GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: SOSYAL SİGORTALAR VE GENEL SAĞLIK SİGORTASI KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN
Yasama Yılı:3
Birleşim:104
Tarih:15.05.2013

CHP GRUBU ADINA BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sıra sayısı 460 olan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde söz almış bulunuyorum Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına. Tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu tasarı geçen salı günü bize bildirildi Plan ve Bütçe Komisyonuna geleceği ve görüşüleceği, çarşamba sabahı da görüşülmeye başlandı. Yani bildirilmesinden itibaren yirmi dört saat bile süre olmadan çok kısa bir zaman içerisinde tasarıyla ilgili görüşmelere başladık. Biz sabah Plan ve Bütçe Komisyonunu topladık, aynı gün diğer komisyonlardan da, tali komisyonlardan da cevaplar geldi, ne zaman görüşüldü bilmiyorum ama, dolayısıyla doğru dürüst ele alınmaya ne Plan ve Bütçe Komisyonunda ne de ilgili tali komisyonlarda fırsat, zaman olabildi, maalesef yeterince görüşemedik.

Değerli arkadaşlar, bu tasarı da belki yürürlük maddesiyle 15 madde ama şöyle, yine en az 9 kanunla ilgili. Dolayısıyla, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortasıyla ilgili görünüyor olmasına rağmen, aslında mini bir torba kanun tasarısı bu da, birçok konuyla ilgili. Dolayısıyla, bu kadar kısa zamanda zaten görüşmemiz, buna vâkıf olmak mümkün değildi çünkü çok teknik konular da var. Biraz önce dediğim gibi, en 9 kanunla ilgili. Dolayısıyla, yeterli hazırlık yapılamamış oldu, yeterli olmadı. Dolayısıyla, biz de bir kanun fabrikasına döndük. Türkiye Büyük Millet Meclisi kanun fabrikası gibi sürekli çalışıyor. Aslında, yönetmeliklerle düzenlenecek -bunu hep söylüyorum- ya da bakan onayıyla, örneğin, düzenlenecek konuları biz kanun hükmü hâline getiriyoruz çünkü burada çok büyük bir çoğunluk var, bu çoğunlukla bunlar rahatlıkla çıkabiliyor diye düşünüyoruz. Aslında yasama organının böyle çalışmaması lazım. Yasama organının daha itibarlı olması lazım ve bu kanunlarla ilgili olarak gereken zamanı da ayırıp çok nitelikli, güzel kanunlar çıkarması lazım.

Bakın, birkaç ay önce sosyal sigortalarla ilgili bir kanun çıkarmıştık. Burada...

Değerli arkadaşlarım, Genel Kurulda konuşmayı sevmiyorum. Plan ve Bütçe Komisyonunda yine birbirimizi dinliyoruz, birbirimizin gözünün içine bakıyoruz, bir şeyler anlatıyoruz, izah etmeye çalışıyoruz; az çok bir yasama görevi yaptığımızı ya da denetim görevi yaptığımızı hissediyoruz, bir şeye yaradığımızı hissediyoruz ama Genel Kurulda maalesef burada bulunanlar da dinlemiyor...

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Ama Komisyon Başkanı gözünüze bakmıyor.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ AHMET ARSLAN (Kars) - Bakıyor ama karşı karşıya değil.

BÜLENT KUŞOĞLU (Devamla) - Sayın Bakan da zaten geride kaldığı için, görüş alanımız içerisinde olmadığı için, değerli bürokratlar da öyle, Komisyon Başkan Vekili de öyle, onlara da hitap edemiyoruz. Genel Kurul çoğunluğu da maalesef başka işlerle uğraşıyor. Onun için, hakikaten, Genel Kurulda konuşmayı pek fazla sevmiyorum, duvara bakar gibi konuşuyoruz ama bir taraftan da bizi televizyonlardan izleyenlere hitap edeceğim diyeceğim ama o da bu saatte tabii ki kapanmıştır; bu saatte, bizi seçenlere de -seçmenimize de- hitap etme imkânımız yoktur.

Bu, sosyal sigortalarla ilgili olarak birkaç ay önce yine görüşmeler yapmıştık. Demiştim, yine, o zaman da ağırlıklı olarak SGK'nın üzerinde çalıştığı ama çözüm bulmakta zorlandığı uygulamada maddeler ağırlıklı olarak gelmişti, bugün de buna benzer maddeler ağırlıklı olarak var. Uygulamada çözüm getirilemeyen, sıkıntı yaratan bazı maddeleri Sosyal Güvenlik Kurumu getirmiş. Hâlbuki vatandaşın, sigortalının çok önemli sorunları var. Biraz önce Sayın Kalaycı'nın söylediği gibi, yaşa takılanlar var, sosyal güvenlik destek primi konusu var; onun gibi, vatandaşın, sigortalıların sorunlarını değil de kurumun sorunlarını ağırlıklı olarak, yine, bu torba yasayla gündeme taşıdık ve bunun için de alt komisyon kurulmadı, kurdurulamadı ve çok detaylı ve kapsamlı bir altyapısı olmadı. Yine, önümüzdeki aylar içerisinde, çok kısa zamanda bir sosyal güvenlik torba kanun tasarısı da gelirse kimse şaşırmasın.

Yine de Komisyonda bazı yanlışları düzeltmeyi başardık. Mesela, tasarıda 1'inci maddede Tanık Koruma Kanunu kapsamında olması gereken en azından ya da hiç olmaması gereken -bana göre- bir düzenleme vardı, sosyal güvenlik ilkelerine uymuyordu, hiçbir şekilde işçi-işveren ilişkisi söz konusu değildi, doğal bir mağduriyet söz konusu değildi. Tanık Koruma Kanunu kapsamındaki kişilerin genel sağlık sigortasına tabi olmalarının çıkarılmasını sağladık Sayın Bakanın da ön görüşüyle. Kendisine teşekkür ediyorum. İnşallah hiç gündeme de gelmez öyle bir tasarı.

Bir diğer konu da, yine, Komisyonda halledebildiğimiz, Sağlık Hizmetleri Fiyatlandırma Komisyonu. Bu 7 kişiden oluşuyordu, 9 kişiye çıkarıldı. Özel sektör temsilcisi ve üniversite hastanelerini temsilen 2 kişi katıldı. Ancak orada şunu başaramadık: Bu temsilcileri Bakanlık değil de aslında buraların, özel hastanelerin veya üniversitelerin kendi temsilcilerinin ya da kendi yetkili derneklerinin, vakıflarının, tüzel kişiliklerinin yani meslek kuruluşlarının ataması gerekirken Bakanlık atıyor. Böyle bir yanlışlığı maalesef engelleyemedik. Komisyonda engelleyemediğimiz bu konunun burada düzeleceğini, Genel Kurulda düzeleceğini umut ediyorum. İnşallah düzelir, çok bariz bir hatadır çünkü.

Tasarıdaki önemli bir konu da sigortalıların sözleşmeli özel sağlık hizmeti sunucuları ile özel vakıf hastanelerine başvurmaları hâlinde ödeyecekleri katkı payının 2 misline çıkarılıyor oluşu. Bakın, bu çok önemli bir konu, çok önemli bir konu. Bildiğiniz gibi sağlık harcamaları son senelerde çok arttı değerli arkadaşlar. Sağlık harcamalarında son yıllarda, özellikle 2002 ile 2008 gibi mukayeseler yaparsam sağlık harcamalarında 6 kat artış söz konusu, çok önemli bir artış var. Özellikle Sayın Akdağ döneminde çok fazla arttı ama sağlık sektöründe tedavi kalitesi aynı ölçüde artmadı yani harcamalarda 6 kat artış olurken, tedavi hizmetlerinde aynı artış, aynı kalite söz konusu olmadı. Sadece otelcilik hizmetlerinde önemli bir artış sağlandı, kalite sağlandı, tedavi hizmetlerinde aynı başarı söz konusu olmadı. Ya da nüfusumuzda bizim böyle bir artış olmadı, ki sağlık harcamaları neden bu kadar fazla artıyor? Bunun şöyle bir sebebi var: Bu dönemde özellikle özel hastane sayısında önemli artışlar söz konusu oldu.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de sağlık hizmeti sunumunu ağırlıklı olarak devlet yapar, Sağlık Bakanlığı yapar, üniversite hastaneleri yapar yani sağlık hizmetini bunlar verir. Sağlık hizmetinin alıcısı da SGK'dır aslında, önemli ölçüde SGK alır yani finansör SGK'dır. Sağlık Bakanlığıyla bu dönemde özellikle Çalışma Bakanlığı ya da SGK bir araya gelip bu düzenlemeleri doğru dürüst yapamadılar, koordine olamadılar bir türlü, aralarında hep ihtilaf oldu, sürekli olarak sıkıntılar çıktı. Özellikle bir araya gelememeleri, aralarında ihtilaf olması -belki bunlar size yansımamıştır, belki medyaya yansımamıştır- bu iki bakanlık arasındaki, iki kurum arasındaki bu ihtilaf yani hizmet sunucusu ile hizmet alıcısı arasındaki ihtilaf harcamaların çok artmasına ve sıkıntılara sebep oldu. Bu dönemde bunların düzeleceğini umut ediyorum, inşallah düzelir ama bunun çözümü, bu tasarıda olduğu gibi özellikle sigortalıların gittikleri özel hastanelerde ya da üniversite hastanelerindeki ödemelerin kat kat artması değildir, 2 katına çıkarılması değildir, bunun çözümü bu değildir. Bunun çözümü için temelli bir çalışma gerekiyor. O temelli çalışma, bütün sağlık sistemini, sigortacılık sistemini esas alan bir çalışma sonunda ancak bundan kurtulmak mümkün. Bu şekilde yamalarla sistem ancak daha fazla sıkıntıya girer, daha fazla sorunlu hâle gelir. Bu çok yanlıştır. Sonuç olarak sigortalı, prensip olarak primini ödemiş insandır. Adı üzerinde, primini ödemiş insan, sağlık hizmeti alması gereken insandır. Bir de gidip ilave olarak katkı payı veriyor. İlave olarak biz burada bıçak parasını -bakın, değerli arkadaşlarım- resmîleştiriyoruz yani bunun başka açıklaması yok. Bir anlamda bıçak parasını resmîleştiriyoruz maalesef. Ama ben bu dönem Sağlık Bakanlığıyla SGK'nın, Çalışma Bakanlığının iyi bir eş güdümle çalışmasını ve bu sorunları çözmesini ümit ediyorum bir daha bu tür sorunlarla karşımıza gelmemeleri için.

Diğer, tasarıda yer alan önemli bir konu da bu ÇED raporları, "Çevresel Etki Değerlendirme" dediğimiz ÇED raporları. Bunları Danıştay -yönetmelikler hazırlanmıştı- birkaç kere iptal etti. Bu konuda idare çok ısrarcı oldu, yönetmeliklerle bu konuyu düzenlemeye kalktı. Ama Danıştay da aynı şekilde ısrarcı oldu ve gelinen noktada şimdi bu konuyu, Danıştayın iptal ettiği, çok da haklı gerekçelerin olduğu bu konuyu biz kanun konusu yapıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, çevre konusu çok önemli, hepimiz için önemli, geleceğimiz için önemli. Bu kadar da yap-işlet-devretle, yap-işlet-kiralayla önemli yatırımların gündemde olduğu bir dönemde biz ÇED raporlarını devre dışı bırakıyoruz. Bu çok çok yanlış bir konu. Bu tasarıda yer alan belki de en yanlış konu budur, en temel konu budur. Bunun olmaması gerekir, bunun düzeltilmesi gerekir. Bu konuda Genel Kurulun hassasiyetini özellikle rica ediyorum.

Bu konuyla ilgili -dinlemiyorsunuz ama- ben bir hikâye anlatayım bari. Belki arkadaşlarımızın dikkatini çekerim. Bu, ilk Ay'a gidecek astronotlar döneminde Amerika'da astronotlara eğitim verilirken onları "Tuba Çölü" diye bir yer var, oraya götürmüşler. Kızılderililerin biraz daha yoğun yaşadığı bir bölge, oralarda eğitim veriyorlar. Astronotlar eğitim alırken Kızılderili bir çoban ve torunuyla karşılaşmışlar. Merak etmişler, konuşmaya başlamışlar ama yaşlı dede olan Kızılderili İngilizce bilmiyor, astronotlarla konuşamıyor, torunu vasıtasıyla konuşuyor. Merak etmiş, onların Ay'a gideceklerini öğrenince demiş ki: "Bir mesajım var, astronotlar acaba bunu Ay'a götürürler mi, oradakilere ulaştırırlar mı?" Onlar da heyecanlanmışlar, hemen kayda almışlar. "Söyleyin, götüreceğiz, söz. " demişler. Kızılderili kendi dilinde bir şeyler söylemiş, kayda almışlar. "Ne söyledin?" demişler. Torunu demiş ki: "Bunlara dikkat edin, topraklarınızı elinizden alabilirler."

Şimdi, bize de gelecekte torunlarımız böyle kanunlar yaparsak onu söyleyecek, "Bizim atalarımız topraklarımızı, çevremizi, havamızı, suyumuzu elimizden aldı." diyecekler. Ya, bu inanın yatırımlardan daha önemli bir konudur. Bu konuya hassasiyet göstermemiz lazım. Hepimizin hassasiyet göstermesi lazım gelen bu konuyu Genel Kurul olarak bu şekilde kayıtsız, endişesiz izlememizi inanın hazmedemiyorum. Çok çok önemli bir konu. Bunun gündeme gelmesi bile çok çok yanlıştır, bizim adımıza ayıptır.

Değerli arkadaşlarım, vaktim azalıyor, son beş dakikada bu mini torba tasarıda X-large bir madde var, ondan bahsedeyim, 13'üncü madde. Bu da "vergi barışı", "varlık barışı" diye bildiğimiz -bir anlamda da vergi barışıdır tabii- madde, yine bir af kanunu. Yurt dışındaki varlıkların Türkiye'ye kazandırılması, döviz varlıklarının özellikle Türkiye'ye kazandırılmasıyla ilgili bir madde bu. Komisyonda bu konuyla ilgili olarak ilgili bakan bulunamadı. Ne Maliye Bakanı ne hazineden sorumlu Başbakan Yardımcısı gelip bu konuyla ilgili açıklama yapmadı. Ne kadar yurt dışında, bahsedildiği kadarıyla, Türklerin parası vardır bilmiyoruz. Sayın Başbakan Yardımcısı Babacan televizyonlara demeçler verdi, gazetelerde bazı demeçlerini okuduk ama maalesef komisyona veya gelip buraya bir bilgi vermekten imtina etti.

Yurt dışından gelecek olan para nedir, bunu bilmiyoruz ama bazı bilgilerimiz var, ben size söyleyeyim. En aşağı 140 milyar dolar olarak tahmin ediliyor, özel sektörün uzun vadeli dış borçları bunlar ama bunun 53,5 milyar doları zaten banka kredileri yani bu bankaların aldığı sendikasyon kredileri. Dolayısıyla geriye kalıyor 85 milyar. Bunların da önemli bir kısmı gerçektir, reeldir. Dolayısıyla çok küçük bir rakamdan bahsediyoruz. Bir de sektörler itibarıyla bunun ayrımını da tahminî olarak yapabiliyoruz. Bunlara da bakınca gerçek anlamda bir meblağın Türkiye'ye geleceğini, bilemiyorum -bize komisyonda da ifade edilmedi ama- buna değecek mi, bu yaptığımız istisnai duruma, bu yanlışlığa değecek mi gelecek olan döviz, hiç tahmin edemiyorum. Bu konuyla ilgili sıkıntı var.

Değerli arkadaşlar, bizim finansla ilgili olarak da genel olarak sıkıntımız var. Daha önce bazı vesilelerle bu konuyu birkaç kere gündeme getirdik. Türkiye'nin mali yapısıyla, mali mimarisiyle ilgili bazı sıkıntılar söz konusu. Sürekli olarak dövize bağlı bir ülkeyiz, ekonomiyiz. Döviz gelmediği takdirde hemen krize girebileceğiz. Türkiye'de krizler döviz yoksa olur. İstediği kadar işsizlik olsun, yatırım olmasın, enflasyon olsun, Türkiye'de maalesef kriz olduğunu kabul etmiyoruz, sadece döviz yok ise biz o zaman bir ekonomik krizden bahsediyoruz. Dünyada bu dönem, son on küsur seneden beri, en fazla likiditenin olduğu, kaynağın olduğu bir dönem yaşadık. Türkiye'ye de bol bol likit geliyor, döviz geliyor. Tabii, Türkiye de bunun bedelini çok ağır ödüyor. En fazla faiz veren ülkelerden bir tanesiyiz, hâlen de öyledir. Onun için de yüksek faiz karşılığı Türkiye'ye döviz geliyor. Özellikle bankalar vasıtasıyla geliyor. Bankalar alıyorlar, kendi komisyonlarını da ilave edip özel sektörü ve vatandaşları borçlandırıyorlar. Bu dönem Hazine doğrudan doğruya borçlanma yapmıyor, dış borcu özellikle, bunu bankalar vasıtasıyla özel, sektör vasıtasıyla ve gerçek kişiler vasıtasıyla yapıyor. Şu anda geçmiş dönemlere göre özel sektörün borçları çok çok arttı, özel sektör, maalesef, çok borçlu, tehlike çanları çalacak kadar borçlu bir vaziyette. Hatta, biz geçenlerde Plan ve Bütçe Komisyonu olarak İngiltere'ye gitmiştik... Dışişleri Komisyonu Başkanı Ottaway'di galiba. Onun bile Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı olarak, İngiltere'nin Türkiye ekonomisiyle ilgili nasıl bilgisi olacak? Ama uyarılarından birisi maalesef bu oldu: "Çok borçlanıyorsunuz, ekonominiz kötüye doğru gidiyor." dedi.

Hakikaten de çok borçlu bir ekonomimiz var. Bazı rakamları müsaadenizle vereyim: 2002'de 130 milyar dolar olan dış borçlarımız bugün 340 milyar doları aşmış vaziyette. 130 milyar dolar dış borç on sene sonra 340 milyar dolara ulaşmış vaziyette. Çok fazla borçlandık. Bunun içerisinde kamu borcu da 64 milyar dolardan 103 milyar dolara çıkmış vaziyette. Çok borçlanıyoruz, çok sıkıntıya gidiyoruz. Ha, diyeceksiniz ki: "Bizim kamu borçları gayrisafi millî hasılaya oran olarak düşük diğer ülkelere göre, Japonya'ya, Amerika'ya göre." Ama onların kıymetli paraları var, bizim döviz olarak borcumuz var. Onlar her zaman için, euro, dolar, Japon yeni, uluslararası kıymeti olan paralardır, onlar sorunlarını her zaman halledebilirler. Çünkü konvertibl paralar, onlar için sorun değil ama bizim için bu çok önemli bir sorundur.

Ayrıca, değerli arkadaşlarım, bizim borçlanmamız karşılığı yatırım yok, üretim yok, istihdam yok. Bunun için borçlanmamızın bir anlamı yok. Borçlanırsınız yatırım yaparsınız, tesisleriniz olur. Bir Etibankımız yok artık, İskenderun Demir Çeliğimiz yok, Erdemirimiz yok yani bu dönemde bu kadar borç yaptık ama bunun karşılığında hiçbir şekilde istihdam da sağlayamadık, yatırım da yapamadık, üretim de yapamadık, onun için borçlanma tehlikeli. Yani, rakamların da çok önemi yok ama borçlanma karşılığı sadece tüketmişiz biz. Sadece Balgat civarındaki gördüğünüz yüksek binaları yapmış, devlete vermişiz. Üretmek yok, üretime yönelik hiçbir yatırım yapmamışız. Sıkıntı da budur, yoksa, borçlanmanın belli makul bir noktaya kadar mahzuru yoktur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BÜLENT KUŞOĞLU (Devamla) - Maddelerde tekrar görüşmek üzere hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)