleyen hâkimin vicdanına sunma anlamında kullandığımız ve Türkçeye çok güzel bir söz olarak kazandırdığımız verisayar sisteminin yargının içine girmesi ve dosyaların arasında tozlarla, gözlüklerle boğuşan hâkimler yerine bilgisayarın verisayar metodolojisinden yararlanarak, modellemesinden yararlanarak süratle delilleri görebilme, değerlendirebilme ve vicdanında tartabilme yeteneğine ulaştırılması gerekirdi. Bunlar, on yıl boyunca heder edilmiş bir zaman içerisinde kaybolmuş değerlerdir.
Değerli arkadaşlarım, yargının on yıl boyunca personel sorunu halledilememiştir. On yıl boyunca yargının personel sorunu halledilemediği gibi, motivasyonu bozulmuştur. Yüksek yargı mensupları korkutulmuştur, şu anda korkmaktadırlar; hâkim korkmaktadır, savcı korkmaktadır, kâtip korkmaktadır, mübaşir korkmaktadır. Yargıya güvenli bir liman olarak müracaat eden sanıklar korkmaktadır, mağdurlar korkmaktadır, şikâyetçiler korkmaktadır. Neden korkmaktadır? Yargının üzerindeki siyasal güçten korkmaktadır. Bunun anlamı, siyasallaşmış yargıdan korkmaktadır, Allah'ın insanlığa bahsetmiş olduğu adalet duygusunun gerçekleştirilememesinden korkmaktadır. İşte bu, yargının temel sorunudur, bu temel sorun içerisinde yargı, sadece siyasal bir hâli ile hem yargılayan kişiler hem yargılanan kişiler açısından korkunun hâkim olduğu bir motivasyon bozukluğuna uğramıştır. Yargının araç gereç sorunu vardır. Yargının, statüsüne uygun yani türünü yargılayan kişi olarak hayat standardına ulaşamaması nedeniyle ezikliği vardır.
Bütün bunlar, yargının kısaca özetlediğim temel sorunlarıdır, temel sebepleridir; davaların uzaması ve uzun tutukluluk sürelerinin önümüze gelen tasarıda ortaya koyduğu ve ikrar edildiği gibi sebepleridir ama on yıl boyunca AKP bu sebepleri ortadan kaldıran bir icraat yapamadığı gibi, tam aksine, davaların uzaması için, uzun tutukluluk hâllerine sebep oluştururcasına birtakım davranışlarda, birtakım kanun tekliflerinde, tasarılarında ve uygulamalarında bulunmuştur. On yıl boyunca toplumda bir yozlaşma görülmektedir. Adalet ve Kalkınma Partisi, uyguladığı ekonomik ve sosyal politikalarla fakirleştirilen, işsizleştirilen, mülksüzleştirilen bir kitle yaratmıştır. Bu yozlaşmanın getirdiği nokta Türkiye'de iki temel yargı sorununu doğurmuştur. Bunlardan birisi, suç ortamının genişlemesi ve derinleşmesi; diğeri ise, hukuki ve idari davaların genişlemesi ve derinleşmesi.
Bunun yanı sıra, Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidara geldiğinde, mevzuat değişiklikleriyle yargının üzerine yük üzerine yük bindirmiştir. 2004 yılında çıkarılan Ceza Kanunu 10'dan fazla değiştirilmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu değiştirilmiştir, Kabahatler Kanunu değiştirilmiştir ve benzeri mevzuat değişiklikleriyle, yargının görüp bitirdiği davalar dâhil olmak üzere, kesinleşmiş davalar dâhil olmak üzere, lehe olan hüküm uygulaması nedeniyle bir dava en az 4 defa tekrar yargının önüne gelmiştir. Bütün bunları topladığımız zaman, elbette ki yargının iş yükü artacaktır, elbette ki bunun doğal sonucu olarak davalar zamanında bitirilemeyecektir. Bu, sabahleyin güneşin doğması kadar tabii bir gerçektir ve bu gerçeğin gereğini Adalet ve Kalkınma Partisi on yıl boyunca yerine getirmemiştir. Şimdi, karşımıza bir ikrar ile "Ben bu işi yapamadım, ben bu işi beceremedim. Benim yargımın ortaya koymuş olduğu davalar neticesinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde ben perişanım. Ne yapalım? Bu perişanlığın üstünü bir tül perdesiyle örtelim, yargının verdiği kararları bir kenara bırakalım onun yerine idarenin verdiği bir kararla vatandaşı mutlu edelim?"
Değerli arkadaşlarım, bakın, size birkaç tane örnek vereceğim işin vahametini anlayabilmek için: Hep 2002'den başlatırsınız ya, sanki İsa 2002'de doğdu, milat o. 2002'de cumhuriyet savcılıklarına gelen soruşturma dosyası adedi 2 milyon 935 bin 300. 2012'de bu yüzde 105 oranında artmış, 6 milyon 15 bin. Elbette ki yargının iş yükü artmış, işte bu devri iktidarınızın ikrarı.
Ceza mahkemelerinde yargılama süresi 2002 yılında 232 gün. 2012 yılında, on yıldır yargıya hizmet etmek, yargının önünü açmakla mükellef olan Adalet ve Kalkınma Partisinin devri iktidarında 232 günlük süre -ceza yargılamasında- 291 güne çıkmıştır yani yargılama süresi bu kadar uzamıştır.
Hukuk mahkemelerinde yargılama süresi 174 gündür 2002 yılında. Bu, on yıllık AKP İktidarında 214 güne çıkmıştır.
İcra davalarında artık her şey bitmiş, vatandaş hakkını alacaktır. 2002 yılında 544 günde hakkına ulaşabiliyor icra dairesinde, on yıllık AKP İktidarının neticesinde bu süre 793 güne çıkıyor.
Bunu uzatmak mümkün, Yargıtayın hukuk dairesinde, ceza dairesinde vesaire. Bütün bunlar, değerli arkadaşlarım, yargıdaki motivasyon bozukluğu, yargıdaki korku ortamı, yargının siyasallaşması ve toplamında da yargının hantallaşmasıdır. Oysa bizim ceddimizden, itikadımızdan, inançlarımızdan, geleneklerimizden, manevi değerlerimizden aldığımız öz, adalet mübarektir, mukaddestir, kul hakkının teslim edileceği yerdir. Adalet, Peygamber postunda oturan kişinin, insanların diline, dinine, cinsine bakmaksızın herkese eşit olarak hakkını dağıttığı yerdir, ama bugünkü Türkiye'de bunu göremiyoruz. Bugün ilçelerde, illerde işi düşen, mahkemelik olan insanlar Adalet ve Kalkınma Partisinin il başkanlarını, ilçe başkanlarını arıyor. Yargı bu kadar siyasallaşmış, yargı bu kadar hantallaşmış durumdadır.
Değerli arkadaşlarım, böyle bir fotoğraftan ortaya çıkacak sonuç, elbette ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde, 47 ülke arasında 2'nci sırada özürlü bir hâli de ortaya koymaktadır. Ama bir tek orada görmüyoruz. Yargı dediğimiz olay sadece biraz önce anlattığım kültürel değerler, manevi değerler itibarıyla mübarek ve mukaddes değildir, aynı zamanda demokratik değerler itibarıyla da eş değerde, eş değer bir konumdadır. Hukuk devleti dediğimiz, demokrasi dediğimiz mekanizmayı çalıştıran, kontrol eden, çek eden, balans eden kurum yargıdır. "Hukuk devleti" dediğimiz kavram, yasama organı eğer Anayasa'ya aykırı bir iş yapıyorsa, yargı ile denetlendiği bir sistemin adıdır. "Hukuk devleti" denilen sistem, eğer idare hukuka aykırı bir iş yapıyorsa idare mahkemeleri ve Danıştay tarafından denetlenen ve değerlendirilen bir sistemdir. "Hukuk devleti" dediğimiz sistem, vatandaşın, günü geldiğinde "Ben hakkımı mahkemede ararım." diye güvenle gidebileceği bir yerdir. Budur hukuk devleti.
İşte hukuk devleti ve demokrasi açısından Türkiye'nin içinde bulunduğu durum.
Sayın Bakanım, yabancı bir kaynaktan size bir rakam vereceğim. The Economist dergisinin yaptığı bir incelemeye göre, 167 ülke sıralanıyor, Türkiye bu 167 ülkeden 4 ayrı gruba ayrılan ülkelerden 3'üncüsünde. 1'inci grup full demokratik ülkeler yani tam demokrasisi olan ülkeler. 2'nci grup kusurlu demokrasisi olan ülkeler. 4'üncü grup -3'ü söylemeyeyim- otoriter ülkeler. 3'üncü grup ise hibrit yani karma, otoriter veya demokrasi arasında karışık ülkeler; tam da bize uyuyor. Biraz önce korkutulmuş, siyasallaştırılmış, hantal hâle getirilmiş dediğimiz yargı, kuvvetlerin yetkilerini kontrol edemiyor, denetleyemiyor -yasamayı denetleyemiyor- yürütmeyi denetleyemiyor ama vatandaşın hakkını hukukunu da verebileceği güvenli bir liman görevini yerine getiremiyor ve işte bu hâli itibarıyla da Türkiye, 167 ülkeden otoriter olan 57 tane ülkeyi çıkardığımız zaman -ki otoriter değildir Türkiye- bu takdirde 112 ülke içerisinde 88'inci sıradadır.
Sayın Bakanım, on yıllık Adalet ve Kalkınma Partisinin yargı ile ilgili uygulamış olduğu politikalar, işte bu fotoğrafta olduğu gibi kendini ortaya koymaktadır.
Şimdi, bütün bunlar sebep, yargının içine düştüğü sebep, yargının siyasallaşmasının, hantallaşmasının, güvensiz bir hâlde bulunmasının sebepleridir; önümüzdeki tasarı ise sonuçtur. Siz sonuca göre hareket ediyorsunuz. Sonuca göre hareket edildiği zaman doğru bir söz ile karşı karşıyasınız. Yanlış yerden bakarsanız doğruyu göremezsiniz, yanlış yerden başlarsanız doğru sonuca ulaşamazsınız. İşte bunun içerisindeki yanlışları da sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
Sayın Bakanım, ilk olarak uzun yargılamanın varlığı nedeniyle Türkiye'nin mahkûmiyete müstahak, özürlü bir yargısının olduğunu ikrar ediyorsunuz bu tasarıyla.
İki: Devri iktidarınızda çok vahşi bir şekilde görülen uzun tutukluluk hâlleriyle insanların hürriyetlerinden edilmiş olmalarının da ikrarıdır bu tasarı. Ama bir başka ikrar daha geliyor ki o bizi korkuya ve endişeye sevk ediyor. O da "Yargı bu işleri pek beceremiyor, ben bunu yürütme olarak yapayım." mantığıyla bu tasarıyı getiriyorsunuz. Bu, parlamenter demokratik sistemin özüne, sözüne aykırıdır. Bu, hukuk devletine aykırıdır. Bu, yargının bağımsızlığına aykırıdır. Bu, yargının tarafsızlığına aykırıdır. Bu, tabii hâkimlik ilkesine aykırıdır. Daha ne sayayım? Hukuk ve demokrasiyle ilgili ne kadar ilke varsa hepsine aykırıdır bu.
Çözüm mü istiyorsunuz? İşte, MHP söylüyor: "Bunu Hükûmetin yetkisinde bir organla değil, bunu idari davalarda Danıştaya verin; hukuk davalarında, ceza davalarında Yargıtayın ilgili dairesine verin veya ikisini de beğenmiyorsanız, bunca 387 üyeli obez bir mahkeme yaratılmasına rağmen, buraları beğenmiyorsanız Anayasa Mahkemesine verin. "Bu iş yargının işidir, bu iş Hükûmetin işi değildir, bu bir rejim sorunudur. Bu sadece bir anayasa ihlali, demokrasi ihlali değildir, bu bir rejim sorunudur.
Bununla yetinmiyorsunuz, Bakanlar Kuruluna Meclisten çıkacak bu kanunu genişletme yetkisi veriyorsunuz. Bunun anlamı nedir? Bunun anlamı "Bakanlar Kurulu yargı aleyhine yetkimi genişletiyorum." ile yetinmiyor, "Yasamanın yani kanun çıkaracak olan Meclisin yetkilerine de ben müdahil olacağım." demektir. Böyle bir hukuk, böyle bir demokrasi olabilir mi? Bunun neresi Anayasa'ya uygun?
Değerli arkadaşlarım, "İşte, böyle yanlış yerden başlayarak yanlış sonuçlara ulaşacağız." şeklindeki düşüncenin çok güzel bir örneğini burada veriyorsunuz. Vereceğimiz önergelerle inşallah bunları düzeltebilme ferasetini, hakkaniyetini ve siyasi olgunluğunu da gösterirsiniz.
Değerli arkadaşlarım, yürütme organının oluşturacağı kurulun vereceği karar? Bu karar garip bir şekilde? Ben şaşırıyorum, anlayamıyorum, okudum, anlamadım; acaba yanlış mı anladım diye tekrar okudum, yine anlayamadım ama bir de size anlatayım, belki siz anlarsınız, bana anlatırsınız.
Şimdi, yargı bir karar veriyor. Makul bir sürede bitiremedi davayı veya uzun tutukluluk hâliyle insanı mahkûm etti. Vatandaş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmiş, orada bir yargı yoluna müracaat etmiş Anayasa'mıza göre. Bu tasarıyla diyoruz ki: Gel buraya, vazgeç oradan. Ben bir idari organ kurdum. Burada senin hakkını vereceğim." Geldi vatandaş, bir karar verdiniz. Vatandaş beğenmedi. Ne yapacak? "Tekrar yargıya git." Yani uzatmanın uzatması. Ya, futbolda bile maç doksan dakika, arkasından dört-beş dakika uzatma verilir, siz dört-beş dakikadan sonra 2 devre daha uzatıyorsunuz Sayın Bakanım. Yargının, idare mahkemesinin verdiği kararı beğenmedi, oradan da Danıştaya gidecek temyize. Böyle şey mi olur? Böyle mantıksız bir düzenleme yapılabilir mi? Bu kadar çaresiz değildir Adalet Bakanlığının bürokratları, bu kadar çaresiz değildir. Bu işte kimden akıl aldıysanız, hukukçular? Siz yeter ki bunların üzerindeki siyasi baskınızı kaldırın. Bu baskıyı kaldırırsanız çare var. Çare, eğer biraz önce önerdiğimiz gibi tazminat mercisini Yargıtay, Danıştay veya Anayasa Mahkemesi yaparsanız, o takdirde, böyle bir düzenlemeye ihtiyacınız kalmayacaktır. Anayasa Mahkemesi olması doğaldır çünkü bireysel başvuru hakkını zaten Anayasa Mahkemesine verdik. Anayasa Mahkemesi aynı konuda işlev göreceğine göre bu işlevini yerine getirsin. Bu defa, Anayasa Mahkemesinin işi uzar, bir de oradan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gider diye korkuyorsanız, gelin, Anayasa Mahkemesinin siyasallaşmış hâlinden, gerçekten Anayasa Mahkemesi hâline dönüştürebilecek kuruluşunu, üye seçimini, işleyişini ve dairelerini tekrar tanzim edelim.
Sözün özü: Sayın Bakanım, siz sivrisinekleri avlamakla meşgulsünüz bu kanun tasarısıyla. Asıl olan, bataklığı kurutmaktır. Asıl olan, yargıyı olması gereken yere iade etmektir. Bağımsız, tarafsız, peygamber postunda oturan; hiç kimsenin diline, dinine, cinsine, fakirliğine, zenginliğine, partisine bakmadan hakkı teslim edecek olan bir yargıyı oluşturmaktır.
Size önerimiz ve son sözümüz: Sivrisinekler avlamakla bitmez ama bataklık kurutulur.
Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bal.