GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: KOCAELİ MİLLETVEKİLİ HURŞİT GÜNEŞ VE 113 MİLLETVEKİLİNİN, İZLEMEKTE OLDUĞU DIŞ POLİTİKANIN TEHLİKELİ VE GERÇEKLERDEN UZAK OLDUĞU, ULUSAL ÇIKARLARLA BAĞDAŞMADIĞI VE YASAMA ORGANI İLE HALKTAN GİZLENDİĞİ İDDİASIYLA DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU HAKKINDA GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGENİN ÖN GÖRÜŞMELERİ
Yasama Yılı:3
Birleşim:8
Tarih:12.10.2012

MHP GRUBU ADINA YILDIRIM TUĞRUL TÜRKEŞ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin Dışişleri Bakanı Sayın Davutoğlu hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisine verdiği gensoru önergesiyle alakalı Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyor, konuşmama başlarken yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, yüksek malumlarınız olduğu üzere, içeride ve dışarıda Türkiye'nin karışmasını arzulayanlar var. Dış siyasette yaşadığımız sıkıntılardan istifade ederek Türkiye'nin iç düzenini yıkmaya ve tahrip etmeye yönelik birtakım karanlık faaliyetlerin kurgulandığını biliyoruz.

Milliyetçi Hareket Partisi siyasetçi siyaseti üslubundan daima kendini uzak tutmuş, taşıdığı millî sorumluluk duygusuna asla sırtını dönmemiştir. Bu sebepten dolayı da partimiz gerçeklerle yüzleşmekten hiçbir dönem ürkmemiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi, bugüne dek, Hükûmetin yürüttüğü politikaya ilişkin en can yakıcı tahlilleri yapmış ve duruşundan bir zerre dahi taviz vermemiştir. Söz konusu millî menfaatlerimiz olduğunda ise particilik oynamamıştır, öncelikli olarak ülkemizi düşünmüştür. Partimiz, dışarıya hiçbir zaman Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerini -her ne kadar tasvip etmese de- şikâyet etmemiştir.

Değerli milletvekilleri, bugün itibarıyla herkesin tanıklık ettiği üzere, yüce Meclis uyumlu çalışamamakta, devlet kurumları ise düzgün bir şekilde işletilememektedir. Böylesine buhranlı bir ortamda partimiz, kaos peşinde koşanlara izin veremez, rıza gösteremez. Suriye'yle yaşanan sürtüşme sürecinde özellikle güvenlik kuruluşlarımızın arkalarında ciddi ve güçlü bir siyasi iradenin varlığını hissetmeleri fevkalade hayatidir. Bu bağlamda, partimiz, verilen gensoru önergesinin aleyhinde tavır almaktadır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Fakat bakın, bu kısmı önemlidir. Sayın Davutoğlu'nun, azami bir dikkatle söyleyeceklerimize kulak vereceğine eminim. Gidişat hiç iyi değil. Sayın Davutoğlu inisiyatifinde geliştirilen AKP dış politikası sebebiyle, Türkiye, artık ABD Başkanının beyzbol sopasıyla uyarı yaptığı, İsrail'in hiçbir surette dikkate almadığı, Rusya ve İran'ın muntazam aralıklarla açık biçimde vurmakla tehdit ettiği, Irak'ın nota verdiği, Suriye'nin uçağını düşürdüğü ve egemenliğine tecavüz ettiği, AB ülkelerinin ise gitgide soğuk ve mesafeli yaklaştıkları bir ülke hâline getirilmiştir. Dikkatinizi mutlaka çekmiştir, saydığım ülkeler ve topluluklar ya komşularımızdır veya geleneksel planda stratejik ortaklarımız, müttefiklerimiz olarak bildiğimiz devletlerdir. Sayın Davutoğlu'nun komşularla sıfır sorun hayaliyle iştaha gelmiş, nostaljik ve emperyal ihtiraslarının dış dünya gerçekliklerinin soğuk kayalıklarına nasıl tosladığını, hangi evrelerden geçerek millî menfaatlerimize zarar verdiğini herkes bilmektedir.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyet tarihine baktığımızda, az önce Sayın Korutürk de bir atıfta bulundu -bu dönemde pek moda bu tarihten örnek vermek- size çok kısa bir şey arz edeceğim.

Sayın Davutoğlu, cumhuriyet tarihinde ikinci uzun dönem görev yapan şahsiyettir. 1925-1938 arası kesintisiz biçimde on üç buçuk yıl Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Tevfik Rüştü Aras hariç, hiçbir şahsiyet, Türk dış politikasının belirlenmesi ve uygulanmasında, Sayın Davutoğlu kadar uzun süreli ve kesintisiz bir imkân ve etkinliğe sahip olmamıştır.

Şimdi, bu noktada Atatürk dönemi Türk dış politikasının on üç buçuk yılını oluşturan Tevfik Rüştü Aras sürecine bakıldığında, komşularla sıfır sorun politikasının Sayın Davutoğlu'nun icadı olmadığı ve o dönemde başarıyla uygulanarak hayata geçirildiği görülecektir.

Nitekim, komşularımızla o dönemde ilişkilerimizi sayarsak, yeni kurulmuş bir cumhuriyet ve tüm maddi imkânsızlıklara rağmen, Yunanistan'la Lozan'dan arta kalan mübadele ve patrik meselesi çözüme kavuşturulmuş ve diplomatik ilişkiler tesis edilmiştir.

1926-1930 yıllarında dostluk, iyi komşuluk anlaşmaları imzalandı.

Bulgaristan'la 1925 yılında dostluk anlaşması yapıldı.

Ege'de On İki Adalar üzerinden komşumuz olan İtalya'yla 1928 yılında dostluk anlaşması imzalandı.

Sovyetler Birliğiyle 1925-1929'da imzalanan anlaşma ve protokollerle dostluk ve tarafsızlık ilişkileri başlatıldı, ekonomik, ticari ilişkiler geliştirildi.

1926'da mandater komşumuz İngiltere ve Irak'la Musul sorunu çözüme kavuşturuldu.

Keza 1926'da mandater Fransa'yla ve Suriye'yle dostluk ve iyi komşuluk anlaşmaları imzalandı.

1936 yılında Montrö Boğazlar Sözleşmesi'yle, ülkemizin İstanbul ve Çanakkale boğazları üzerinden egemenliği yeniden sağlandı.

Hatay'ın ana vatan topraklarına katılması için 1936'da hız verilen diplomatik girişimler sonuç verdi, 1938'de Türk-Fransız anlaşması ve ardından bağımsızlık, sancak Hatay Devleti kuruldu, bir yıl sonra da devlet Türkiye'ye katılma kararı aldı.

Türkiye, 1934'te Yunanistan, Yugoslavya, Romanya'yla Balkan Paktı'nı, 37'de de Irak, İran ve Afganistan ile Sadabat Paktı'nı, Doğu Paktı'nı kurdu.

AKP Hükûmeti ve onun Dışişleri Bakanı, bugün, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde iki yıl süreyle geçici üye olabilmek için milyarlarca dolar harcayıp olmadık devletlerin önünde eğilirken, Ulu Önder Atatürk'ün önderliğinde izlenen onurlu dış politika sayesinde Türkiye'nin o dönemin Birleşmiş Milletlerine üyelik için davet edilmiş olduğunu, diğer bir ifadeyle hiçbir resmî başvuru olmaksızın 1932'de Milletler Cemiyetine davetini kabul ederek üye olduğumuzu hatırlatmak isterim.

Değerli milletvekilleri, 21'inci yüzyılın ilk çeyreğinde, cumhuriyet tarihinde ikinci bir şahsiyet bu denli uzun süre Türk dış politikasında hizmet fırsatı buldu. Sayın Davutoğlu ilk altı buçuk yılında dış politika yapımcısı ve yönlendiricisi, son üç buçuk yılda ise ilave olarak dış politika karar vericisi konumunda oldu.

Komşularımızla bu dönemde ilişkilerimizi şimdi de tek tek sayalım: Yunanistan bir yandan boğuştuğu ekonomik krize rağmen, Ege'de bulunan üç adamızı sessiz bir şekilde ele geçirdi, kendi bayrağını dikti ve hatta fetih sembolü olarak Yunan Cumhurbaşkanı bu adalara ziyarette bulundu. Her üç adanın da Lozan Anlaşması'na göre hukuki statüsünün tartışmalı olduğu bizim Dışişlerince ifade edilmesine karşın, bağımsız kaynaklar ve bilim adamları böyle olmadığını söylüyor. Yunan tarafı da adaların kendilerine ait olduğunu ileri sürmekte ve hâlen işgali sürdürmektedir. Bir yanda "vatanın bir karış toprağını dahi veremeyiz" ülküsüyle yanan Türk milleti ve Türkiye, diğer yanda vatan toprağını âdeta gümüş tepsi içerisinde yabancıya sunan bir AKP dış politikası. Bunun adı gaflet değilse nedir?

Rusya, Türk mallarını taşıyan tırlara dönüşte Rus malı taşıma şartı getirdi. Özbekistan, Türk mallarına tahdit uyguluyor. 1639'da Kasrı Şirin'den bu yana sınırımızı muhafaza ettiğimiz komşumuz İran vize uygulamaya başladı ve ilişkimiz her geçen gün daha da geriliyor, Hava Kuvvetleri Komutanı, ısrarla, Türkiye'yi vuracağını döne döne söylüyor. Suriye sınırının kapanması nedeniyle ihracat navlun maliyetleri 3'e katlandı. Arap ülkelerine ihracat hemen hemen durma noktasına geldi. İki gün önce yaşanan uçak krizi münasebetiyle, bu kış doğal gazı ya yeterince alamayacağız veya bu yaptığımız bize doğal gaz zammı olarak geriye dönecek.

Türkiye'de bulunan, Suriye'den gelen mülteciler bugün itibarıyla 105 bini bulmuştur. Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği yıl sonuna kadar bu rakamın 300 bine kadar yükselebileceğini öngörmektedir. Sırf bu insanların iaşe ve ibatesi yıllık 1 milyar doların üzerinde millî bütçeye yük getirmektedir.

Şimdi sormak istiyorum: Sayın Davutoğlu, takip ettiğiniz bu yanlış politikaların, Türk insanına ve Türkiye Cumhuriyeti devletine neye mal olduğunu hiç düşünüyor musunuz? Bu maceracı politikayı Türk milletinin dışında kimsenin finanse etmediğini biliyoruz. Sayın Başbakanın tabiriyle, garip gurebanın sırtına gereksiz yere yüklediğiniz bu yükün vebalini hiç düşündünüz mü? IMF'ye 5 milyar dolar vermek ile matah bir iş yaptığını düşünenler olabilir. Bu hamlenin sembolikliğinin verdiği hazla tatmin olanlar da hiç şüphesiz ki bulunmaktadır. Özgür Suriye Ordusuna sağlanan lojistik desteğin maliyetini bir kenara koyuyor, ondan hiç bahsetmiyorum bile. Hükûmet bunu insanlık namına yaptığını söylüyor, eyvallah. Madem iktidarın iddia ettiği gibi bir insanlık meselesidir bu, o hâlde, uluslararası toplum nerededir, Birleşmiş Milletler nerededir, NATO nerededir, Avrupa Birliği nerededir, Amerika Birleşik Devletleri, Suudi Arabistan, hatta Katar nerededir?

Soruyorum, benim insanım Suriyeli mülteciden daha mı az insan? Sıradan Türk aileleri emek vererek, alın teri dökerek, çoğu zaman zor şartlarda çalışarak kazandıklarını ek vergilerle, uçuk zamlarla bu uğurda eritmek zorunda mıdır? Sayın Davutoğlu, gerçek harp dışarıda, sokakta her gün yaşanmaktadır. İnsanımız, her gün karın tokluğuna, hayatta kalabilmek, ailesine ekmek götürebilmek adına zaten harbe girmektedir. Dolayısıyla, bir de bu yüklere kesinlikle ihtiyacımız yok. Resmettiğimiz bu kahır örgüsüyle yüzleşebiliyor musunuz?

Değerli milletvekilleri, cumhuriyet tarihimiz boyunca hep kaçındığımız "Orta Doğu'nun bataklığına saplanmama" politikamızdan çıkılmıştır ve o bataklığa öyle bir sokuluyoruz ki, başımız belaya girmeden çıkmak için, halk deyimiyle âdeta "deveye hendek atlatmak" gerekecektir. Irak'ın kuzeyindeki Kürt Yönetimi devletleşme yolunda hızla ilerliyor, biz sadece bakıyoruz. Hani orada ortaya çıkabilecek yeni siyasi varlık ve oluşumlar bir dönemler savaş nedeni sayılacaktı? Bugün, bu oluşumu, bırakınız savaş sebebi saymayı, liderleriyle sarmaş dolaş şekilde parti genel kongrelerinize çağırıp "Türkiye seninle gurur duyuyor." nidaları yükseltiyorsunuz. Hani Irak'ın toprak bütünlüğünü savunuyorduk? Merkezî Irak Devleti Yönetimi ile ilişkilerimiz giderek bozuluyor. Sayın Davutoğlu'nun Kerkük ve Erbil ziyaretleri Irak Merkezî Yönetimi yok sayılarak yapıldı. Ne hazin bir tablodur ki, bugün Irak'ın kuzeyindeki Bölgesel Kürt Yönetimi'nin Irak'ın toprak bütünlüğünü ve egemenliğini hiçe sayan uygulamaları karşısında mücadele eden, bu tür girişimlere tepki gösterip engellemeye çalışan güç Türkiye değil, Merkezî Irak Hükûmetidir. Siyasi iktidar, bölgede kurulacak bir yeni devlete çanak tutmakta ve bu süreçte, bu devletin olabilmesi için âdeta can havliyle çalışmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi kuruluşundan bu yana, 43 yıllık mevcudiyeti içerisinde, Türk milletinin insani ve millî değerlerine uyumlu bir çizgide bulunmuş ve kamuoyu nezdin de oluşan millî refleksleri daima siyasi tercihlerinin kılavuzu tayin etmiştir. Tahmin edebileceğiniz üzere söz konusu vizyon, dış politikayla münasebetli görüş ve kanaatlerimizde de bakidir. Biz daima zamanın ruhuna, şartlarına ve beklentilerine göre hareket ettik ve inanıyoruz ki, bu doğrultuda insanımızın vicdani ölçüleriyle çelişen, devletimize ve milletimize ihanet eden hiçbir teşebbüsün içerisinde yer almadık.

Demokrasinin uzun soluklu yaşayışı ancak yayıldığı ülkedeki insanların ellerindedir ve sadece onların mücadeleleriyle beslenir. Dolayısıyla, demokrasi iddiası çevresinde iki noktaya azami dikkat gösterilmesi zaruridir.

Birincisi, kendi millî egemenliğinizi müdafaa ve muhafaza etmekle yükümlüsünüz.

İkinci ise, karşınızda muhatap aldığınız devletin millî egemenliğine ve dolayısıyla toprak bütünlüğüne hürmetkâr davranmanız gerekir.

Dış politika, gelişmiş devletlerde genel hatlarıyla tekdir, bütüncüldür. Dış politika bir devlet politikasıdır ve asla bir partinin kendine has siyasal programına terk edilemez. Zira unutmayın ki artık günümüz dünyasında dış politikadaki hamlelerin iç düzene de  ciddi etkileri bulunmaktadır. Son iki senedir, artarak katlanan terör illetinin aldığı seyir apaçık ortadadır.

Çok kıymetli Dışişleri Bakanım, zannediyorum ki ilk başlarda Suriye'yi sadece Suriye olarak gördün, böyle bir yanılgıya kapıldın. Oysa hiç kuşkunuz olmasın, Suriye, Orta Doğu'daki "Pandora'nın kutusudur." içinden neler çıkar, neler? Bir bakmışsınız ki Suriye'den Rusya çıkmış, İran çıkmış, Lübnan çıkmış, Çin Halk Cumhuriyeti çıkmış, PKK ve türevleri çıkmış, farklı mezhepsel duyarlılıklar çıkmış ve bir bakmışsınız ki siz, Türkiye olarak bir anda cereyan eden hengâmenin, karışıklığın, kaosun girdabında, yalnızsınız, bir başınızasınız. 

Değerli milletvekilleri, biz, Sayın Davutoğlu'nu birçok defa ısrarla, inatla uyardık "Yapmayın, fazla müdahil oluyorsunuz, geri çekilin, terörü azdıracaksınız, içimizdeki kışkırtmacı birtakım hücreleri uyandıracaksınız, dış politikamızın güdümlü olmasına müsaade etmeyin." dedik fakat üzülerek görüyoruz ki şimdiye dek hiçbirisi fayda etmedi.

Şimdi, bu çerçevede Sayın Davutoğlu'na sormak istiyorum: Komşu bir ülkeye devlet başkanı atamak sizin yetki alanınızda mıdır? Suriye'de rejim kendi halkıyla çatışırken Baas rejiminin kurucularından, hatta fikir babası sayılabilecek olan ve Baba Esad'ın yani Hafız El Esad'ın Dışişleri Bakanı olan Faruk El Şara'yı devlet başkanı olarak önerirken aklınızdan ne geçiyordu Allah aşkına? Burada, bu Parlamentoda bir partiyi Baasçı diye suçlarken başka bir Baas kurucusunu Suriye'nin başına getirmekle ne umuyorsunuz?

Değerli milletvekilleri, biz her ayrıntıyı not edip takip ediyoruz. AKP Kongresinde tam iki gün öncesine denk gelen Türk F-16'larının Kandil'i bombalama emrinin verdiği sükûnetle güle oynaya o zatı kongrenize çağırıp şereflendirmekle kimseyi kandıramazsınız. Bu milletin tahlil ve idrak kabiliyetini fazla küçümsüyorsunuz. 19'uncu yüzyıldan kalma "Pan" siyasetiyle ırkçılık yapan, mikromilliyetçilik yapan, ülkemizde de azınlık ırkçılığını onaylayan ve teşvik eden bir sözde yapının başını nasıl müttefikimiz yapabildiniz, aklımız almıyor doğrusu. On senelik AKP İktidarının ve Sayın Dışişleri Bakanının ütopik dış politika tasavvurunun neticesinde Türkiye'de, öz vatanımızda artık "Türk'üm." demek ayıp oldu, tabulaştı. Aynı şekilde, insanımızın dinî inançları, felsefesi, mezhepsel bağlılıkları sorgulanır oldu, alenen sorgulanır oldu.

Değerli milletvekilleri, iktidarın ilk döneminde, hatırlanacağı üzere, Avrupa Birliği meselesi bir öncelik şeklinde değerlendiriliyordu. Oysa artık esamisi okunmuyor. Katıldığı her programda, kaynağı belirsiz bir kibirle "Oğlum bak git." demekten başka hiçbir işe yaramayan bir Bakan var kabinede. Sayın Davutoğlu zaten hiç oralı değil. Geleneksel millî meselemiz olan Kıbrıs deseniz, çoktan rafa kaldırılmış, AKP'nin önümüzdeki yıllarda küresel güçlerin iktidar mücadelesine tanıklık edecek Orta Asya coğrafyasını tamamıyla yok sayması, TİKA'nin bu bölgedeki faaliyetlerinin aksaması ve hatta durma noktasına gelmesi devletimizin stratejik menfaatlerine derinden aykırılık teşkil etmektedir. Türk dünyası, bugün kendisini Türkiye tarafından yüzüstü bırakılmış hissetmektedir. Keza, Irak'taki ve Suriye'deki Türkmen kardeşlerimiz için de durum aynıdır ve geçerlidir. Nereden nereye geldik.

Evet, ben sözlerimi burada bağlayarak yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum, teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.