GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: MHP GRUBU ÖNERİSİ
Yasama Yılı:3
Birleşim:105
Tarih:16.05.2013

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisinin grup önerisi üzerine Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini belirtmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben konuşmaya başlamadan, öncelikle, Hatay Reyhanlı'daki patlamalarda hayatını kaybeden insanlarımıza Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum ve hastanelerde yaralı olan vatandaşlarımıza da acil şifalar diliyorum. Bu konunun, bu durumun da aslında Hükûmetin dış politikasını yeniden gözden geçirmesi için bir vesile olmasını diliyorum. Çünkü ben de Reyhanlı'ya giden heyetteydim ve Reyhanlı'da yaşadıklarımız anlatılabilecek gibi şeyler değildi. Bu açıdan, bir an önce sorumluların, gerçek sorumluların yakalanmasına ihtiyaç vardır diyorum.

Şimdi, buraya, ülkemizin IMF'ye olan borçlarını ve aynı zamanda da Türkiye'nin dış borç stokunu konuşmak üzere gelmiş bulunuyorum.

Şimdi, tabii, değerli milletvekilleri, borç bir neden değildir, bir sonuçtur, ülkede uygulanan ekonomik ve sosyal politikaların ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Borcu iç borç ve dış borç olarak iki kapsamda inceleriz. Tabii, bunların ortaya çıkış nedenleri, dinamikleri ve ekonomide yarattığı etkiler birbirinden farklıdır. İç borçlar sonuçta ekonomi içindeki insanlara olan borçlardır. Ekonomi içindeki fiyat hadleri, faiz oranları bu borçların hızlı bir biçimde değişmesine, azalmasına ya da artmasına neden olabilir. Ama dış borçlar öyle değildir, çok daha köklüdür, temel nedenleri vardır ve esas itibarıyla da bir ülkenin yabancı ülkelerle olan alışverişlerini yani onlara sattıkları mal ve hizmetlerle onlardan aldıkları mal ve hizmetler arasındaki farka yani cari işlemler açığına direkt olarak atıf yapar. Eğer bir ülke açık veriyorsa o zaman ne olur? Onun dış borç stoku hızlı bir biçimde artar.

Şimdi, değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisinin temel problemi şudur: Türkiye ekonomisinde üçüz açık vardır. Yani şu demektir bu: Hem kamu sektörü açık vermektedir hem özel sektör açık vermektedir hem de ekonomi dış açık yani cari işlemler açığı vermektedir. Bunun sonucunda da ekonomi içinde borcu olmayan hiçbir ekonomik aktörün kalmadığını görmekteyiz.

Şimdi, tabii, Hükûmet IMF borçlarının azalmasıyla, en sonunda sıfırlanmasıyla övünüyor. Gerçekten de iki gün öncesi itibarıyla IMF'ye olan borçlar bitmiş durumda. Şimdi, tabii, IMF'ye olan borçlar, Türkiye'nin toplam dış borcunun küçük bir kısmını oluşturmaktadır.

Bakın, 2002 yılı rakamlarıyla isterseniz vereyim: 2002 yılında Türkiye'nin IMF'ye olan borcu 23,5 milyar dolardır ama aynı dönemde Türkiye'nin toplam dış borç stoku 130 milyar dolardır. Yani IMF borcunun payı sadece yüzde 18'dir. Ama onun sonucunda, bugün itibarıyla geldiğimizde, IMF borcu bitmiştir ama Türkiye'nin dış borcu 130 milyar dolardan 337 milyar dolara çıkmıştır.

Şimdi, bakın, değerli arkadaşlar, AKP olarak, Hükûmet olarak sıklıkla yaptığınız bir kıyaslama var. Türkiye'nin 1923'ten 2002'ye kadar olan dönemiyle kendi döneminizi, on yılı, kıyaslıyorsunuz. Ben de burada bir kıyaslama yapayım, vatandaşlarımız, izleyicilerimiz de bunu öğrensinler: Türkiye Cumhuriyeti'nde 1923'ten 2002 yılına kadar yapılan toplam dış borç 130 milyar dolardır ve bu dış borcun içinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin Osmanlı İmparatorluğu'ndan devraldığı borçlar vardır ve Türkiye Cumhuriyeti 1954 yılına kadar bu borçları ödemiştir. Onun dışında, kurulan kamu iktisadi teşebbüsleri vardır, Etibanklar vardır, Sümerbanklar vardır, şeker fabrikaları vardır, Demiryolları vardır, aklınıza gelen bütün KİT'ler, 50'ye yakın kamu iktisadi teşebbüsü bu dönemde kurulmuştur ve toplam yapılan dış borç 130 milyar dolardır. Peki, AKP döneminde, on yıllık dönemde ne olmuştur? O borç, 130 milyar dolar olan borç, on yılda 207 milyar dolar artmış ve 337 milyar dolara çıkmıştır ve bu, aynı dönemde 38 milyar dolarlık özelleştirme yapılmasına rağmen olmuştur. Yani, Türkiye Cumhuriyeti'nin seksen yılda yaptığı, bütün o kamu iktisadi teşebbüslerini, yatırımları, hepsini sattınız özelleştirdiniz; ona rağmen, Türkiye Cumhuriyeti'nin borcunu 2,5 kat katladınız. Şimdi, bunun neresi doğru bir performanstır, neresi başarılıdır bunu anlamakta açıkçası ciddi biçimde zorluk çekiyoruz.

Diğer taraftan, 337 milyar dolar borcun üçte 2'si özel sektör borcudur. Özel sektörü de ikiye ayırdığımızda "finansal kuruluşlar ve reel kuruluşlar" diye, yüzde 50'den fazlasını özel sektör borcunun içinde reel sektörün oluşturduğunu görüyoruz. Bu, AKP hükûmetlerinin uyguladığı ekonomik politikaların doğrudan bir sonucudur. Dışarıdan gelen sıcak paraya, kısa vadeli sermeye hareketlerine dayalı bir büyüme modelinin Türkiye'yi getirdiği noktadır; bunun sonucunda, Türkiye ekonomisinde cari işlemler açığı hızlı bir biçimde artmıştır.

Bakın, bir rakam daha vereyim: 2002 yılında cari işlemler açığı 0,6 milyar dolardır yani 1 milyar doların altındadır ama hepimiz çok iyi biliyoruz ki bu rakam 2011 yılında 75 milyar dolara çıkmıştır. İşte 2012 yılı, tabii bir daralma dönemi olduğu için, büyüme hızının yavaşladığı bir dönem olduğu için 47 milyar dolarda kalmıştır. Aslında tabii rakamlar daha fazlaydı ama biliyorsunuz turizm istatistiklerinde değişiklik yapıldı değerli arkadaşlar, ona dayalı olarak 2 milyar dolara yakın cari işlemler açığımız azaldı. Diğer taraftan, bu borçların içinde kısa vadeli dış borçların payı ciddi bir büyüklük arz etmektedir, yaklaşık üçte 1'ini kısa vadeli dış borçlar oluşturmaktadır.

Şimdi bakın, gene Hükûmetin sıklıkla övündüğü bir konu var, Merkez Bankası döviz rezervleriyle, altın dâhil rezervlerle övünülüyor. İşte "Biz geldiğimizde Merkez Bankası rezervleri şuydu, biz aldık onu, şuradan şuraya çektik." İyi de, değerli arkadaşlar, bu bir varlıktır. Bir kere, bu, sonuçta sizin paranız değil, bir yerden, dışarıdan gelen bir paradır, bunun maliyeti vardır, maliyetsiz bir para değildir. Bir kere bunu öncelikle bilelim.

İkinci konu da şudur: Bu bir varlıksa buna yükümlülüklerle beraber bakmak gerekir, tek başına bir şey ifade etmez. Nedir oradaki yükümlülük? Merkez Bankası rezervlerinin, altın dâhil rezervlerin kısa vadeli dış borçları karşılama oranına bakacaksınız. Yani ekonomide "kısa vadeli dış borç" derken bir yıldan az vadesi olan borçları kastediyoruz, buna baktığınızda Türkiye ekonomisinde, altın dâhil, Merkez Bankası rezervlerinin kısa vadeli dış borçları karşılama oranı yüzde 100'lerin altındadır. Yani bir taraftan cari işlemler açığı veriyorsunuz, diğer taraftan da borçlar var ödemeniz gereken, sonuçta ödeyeceksiniz onları, belki yeniden borç alacaksınız ama o borçları çevirmek zorundasınız. Böyle bir yapının içinde o zaman Merkez Bankası rezervleriyle övünmek diye bir şey söz konusu olamaz.

Biraz önce Sayın Arslan konuştu. Ben aslında girmeyi düşünmüyordum kamu yatırımlarına. Kendisine teşekkür ediyorum. "Kamu yatırımları, işte, bizim dönemimizde, AKP döneminde artmıştır." dedi. Ben bir rakam vereyim değerli arkadaşlar: Kamu sabit sermaye yatırımlarının millî gelir içindeki payı 2002 yılında yüzde 4,9'du, 2011 yılında yüzde 4,1'e düşmüştür. 2012 yılı rakamları henüz gerçekleşmedi ama onun da yüzde 4,2, yüzde 4,3'ler civarında olacağını tahmin ediyoruz. Bu açıdan baktığımızda, kamu yatırımlarında ciddi bir azalma vardır.

Diğer taraftan -gene ben girmeyecektim, teşekkür ediyorum kendisine- yap-işlet-devretle esas ifadesini bulan kamu-özel ortaklık modeline girdi. Gerçekten de bu model çok ciddi koşullu yükümlülükler yaratmaktadır. Büyük projelere, çok büyük projelere -ulaştırma, enerji, şimdi, en son eğitim ve sağlık da bu kapsama alınmıştır- hazine garanti vermektedir değerli milletvekilleri. Ve o süreler içinde, işletme süreleri içinde ya da kiralama süreleri içinde herhangi bir nedenle işletici o borcu ödeyemediği zaman bu borçlar hazine tarafından devralınmaktadır. Bunun adı "koşullu yükümlülük"tür; eğer bu koşullar gerçekleşirse, işte, o zaman bunlar da Türkiye ekonomisinin borç hanesine yazılacaktır. Böyle bir anlayış, böyle bir şey söz konusu olabilir mi? Neden böyle bir riske atıyorsunuz Türkiye Cumhuriyeti'ni?

Bakın, iktisatta maliye yazınında bir kuşaklar arası bütçeleme yaklaşımı vardır. Bütçe yaparken bütçenin yalnızca bugünkü sonuçlarını, kısa vadeli sonuçlarını düşünmezsiniz. Onların orta, uzun vadede ne getireceğini, gelecek kuşaklara neleri bırakacağını, bir yük getirip getirmediğini de hesaplamak zorundasınız ama ne yazık ki böyle bir anlayıştan Hükûmet son derece uzaktır. O yüzden "IMF borçları azalıyor." ifadeleri hiçbir şekilde Türkiye'nin toplam dış borç stoku açısından bakıldığında Türkiye'nin kırılganlığını azaltan bir nokta değildir, buna işaret etmemektedir, tam tersine Türkiye'nin kırılganlıkları artmaktadır.

Bu nedenlerle MHP'nin grup önerisi lehine oy vereceğimizi belirtiyorum.

Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)