GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: (10/49, 113, 118, 252, 253, 254, 255, 256, 257, 258) NO.LU SAĞLIK ÇALIŞANLARINA YÖNELİK ARTAN ŞİDDET OLAYLARININ ARAŞTIRILARAK ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA BİR MECLİS ARAŞTIRMASI AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGELERİN ÖN GÖRÜŞMELERİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:99
Tarih:25.04.2012

CHP GRUBU ADINA AYTUĞ ATICI (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hekimlere ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının nedenlerinin araştırılması, çözüm yollarının bulunması ve şiddeti önleyici politikaların oluşturulması amacıyla Meclis araştırmasıyla ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Kimden gelirse gelsin, kime uygulanırsa uygulansın, şiddete karşı olan ve şiddeti kınamak üzere oy kullanmış olan bütün milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.

Meslektaşım operatör doktor Ersin Arslan'ın maalesef öldürülmesi, bu konu için toplanmamızı ve sağlık çalışanlarına karşı giderek artan şiddetin nedenlerini araştıracak bir komisyon kurulmasını sağladı. Kendisine Allah'tan rahmet, sevenlerine ve tüm tıp dünyasına başsağlığı diliyorum, anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

Değerli milletvekilleri, sadece son on beş gün içerisinde, hekime yönelik olarak bildirilen, bildirimde bulunulan on şiddet olayının gerçekleştiğini de sizlere hatırlatmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, 14 Mart Tıp Bayramı'nda, AKP milletvekilleri, yani sizler sağduyulu olsaydınız belki de doktor Ersin bugün hâlâ aramızda olacaktı, belki de ölmeyecekti.

14 Mart 2012'de ne olmuştu, bir hatırlayalım: Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, "Hekime ve diğer sağlık çalışanlarına yönelik şiddet araştırılsın." diye çok önceden, ta eylül ayında verdiğimiz önergeyi Genel Kurula indirmiştik. "Tıp Bayramı hediyesi olarak bu komisyonu kuralım." demiştik. Bu önerge hakkında konuşurken bakın ne demiştim? Özellikle hekim kökenli, sağlıkçı kökenli milletvekillerine yönelik olarak -tutanaklardan aynen okuyorum- demiştim ki: "Ben şimdi bakacağım, hekim milletvekilleri acaba ne yapacaklar? `Acaba hekimlere yönelik şiddet konusu araştırılsın mı?' diye Sayın Meclis Başkanı sorduğu zaman `Hayır, araştırılmasın.' diye el kaldıran kaç tane hekim olduğunu ben bizzat seçeceğim, göreceğim ve inanın sizi her yerde şikâyet edeceğim." Ve maalesef hepiniz, AKP milletvekilleri, hekimler dâhil olmak üzere "Hekime yönelik şiddeti araştırmaya gerek yoktur." diye el kaldırmıştınız. Ben de dediğimi yaptım ve başta Sağlık Bakanı olmak üzere sizi her yerde, herkese şikâyet ettim. Dilimin döndüğünce, yüreğimin yettiğince burada yaptıklarınızı her yerde anlatıyorum, sokak sokak, ev ev anlatıyorum.

Eğer "Şiddeti araştırmaya gerek yoktur." diyen o parmaklar kalkmasaydı Ersin ölmeyebilirdi. Doktor Ersin'in ölüm haberi tüm Türkiye'yi salladı. Şimdi size soruyorum: Hiç iç muhasebe yaptınız mı? Bakan dâhil olmak üzere bütün AKP milletvekillerine soruyorum: İç muhasebe yaptınız mı? Vicdanınızla baş başa kaldığınız anlarda "Ben nerede yanlış yaptım?" diye hiç kendinize sordunuz mu? "Benim iradem ne kadar özgürdür?" diye hiç aynaya baktınız mı? Acaba hiç kendinizi Receplerin tutsağı hissettiniz mi? Ne değişti bu kırk iki günde Allah aşkına? Ne değişti? "Şiddet yok." diyen parmaklara ne oldu da şimdi "Şiddet var." diye kalkacaklar. Şiddetin var olduğunu, acımasız olduğunu size anlatmamız için ölmemiz mi gerekiyordu? Öldük işte. Bunu niye anlatamadık size? Niye bizi anlamadınız? Bakın, biz "Şiddet var." diye feryat ettiğimiz 14 Mart günü AKP'li milletvekili şöyle diyordu bu kürsüden: "Şimdi bilinç arttığı için artık sağlık çalışanlarına şiddet daha da azalmıştır. Hekimle vatandaş bütünleşmiştir. Ayrı kalmamıştır." Bu mudur bütünleşmekten anladığınız sizin Allah aşkına? Hep birlikte el kaldırdınız, suça iştirak ettiniz. Suçlusunuz, tıpkı Mecliste yarattığınız şiddeti yine o parmaklarınızla akladığınız gün gibi suçlusunuz. Ciğeri yanmış sağlık çalışanları bir gün sıranın onlara da gelebileceği endişesiyle sokaklara çıkıyorlar; binler, on binler yürüyor; solcusu, sağcısı beraber yürüyor. Bakın, her zaman yürümezler solcu, sağcı beraber. Pratisyeni, profesörü beraber yürüyor; teknisyen, hemşire hep birlikte kol kola girmiş yürüyorlar; demokratik tepkilerini gösteriyorlar.

Bizim demokrat Başbakanımız ne yapıyor? Doktor Ersin'in öldürülmesini protesto eden hekimleri kınıyor, demokratik haklarını kullanan doktorları kınıyor. Böyle bir Başbakanımız var. Bu, şiddete ortak olmak değil mi? Bu, şiddeti beslemek değil mi? "Niye böyle davranıyor Başbakan?" dedim kendi kendime, uzun uzun düşündüm; doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı. Ya, burada psikolojik bir sorun var. Niye Başbakan ciğeri yanmış hekimleri kınıyor, canileri kınayacağına? "Yahu Sağlık Bakanı ne yapıyor, sistem niye bu kadar kötü, niye bu kadar şiddet oluyor?" diye araştıracağına acaba niye hekimleri kınıyor? Merak ettim, düşündüm, sonra anladım ki Başbakanın hesabı kuvvetli, sağlıkçıları sayıyor bir bir, bir de diğer insanları sayıyor, bakıyor ki sağlıkçılar az, karşı taraftan daha fazla oy gelecek, bu durumda "Şiddete uğramalarında mahzur yoktur." diyor, "Hatta ölebilirler." diyor, daha da ötesi cinayeti protesto edenleri kınıyor.

İşte AKP Hükûmetinin gerçek yüzü bu. Bunu kabullenin. Biz size ayna tutuyoruz, sizin gerçek yüzünüzü göstermeye çalışıyoruz. Çıkıp buradan güzel laflar etmesi kolay ama benim söylediklerimde bir yanlışlık varsa çıkın buradan deyin ki yanlıştır. Bugüne kadar yaptıklarınız bunun göstergesi.

Biz niye şiddet konusunu çok işledik arkadaşlar? Bakın, bu kürsüden, ben, en çok nükleeri ve şiddeti işliyorum. Neden şiddeti işliyorum? Çünkü şiddet önlenebilir bir durumdur. Bu nedenle bu konuya dikkat çekince işe yarar diye düşünüyoruz. Ben bir öğretim üyesiyim tıp fakültesinde. Ben öğrencilerime hep şunu öğretirdim, derdim ki: "Arkadaşlar, bir hastalık veya bir durumun önemli olabilmesi için üç şey lazım: Bir, bu durum, bu hastalık çok sık görülürse önemlidir veya az görülürse de öldürücü ise önemlidir ve üç, eğer bu durum önlenebilir ise önemlidir. Bütün gücünüzü bunlara harcayın." diye öğretirdim. Sağlıktaki şiddete gelip bakın sık görülüyor mu? En nihayet Saygıdeğer Bakanımız, bugün kalktı on yıldır ilk defa "Şiddet sık görülüyordur." dedi Allah'a bin şükür, sık görülüyor. Öldürüyor mu? "Öldürmüyor" diyorlardı. İşte öldürdü. Önlenebilir mi? Evet önlenebilir. Nasıl olacağını birazdan sizlere anlatmaya çalışacağım.

AKP Hükûmetinin "Sağlıkta Dönüşüm" adıyla yürüttüğü sağlık politikaları yerleştikçe son on yıldır sağlık çalışanlarına yönelik fiziksel, sözlü, psikolojik ve ekonomik şiddet olaylarının giderek arttığı hem yazılı basında hem görsel basında hem de bize bildirilen istatistiklerde var tabip odalarına bildirilen ve bize bildirilen. Bu bize bildirilen vaka sayıları sadece buz dağının bir parçası çünkü şiddete maruz kalanlar şiddete maruz kaldıklarını söylemeye bazen utanıyorlar, bazen çekiniyorlar. "Yahu çoluğuma çocuğuma bir şey olur, dışarıda önümü keser." diye söylemezler yani buz dağının bir parçası gelir sadece ama Doktor Ersin'in ölümüyle ortaya çıkan protestonun ciddiyeti basını da biraz cesaretlendirdi ve sağlıkta şiddet olaylarını kamuoyunun gündemine taşıdı. Basın da korkuyordu çünkü basın da şiddete uğruyordu. Ersin'in cenazesi henüz daha toprağa verilmemişti. Henüz gömülmeden Bakırköy Sadi Konuk Hastanesinde 1 doktor daha darp edildi. Toprağa verdik, ertesi gün 1 tane daha şiddet olayı oldu İstanbul'da yine Cerrahpaşa'da. Hiç bunlar yetmiyormuş gibi kalktı 1 tane milletvekili Van'da gitti hekim dövdü. Durum bu kadar vahim. Şiddet uygulayanları kınıyorum. Eğer şiddeti uygulayanlar yöneticiyse, milletvekiliyse iki kere kınıyorum.

Şimdi niye şiddet artıyor bir bakalım. "Sağlık Bakanı ve Başbakan zaman zaman ucuz politikalarla gerçekleri saptırarak ve çalışanları hedef göstererek konuşmalar yapıyor." demiştim bu kürsüden. Bakan bugün diyor ki: "Biz ne kadar konuşursak konuşalım şiddet artmaz." Bu kadar komik bir şey olabilir mi? Yani sen kalkacaksın, "Doktor, elini vatandaşın cebinden çek." diyeceksin, şiddet artmayacak! Sen kalkıp Başbakan olarak: "Benim doktorlara güvenim yok, iğne bile yaptırmam bunlara." diyeceksin, şiddet artmayacak! "Doktorlar yaygaracıdır." diyeceksin, şiddet artmayacak! Bunları ben söylemedim, bunları Sayın Bakan ve Sayın Başbakan söylediler. Doktorlara "Çocuklarını koleje gönderme kardeşim." diyeceksin hem doktoru hedef göstereceksin hem çocuğunu hedef göstereceksin, sonra diyeceksin ki: "Yok bu şiddet artmaz." "Performans vermezsem ben bu doktorlara hiç çalışmazlar." Bunların hepsi basında var, söylemediyseniz Sayın Bakan çıkın "Vallahi söylemedim." deyin ben de kalkıp sizden özür dileyeyim. Bunların hepsini siz söylediniz, Başbakan söyledi. Sonra çıktınız "Şiddet niye artıyor?" diye konuşuyorsunuz. "Şiddet benim söylemimle artmaz." dediğiniz zaman...

Bakın, yine biz öğrencilerimize bir şey anlatırdık: Kronik hastalıklar uzun sürede iyileşir. Akut durumlar, acil durumlar çabuk iyileşir. Kronik bir hastalığı kabullenmek zordur, siz de bilirsiniz. Dört evresi var. En kötü evre inkâr evresidir. Bir: Kanser olduğunuz size söylenirse "Hayır değilim." dersiniz. İki: Çok sinirlenirsiniz. "Niye ben?" dersiniz. "Sigara bile içmedim, benim ne suçum günahım var da Allah bunu bana reva gördü?" dersiniz. Sonra kabullenirsiniz, dördüncü aşamada, şifa aramaya başlarsınız.

Şimdi, Sayın Bakan hâlâ inkâr aşamasında, daha birinci aşamada. "Benim bir suçum yok, ben hiçbir şey yapmadım. O yaptı, bu yaptı, vallahi benim bir suçum yok." diyor. Böyle bir şey olabilir mi? İnkârdan derhâl vazgeçin. Zaman zaman birinci aşamadan ikinci aşamaya geçtiğinizi görüyorum, sinirleniyorsunuz. Koskoca Bakansınız, kırk dakika burada konuştunuz, kırk dakika. Oradan, oturduğunuz yerden milletvekiline laf atıyorsunuz. Bu da sinirlilik işaretidir. Demek ki zaman zaman ikinci aşamaya da giriyorsunuz Sayın Bakan. Birinci ve ikinci aşamayı bırakalım. Buradan birbirimizi kırmanın da şiddeti engellemeyeceğinin bilincindeyim. O yüzden, burada tansiyonu çok yükseltmeyeceğim. Yani kendimi zor zapt ediyorum yükseltmemek için ama yükseltmeyeceğim çünkü gerçekten amacımız hekimlere uygulanan şiddeti önlemeye çalışmak. Ama ne olur şu birinci ve ikinci aşamayı bırakın, derhâl kabullenin şiddeti ve sorumluluklarınızı kabullenin ve derhâl çare arayışına geçelim.

Şimdi, konuşmalarda sağlık alanında yaşanan bütün sorunları emekçilere mal edeceksiniz sanki sistemin hiçbir sorunu yokmuş gibi. Popülist bir yaklaşımla, sözde Türkiye'de sağlık cenneti yaratılmış gibi bir hava yaratacaksınız yani halkın hekimden ve sağlık sisteminden beklentilerini çok yükselteceksiniz, gerçekte böyle bir şey yok zaten ve bu beklentilere halk cevap alamayınca halk sinirlenecek, sonuç şiddet.

Mesela, demin de buyurdunuz, dediniz ki: "Halkımızın yüzde 76'sı memnun." "Halkın yüzde 76'sı memnun." dediğiniz zaman, bu ne demektir biliyor musunuz? Sağlık hizmeti alan her 4 kişiden 3'ü memnun demektir ama bu doğru değil. Neden doğru değil? Çünkü doktorlar üzerine yapılan iki tane araştırma var, bir tanesi diyor ki: "Doktor arkadaşım, verdiğin hizmetten ne kadar memnunsun? Sence yeterince sağlık hizmeti veriyor musun?" Yüzde 84'ü "Hayır" diyor, "Hayır, ben ettiğim yeminin arkasında duramıyorum." diyor yüzde 84. Hâl böyleyken sistem iyi değil demektir ama sistemin iyi olduğunu duyan vatandaş zannediyor ki gerçekten doğru, gerçekten her 4 kişiden 3'ü mutlu. "Ben niye mutsuzum? Bana mı piyango vurdu?" diye şiddet uyguluyor. İşte sorunumuz burada.

Bakın, ikinci araştırma çok daha önemli bir araştırma, bu da sizin hoşunuza gider belki. Türkiye Reasürans Şirketleri Birliği bir araştırma yaptırdı, yeni. Hani sizler de Malpractice Sigortası filan yaptırdınız ya, ortalık iyice karışmıştı. Bunlar da tabii kapitalist insanlar, nereden para gelecek, ne yapacak buna bakıyorlar. Bir araştırma yapıyorlar, vatandaşın gelecekle ilgili sağlık endişesini? Çok yeni, sağlık endişesi, gelecekteki sağlık endişesi 2008'de yüzde 39 iken, 2012'de yüzde 52'ye fırlıyor. Bu sizin ilginizi çeker mi Sayın Bakan? Endişe yüzde 39'dan yüzde 52'ye fırlamış. İşte bu yüzde 52 endişe duyan insan şiddet uyguluyor. Siz daha kalkmışsınız bana diyorsunuz ki: Ben bekçi koyacağım, polis koyacağım, buton koyacağım, bilmem ne yapacağım. Sorunun özüne inmeniz lazım, sorunun özüne. Gerçekten sorunun özüne inmezseniz hiçbir şekilde sorunları çözemeyiz.

Şiddete maruz kalan ve sürekli şiddete uğrama korkusuyla yaşayan sağlık çalışanlarının ruh hâli nasıldır? Hepimiz biliyoruz, bizlerin çalışma şevki kırıldı. Hekimler, artık sadece kendilerini koruma peşine düştüler. Ama hepiniz bir gün o hekimlere muayene olacaksınız. Ben Başbakana soruyorum: O acılı günlerde kendisini muayene eden, şifa vermek için çırpınan sağlıkçıları ne çabuk unuttu?

Değerli arkadaşlar, sağlığı ve hekimleri siyasetin oyuncağı hâline getirirseniz mesleğimizin onurlu geçmişine baktığınızda utanırsınız. Eğer mesleğimize saldıranlar şu veya bu şekilde veya buna çanak tutanlar hekimse, hele hele yönetici ise iyice utanırlar; bir tek şart var, utanma duygusunun hâlâ var olmuş olması.

Şimdi, gelelim şiddetin artmasının ikinci nedeni, performansa dayalı sistem. Arkadaşlarım "Sağlıkta Dönüşüm Programı" dediler. Ben biraz detayına gireceğim. Niye şiddet artıyor? Performansa dayalı ek ödeme sistemi nedeniyle hiç kimsenin, hiçbir hekimin, hiçbir sağlık çalışanının güven ve aidiyet duygusu kalmadı.

Aslında ben Sağlık Bakanının buradan çırpınışlarını anlıyorum. Kalkıp "Sağlıkta Dönüşüm Programı'nda, performansta ben yanlış yaptım." dese, kabul etse, bu erdemliliği bir gösterse on yıl boyunca yaptığı her şeyi inkâr etmiş olacak; onun için bunu kendisinden beklemiyorum. Bunu yapamaz ama yerini daha iyi birine bırakabilir, bu hatadan dönülmesini sağlayabilir. Eğer kendisi bu olgunlukta değilse, o zaman görev Sayın Başbakanındır.

Performans sistemi nedeniyle hekimlerin birbirine rakip olduğunu artık sağır sultanlar bile duydu. Performans sistemi nedeniyle öğretim üyeleri, bakın, geleceğimizi şekillendirecek yeni mezun tıp doktorları yetiştiren öğretim üyeleri perişan oldular. Bıraktılar eğitimi, araştırmayı, ekmek derdine düştüler. Bütün bunlar performans sisteminin nasıl insanlık dışı olduğunu ve şiddeti körüklediğini bizlere anlatıyor.

Bakan dedi ki: "Beni eleştiriyorlar sağlıkta sempozyuma gidiyorum diye şiddet?" Ya niye eleştirelim Sayın Bakan? Tabii ki, git. Sağlıkta şiddet bir gerçektir, bunun için sempozyum yapılmış. Ne güzel, yapanın eline sağlık. Git ama gittiğinden bir şey öğren, öğrendiğini de getir burada uygula. Ama sırf dostlar alışverişte görsün, "Ben, şiddete sıfır tolerans grubu kurdum, sıfır tolerans sistemi kurdum..." Sıfıra sıfır, elde var sıfır. İnsanlar sapır sapır ölüyorlar. Oradaki sempozyumda sana ne dediler, onları uygula ve şiddet azalsın.

Şiddeti artıran bir diğer uygulama: Bizzat Sağlık Bakanının kendisinin tutarsız uygulamaları. Bunları kabul etmek lazım. Bunları kabul edersek o zaman çözüm kolaylaşır. Ama hayır, kör inat bunlara devam edersek çözümden uzaklaşırız.

Sayın Bakan, sizi tebrik ediyorum, sağlık alanında mevzuat çıkarma rekoru kırdınız. Mevzuat değişikliklerinin sayısını artık bürokratlarınız bile bilmiyor. Benim de kafam karışık, otuz yıldır sağlığı takip ediyorum, "Acaba şu muydu, bu muydu?" diye bürokratlarınızı arıyorum, "Vallahi biz de bilmiyoruz." diyorlar. Mahkemeden ne geldi, ne gitti? Yüzlerce dosya mahkemede. Böyle bir kargaşa, böyle bir saçmalık olur mu? Kimse ne yapacağını bilmeyince tabii ki kaos şiddete yol açıyor. Örnek mi istiyorsunuz? Önce mecburi hizmeti kaldırdınız, sonra geri getirdiniz. Biz dedik: "İyi, kalktı mecburi hizmet, daha mantıklı, daha insani bir şey gelecek." Hayır, zorunlu? Sevk zincirini başlattınız. Sevindik, dedik: "Ya, bu Bakan arada bir iyi işler yapıyor.", "Ne güzel birden ikiye, ikiden üçe sevkler olacak, tam istediğimiz gibi, bizim öğrencilerimize öğrettiğimiz gibi." Ne oldu? Üç yerde, dört yerde pilot uyguladınız, uçtu gitti sistem. Niye? Çünkü oy kaybettirdi size. O yüzden, yaptığınız düzenlemeleri yargı çeviriyor, Danıştay çeviriyor, kanun çıkarıyorsunuz. Kanunla biz itiraz ediyoruz, Anayasa Mahkemesi iptal ediyor, gözümüzün içine baka baka kanun hükmünde kararname getiriyorsunuz. Ya bu inat niye? Ya bir düşünün, siz bilim insanısınız, bu kadar itiraz varsa? Ya, biz vatan haini miyiz? Biz itiraz ediyoruz, diyoruz ki: "Bu yanlıştır." Ya, bir düşün, de ki: "Ya, niye itiraz ediyor bu adamlar? Deli olmadıklarına göre vardır bir bildikleri." "Bir düşünelim, birlikte oturalım, konuşalım, `Nasıl çözüm buluruz'a bakalım." diyoruz, inatla? Bakın, inat bazen iyidir ama aklın önüne geçtiği zaman, tıpkı hırs gibi adamı bitirir. Sizin bitmeniz önemli değil, benim bitmem önemli değil, sağlık sistemi bitiyor, sorunumuz da burada. Hekimin çalışma koşullarının zor olduğunu siz nihayet kabul ettiniz ama ben size şunu sorayım: Tek uzman hekim icapçı, yedi gün yirmi dört saat bir insan icapçı olur mu? Bizi "Kutsal mesleğiniz var." diye kimse kandırmasın, biz de insanız; yiyoruz, içiyoruz, tuvalete gidiyoruz, ölüyoruz, biz de insanız. Devletin, Hükûmetin bizim mesleğimizin kutsallığıyla bir işi yoktur, bizim hak ettiğimiz alın terimizin karşılığını ödemek zorundadır.

"Katkı payı alıyoruz." diye şiddet artıyor Sayın Bakan. Demin çıktınız dediniz ki: "Acilde hiç para alınmıyor." Ben size acilde para alındığını ispat edersem istifa edecek misiniz? Her defasında buraya çıktığınızda diyorsunuz ki: "Acilde para alınmıyor." Alınıyor Sayın Bakan. Ayrıca ben size çözümler için de bir sürü şey önerdim, onları da Komisyonda inşallah konuşacağız.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Atıcı.